Ferhan Ercan
Ferhan Ercan

"Hz. Ebu Bekir, kendi döneminde isyan eden kabileleri hizaya getirmek amacıyla ayaklananları ateş kuyularına attırıp diri diri yaktırdı. Hz. Ömer, kendi zamanındaki fetihler boyunca 4000 kilise, havra ve Zerdüşt mabedi (ateşgah) yakılıp yıkıldı.

Rachel Corbett
Rachel Corbett

louise salome, hem nietzsche hem de nietzsche’nin arkadaşı filozof paul ree’nin evlilik tekliflerini reddetmişti. İki adamla da evlenmeyi kabul etmemiş. fakat onlara entelektüel bir “kutsal üçlü” olarak hep beraber yaşamayı önermişti. filozoflar ise şaşırtıcı bir şekilde bu teklifi kabul ettiler. Ancak kıskançlık başlayınca üçünün eğlencesi uzun sürmez. Salome

kışı berlin’de sadece Ree ile geçirmek isteyince, kendini ihanete uğramış hisseden nietzsche kuzey italya’da inzivaya çekilmeye karar verir, intihar etmek yerine ise salome’ye atıfta bulunduğu düşünülen, ünlü “kadınlara mı gidiyorsun ? Kırbacını unutma!” cümlesini içeren Böyle Buyurdu Zerdüşt kitabını on gün içinde yazar.

San'an Âzer
San'an Âzer

İşte; yukarıda kayıt ve tasrih edildiği veçhe ile; Toprağı, suyu, dağı, taşı, köyü, ovası, obası, ili, ulusu, şairi, sözü ve sazı ve her şeyi Türk; olan bu beş milyonluk Türk halkı ezelden beri bu yerlerde yaşamakta ve bu yerlerin hakiki sahibi olmakla beraber orada Farsların, Ermenilerin, Arapların malik oldukları hak ve imtiyazdan mahrumdurlar. Bunlar İran

hudutlarının bekçisi, İran saltanat idaresinin muhafızı olarak tavzif edilirler.. Fakat, hiç bir güne bir gün medenî İçtimaî hak talep edemezler. Yani; vazifeleri var, hakları ve alacakları yoktur... Bu kadarla da kalmayarak, Tahran hükümeti bunların mevcudiyetini ortadan kaldırmak için İdarî - siyasî, kültürel ve elden gelen her nevi hile ve tezvirlere tevessül

etmektedir: O cümleden; 1 — İran’daki Türklerin mevcudiyeti tekzip ve tarihi tahrif ediliyor. 2 — Türkçe coğrafi adlar, dağlar, dereler, ırmaklar, tepeler, köy adları, şehir adları, ova ve hayvan adları, soy adları, çocuk adları, tarihî Türk adları, Türklerden kalma tarihî âsar ve âbidelerin adları hep resmî ve sistematik bir sirette Farisîleştiriliyor. Buna misal;

- Tebriz civarından akan (Acıçay) farisice - telh rud, Azerbaycanda (Karadağ) silsilesi farisice - 'Siyah güh, Karasu - Siyah rud, Kara çimen - Siyah çimen, Azerbaycan eyaleti _ İstar-i 'evvüm, Türkmen atları — Esbihayı Gtirgân, Tebriz’deki (Şah gölü) Farisice — İstehri Şah.. Velhasıl; Gümüştepe, Tavşantepe, Aktepe, Tanm ovası, Aladağ, Urmiye gölü vesaire vesaire

adlar hep Farisiceye tebdil olunuyor. Türklük ifade eden ve Türk damgası taşıyan herşeyin izi silinmeğe çalışılıyor. 3 — Çocuklara Türk adı koymak ve Türkçe soyadı almak şiddetle yasaktır. 4 — Bütün mekteplerde ve halk için açılan gece kurslarında gerek çocuklara ve gerekse avam Türk halkına dersler hep Farisice takbih olunmaktadır. 5, — Mekteplerdeki masum

ruhlu Türk çocuklarına Türk mületini terzil etmek suretiyle Türk çocuklarını kendi milliyetinden nefret ettirmeğe bütün gayretleriyle sarf ediyorlar, 6 — «Ben İranlıyım fakat Türküm» demek cesaretini gösterenlere en şiddetli ceza veriliyor. Böylelerinden yüzlerce Kaşkay Türkleri, Hazer kıyılarındaki (Yemut) Türkmenlerden sayısız şuurlu Türk gençleri; Tebrizli

Türk zabitleri ve milliyetçi Türk oğulları Tahran’a getirilerek ve boyunlarına zincir, takılarak karanlık hapishanelere atılmışlardı. (Rivayete inanılırsa. Mahlu Rıza Şah Pehlevi İrandan kovulduktan sonra bu mahkûm zavallı Türk gençlerinden sağ kalanları diğer siyasî mahpuslarla birlikte hürriyete kavuşmuşlardır.) 7 — Türk vilâyetlerinde Azerbaycandaki sanayi,

fabrika ve mühim İktisadî müesseselerle leylî ve meccanî mektepleri Fars mıntıkalarına naklediyorlar. Misal; Tebriz’deki sanat mektebinin leylî kısmiyle bazı fabrikalar Isfahan şehrine nakledilmiştir. Bu suretle Türk vilâyetlerini iktisaden öldürüyolar ve bu yüzden Türk halkını, şimdiye kadar aslâ gitmedikleri Fars mıntıkalarında çalışmağa mecbur ediyorlar.

Nitekim. son birkaç sene içinde Tebriz mıntıkasından 60 binden fazla Azerî Türklerinin Tahran’a, İsfahan’a ve diğer Fars mıntıkalarma muhaceret etmek zorunda kalmışlardır, ki bu hâdise, İran kurulalıberi vaki olmuş değildir. Zira Tebrizli tüccar ve sanat erbabı Tahran’a değil, Avrupa’ya, İstanbula gider ve oralarda iş yapardı. Bugün ise harice seyahat etmek esasen

memnudur ve bu suretle dahilde boğulmağa mahkûm vaziyettedirler.. 8 — Hariç memleketlerde yasamış olan Türkler İrana dönünce bu gibiler İranın, ıssız kum çöllerine sürülüyor, Tebriz’de yaşamalarına müsaade edilmiyor misal: 1938-1939 senelerinde Türkistan’dan ve Kafkasya’dan yurtlarına dönen 60 binden fazla İranlı Türkler Tebriz’e değil, Kevir kum çölüne ve

barınılması mümkün olmayan malaryalı cenup mıntıkalara sürülmüşlerdir. 9 — Milyonlarca Türk halkına Türkçe mektep açmak, kitap bastırmak, gazete neşretmek şiddetle yasak edilmiştir. Bu gibi şeylere teşebbüs etmek büyük bir cürüm sayılmaktadır. 10 — Eski Türk kitapları, Tebriz şairlerinin taş basması eserleri ve el yazmaları toplattırılıp imha ettiriliyor.

11 — Mahlu Rıza Şah Pehlevi bütün idarelere mahrem surette şöyle bir emirname göndermiştir; «Soyu Türk olan ve Türkçe konuşan unsurları devlet idarelerinde mesul vazifelere tayin etmemek, mevcut olanları da bahane icadiyle kadro harici bırakmak..» Bu emirnameden bir tanesini alan Tebrizli bir müstantik aynen şunları söyledi: «Bizim kılıcımız ve bizim gücümüzle

saltanat mevkiine çıkan şimdi bizi beğenmemeğe başlamıştır..» 12 — Rıza Şah Pehlevi Türk neslinden ileri gelen değerli adamları öldürdü, zengin Türk hanlarının mallarını, çiftliklerini evlerini gasp etti. Misal: Tebriz valisi Abdullah Tahmasip Tahrana celbedilerek orada vekil yaptıktan sonra öldürttü.- Saray nazırı Timurtaş hapishanede zehirli iğne ile

öldürttü. Ve emsali birçok değerli Türk zabitleri hep onun keyfine kurban oldu. Karadağ, Makû, Tebriz hanlarının evlerini talan etti. Bunlardan gasbettiği milyonları Avrupa ve Amerikan bankalarına yatırdı. Ve nihayet 17 sene İranı yağma ettikten ve halka bin türlü ıztırap verdikten sonra da son faciada memleketi değil, yalnız tahtını - tacını ve neslini kurtarmak

kaygusiyle hareket etti. Bütün kapıları şerefsizce açtı.. Düşmanları memlekete soktu. Namus uğrunda bir damla kan akıtmadan da bizi düşmanlara teslim etti. Bu işte yine ezilen ıztırap çeken biz Türkler Azerbaycan Türkleri olduk. Biz silâhsız ve müdafaasız kendi başımıza bırakıldık. Bizim şehirlerimiz bombalandı... Evlerimiz yağmalandı. Birçok masum

adamlarımızın kanı beyhude yere akıtıldı. Bu facia şimdi bütün dehşetiyle devanı etmektedir. Hele bundan sonra ne gibi kara günler göreceğiz, başımıza daha neler gelecektir? Bu hususta bir şey söylenemez. Muhakkak olan birşey var sa, o da şu kanlı faciaların bitmemiş olmasıdır. Acaba, biz neyi bekliyoruz, kimlerden imdat umuyoruz?.. Bu facialara seyirci mi kalacağız?

Hayır, aslâ! Biz herşeydcn evvel kendimizi, kendi benliğimizi idrak etmeliyiz. Kendi varlığımıza sarılmalıyız.. Kimseden yardım ummamalıyız.. Çünkü, atalarımızdan kalma bir halk felsefesi vardır: «Ağlamayın uşağa süt vermezler». Biz ağlamayalım; haykıralım. İnsanlık hakkımızı alalım. Başkaları kadar biz de şerefle yaşamak hakkına malikiz. Biz İran'da

yaşayan Türkler asırlardan beri İran’ın şerefini kanımızla ve canımızla koruduk. Buna mukabil İrandan hiç bir hak istemedik. İran hükümeti de bize daima üvey oğul nazariyle baktı ve hâlâ da öyledir. Sayımız beş milyonu geçen bizler bugün İran'daki 60 bin Ermeni kadar medenî bir hakka malik değiliz.. Bu neden böyledir? Bunu biz yalnız kendimize sormalıyız. Biz

dâima şecaat ve cesaretimizi Farsların keyfi için sarfettik ve sustuk. Susanlara ise hiç bir yerde pay vermezler. Vatandaşlar, hakkımızı istemek zamanı gelmiştir. Biz artık miskin ve perişan halde yaşayamayız. Bilmeliyiz, ki asrımız milliyet asrıdır, (Milliyet) demek (benlik) demektir. Benliğini (idrak etmeyen Tanrısını bulamaz.. Biz kölelikten kurtulmalıyız. .

Hemşerilerim! Son faciadan sonra Tebrizden, Hoydan, Urmiyeden Makûdan ve bilûmum Azerbaycandan 37 bin mülteci ve muhacir Türkiye ve Irak hudutlarına iltica etmiştir. Bu 37 bin kişi içerisinde ben de, başkaları gibi aziz çocuklarımı ve ailemi düşmanlardan kurtaramadım. Kendim de silâhsız olduğumdan mücadele edemedim.. Sevgililerimi terk etmek mecburiyetinde kaldım. Çünkü:

Tahran, hükümeti bizi müdafaa etmedi.. Bize silâlı vermedi.. Kapılarımızı düşmanlara açık bıraktı. Türkiye'ye iltica ettikten sonra bu ülkede bize karşı yapılan iyiliklerden bahsetmek istemem. Şimdilik bu kardeş diyardaki kalem hürriyetinden istifade ederek vaziyetimizi, dertlerimizi tahlil ediyorum, feryadımızı bütün dünyaya bahusus Türkiye’deki Türk gençliğine

duyurmak istiyorum. Acaba, bizi tanıyorlar mı? Bizim kim olduğumuzu, nerelerde ve hangi ağır şartlar altında yaşadığımızı biliyorlar mı? Ne yazık ki: Hayır! bundan sonra da vaziyet böyle kalmalı mıdır? Türkiye’deki kardeşler! Mahkûm ve mağdur kardeşlerinizin davasını ilkönce sizin tanıyacağınızı umarım. Sonra bütün hakşinas dünya milletlerinin de bizim

haklarımızı er - geç teslim' etmekte tereddüt etmeyeceklerine inanıyorum. Çünkü biz haklıyız. «Hak» mefhumunu anlayanlar da hakkı sahibine teslim etmekte gecikmeyeceklerdir. Şimdi yine biraz da tarihten bahsedelim: (Azerbaycan) İran mıdır? Bu suale tarih «hayır!» cevabını vermektedir. Bu sözümüzü yine İran’da çıkan Farisice eserlerin yazılarıyla ispat edeceğiz.

Türklerle meskûn Azerbaycan ülkesi, tarihin gösterdiği sarih ve kat’i delillerle isbat olunduğuna göre aslâ Fars devletinin bir parçası olmamış, bilâkis müstakil bir (Atropaten) devleti olmuştur. Yunan müverrihlerinden Filip (206 yıl milâddan önce yaşamış) ve müellif Yunanlı Strabon (50 yıl miladdan önce) den naklen Ebülhasan Han Naşiri «Miratülbüldan» m 4 üncü

cildinin 138, 141 ve 142, 143 üncü sahifelerinde aynen şunları yazmaktadır: Atropaten (Azerbaycan) adiyle şöhret bulan Küçük Midya, bu ülkede hükümdarlık eden (Atropat) adlı bir kralın adiyle adlanmıştır. Hükümran Atropat, Makedonyalı Büyük İskender’in ordusu Atropaten ülkesine girdiği sırada İskenderle anlaşmış ve kendi memleketini kurtarmış.. İskender de

İran hükümdarı Daraye imtisalen onu hükümdar olarak tanımıştır. Tevrat’ta dahi kaydolunduğu veçhile Pars memleketi ve Midya ülkesi ayrı ayrı iki müstakil saltanat olmuşlardır. Yunan tarihçisi Herodot da Küçük Midya yani Azerbaycan ile Pars memleketlerinin ayrı ayrı birer müstakil devlet olduklarını, Midya kraiı (Faraut) un Fars ülkesini ve halkını istilâ ve

zaptetmiş olduğunu yazmaktadır.. Şimalî Midya ki Atropaten dahi tesmiye edilmekte idi o (Azerbaycan) demektir ve bu ülkeye (küçük midya) dahi denilmektedir. Bu devlet ehemmiyeti haiz idi. Harp zamanında 10 bin süvari ve 40 bin piyade asker çıkarabilirmiş.. (Dikkat: Asur kralı Asur Banibal 2500 yıl bundan önce - Atropaten ülkesine sefer ederken orada Türk cengâverleriyle

çarpıştığı, Asur tarihinde kaydedilmiştir. Muharrir.) «... (Zerdüşt) Peygamberin doğduğu yer dahi Azerbaycan - Midya memleketidir.. (Midya) ise: Şirvan, Geylan, Mazenderan ve Azerbaycan vilâyetlerinden mürekkeptir.. (Dikkat: Zerdüşt Azerbaycan'ın Mugan şehrinde doğmuş. Babası Mugan'ın eşrafından (Aktunran Bay) olduğunu, Amerikan muharrirleri, Ebu Reyhan Biyruni, ve

Hindistanda tabedilen «Kâtihayi Zerdüşt» müellifi tavafından yazılmaktadır. Bu itibarin «Peygamber Parsiyan» denilen Zerdüşt’ün de Türk olduğu tesbit edilmiş oluyor. İleride bu bahse dair ayrıca bir makale tahsis edeceğiz. Muharrir.)..» Meşhur müverrih Hamdullah Müstevfi dahi Nüzhetülkulub» adlı eserinde Midya Azerbaycan ülkesinin Pars memleketinden ayrı bir diyar

olduğunu kaydetmektedir.»

San'an Âzer
San'an Âzer

İşte; yukarıda kayıt ve tasrih edildiği veçhe ile; Toprağı, suyu, dağı, taşı, köyü, ovası, obası, ili, ulusu, şairi, sözü ve sazı ve her şeyi Türk; olan bu beş milyonluk Türk halkı ezelden beri bu yerlerde yaşamakta ve bu yerlerin hakiki sahibi olmakla beraber orada Farsların, Ermenilerin, Arapların malik oldukları hak ve imtiyazdan mahrumdurlar. Bunlar İran

hudutlarının bekçisi, İran saltanat idaresinin muhafızı olarak tavzif edilirler.. Fakat, hiç bir güne bir gün medenî İçtimaî hak talep edemezler. Yani; vazifeleri var, hakları ve alacakları yoktur... Bu kadarla da kalmayarak, Tahran hükümeti bunların mevcudiyetini ortadan kaldırmak için İdarî - siyasî, kültürel ve elden gelen her nevi hile ve tezvirlere tevessül

etmektedir: O cümleden; 1 — İran’daki Türklerin mevcudiyeti tekzip ve tarihi tahrif ediliyor. 2 — Türkçe coğrafi adlar, dağlar, dereler, ırmaklar, tepeler, köy adları, şehir adları, ova ve hayvan adları, soy adları, çocuk adları, tarihî Türk adları, Türklerden kalma tarihî âsar ve âbidelerin adları hep resmî ve sistematik bir sirette Farisîleştiriliyor. Buna misal;

- Tebriz civarından akan (Acıçay) farisice - telh rud, Azerbaycanda (Karadağ) silsilesi farisice - 'Siyah güh, Karasu - Siyah rud, Kara çimen - Siyah çimen, Azerbaycan eyaleti _ İstar-i 'evvüm, Türkmen atları — Esbihayı Gtirgân, Tebriz’deki (Şah gölü) Farisice — İstehri Şah.. Velhasıl; Gümüştepe, Tavşantepe, Aktepe, Tanm ovası, Aladağ, Urmiye gölü vesaire vesaire

adlar hep Farisiceye tebdil olunuyor. Türklük ifade eden ve Türk damgası taşıyan herşeyin izi silinmeğe çalışılıyor. 3 — Çocuklara Türk adı koymak ve Türkçe soyadı almak şiddetle yasaktır. 4 — Bütün mekteplerde ve halk için açılan gece kurslarında gerek çocuklara ve gerekse avam Türk halkına dersler hep Farisice takbih olunmaktadır. 5, — Mekteplerdeki masum

ruhlu Türk çocuklarına Türk mületini terzil etmek suretiyle Türk çocuklarını kendi milliyetinden nefret ettirmeğe bütün gayretleriyle sarf ediyorlar, 6 — «Ben İranlıyım fakat Türküm» demek cesaretini gösterenlere en şiddetli ceza veriliyor. Böylelerinden yüzlerce Kaşkay Türkleri, Hazer kıyılarındaki (Yemut) Türkmenlerden sayısız şuurlu Türk gençleri; Tebrizli

Türk zabitleri ve milliyetçi Türk oğulları Tahran’a getirilerek ve boyunlarına zincir, takılarak karanlık hapishanelere atılmışlardı. (Rivayete inanılırsa. Mahlu Rıza Şah Pehlevi İrandan kovulduktan sonra bu mahkûm zavallı Türk gençlerinden sağ kalanları diğer siyasî mahpuslarla birlikte hürriyete kavuşmuşlardır.) 7 — Türk vilâyetlerinde Azerbaycandaki sanayi,

fabrika ve mühim İktisadî müesseselerle leylî ve meccanî mektepleri Fars mıntıkalarına naklediyorlar. Misal; Tebriz’deki sanat mektebinin leylî kısmiyle bazı fabrikalar Isfahan şehrine nakledilmiştir. Bu suretle Türk vilâyetlerini iktisaden öldürüyolar ve bu yüzden Türk halkını, şimdiye kadar aslâ gitmedikleri Fars mıntıkalarında çalışmağa mecbur ediyorlar.

Nitekim. son birkaç sene içinde Tebriz mıntıkasından 60 binden fazla Azerî Türklerinin Tahran’a, İsfahan’a ve diğer Fars mıntıkalarma muhaceret etmek zorunda kalmışlardır, ki bu hâdise, İran kurulalıberi vaki olmuş değildir. Zira Tebrizli tüccar ve sanat erbabı Tahran’a değil, Avrupa’ya, İstanbula gider ve oralarda iş yapardı. Bugün ise harice seyahat etmek esasen

memnudur ve bu suretle dahilde boğulmağa mahkûm vaziyettedirler.. 8 — Hariç memleketlerde yasamış olan Türkler İrana dönünce bu gibiler İranın, ıssız kum çöllerine sürülüyor, Tebriz’de yaşamalarına müsaade edilmiyor misal: 1938-1939 senelerinde Türkistan’dan ve Kafkasya’dan yurtlarına dönen 60 binden fazla İranlı Türkler Tebriz’e değil, Kevir kum çölüne ve

barınılması mümkün olmayan malaryalı cenup mıntıkalara sürülmüşlerdir. 9 — Milyonlarca Türk halkına Türkçe mektep açmak, kitap bastırmak, gazete neşretmek şiddetle yasak edilmiştir. Bu gibi şeylere teşebbüs etmek büyük bir cürüm sayılmaktadır. 10 — Eski Türk kitapları, Tebriz şairlerinin taş basması eserleri ve el yazmaları toplattırılıp imha ettiriliyor.

11 — Mahlu Rıza Şah Pehlevi bütün idarelere mahrem surette şöyle bir emirname göndermiştir; «Soyu Türk olan ve Türkçe konuşan unsurları devlet idarelerinde mesul vazifelere tayin etmemek, mevcut olanları da bahane icadiyle kadro harici bırakmak..» Bu emirnameden bir tanesini alan Tebrizli bir müstantik aynen şunları söyledi: «Bizim kılıcımız ve bizim gücümüzle

saltanat mevkiine çıkan şimdi bizi beğenmemeğe başlamıştır..» 12 — Rıza Şah Pehlevi Türk neslinden ileri gelen değerli adamları öldürdü, zengin Türk hanlarının mallarını, çiftliklerini evlerini gasp etti. Misal: Tebriz valisi Abdullah Tahmasip Tahrana celbedilerek orada vekil yaptıktan sonra öldürttü.- Saray nazırı Timurtaş hapishanede zehirli iğne ile

öldürttü. Ve emsali birçok değerli Türk zabitleri hep onun keyfine kurban oldu. Karadağ, Makû, Tebriz hanlarının evlerini talan etti. Bunlardan gasbettiği milyonları Avrupa ve Amerikan bankalarına yatırdı. Ve nihayet 17 sene İranı yağma ettikten ve halka bin türlü ıztırap verdikten sonra da son faciada memleketi değil, yalnız tahtını - tacını ve neslini kurtarmak

kaygusiyle hareket etti. Bütün kapıları şerefsizce açtı.. Düşmanları memlekete soktu. Namus uğrunda bir damla kan akıtmadan da bizi düşmanlara teslim etti. Bu işte yine ezilen ıztırap çeken biz Türkler Azerbaycan Türkleri olduk. Biz silâhsız ve müdafaasız kendi başımıza bırakıldık. Bizim şehirlerimiz bombalandı... Evlerimiz yağmalandı. Birçok masum

adamlarımızın kanı beyhude yere akıtıldı. Bu facia şimdi bütün dehşetiyle devanı etmektedir. Hele bundan sonra ne gibi kara günler göreceğiz, başımıza daha neler gelecektir? Bu hususta bir şey söylenemez. Muhakkak olan birşey var sa, o da şu kanlı faciaların bitmemiş olmasıdır. Acaba, biz neyi bekliyoruz, kimlerden imdat umuyoruz?.. Bu facialara seyirci mi kalacağız?

Hayır, aslâ! Biz herşeydcn evvel kendimizi, kendi benliğimizi idrak etmeliyiz. Kendi varlığımıza sarılmalıyız.. Kimseden yardım ummamalıyız.. Çünkü, atalarımızdan kalma bir halk felsefesi vardır: «Ağlamayın uşağa süt vermezler». Biz ağlamayalım; haykıralım. İnsanlık hakkımızı alalım. Başkaları kadar biz de şerefle yaşamak hakkına malikiz. Biz İran'da

yaşayan Türkler asırlardan beri İran’ın şerefini kanımızla ve canımızla koruduk. Buna mukabil İrandan hiç bir hak istemedik. İran hükümeti de bize daima üvey oğul nazariyle baktı ve hâlâ da öyledir. Sayımız beş milyonu geçen bizler bugün İran'daki 60 bin Ermeni kadar medenî bir hakka malik değiliz.. Bu neden böyledir? Bunu biz yalnız kendimize sormalıyız. Biz

dâima şecaat ve cesaretimizi Farsların keyfi için sarfettik ve sustuk. Susanlara ise hiç bir yerde pay vermezler. Vatandaşlar, hakkımızı istemek zamanı gelmiştir. Biz artık miskin ve perişan halde yaşayamayız. Bilmeliyiz, ki asrımız milliyet asrıdır, (Milliyet) demek (benlik) demektir. Benliğini (idrak etmeyen Tanrısını bulamaz.. Biz kölelikten kurtulmalıyız. .

Hemşerilerim! Son faciadan sonra Tebrizden, Hoydan, Urmiyeden Makûdan ve bilûmum Azerbaycandan 37 bin mülteci ve muhacir Türkiye ve Irak hudutlarına iltica etmiştir. Bu 37 bin kişi içerisinde ben de, başkaları gibi aziz çocuklarımı ve ailemi düşmanlardan kurtaramadım. Kendim de silâhsız olduğumdan mücadele edemedim.. Sevgililerimi terk etmek mecburiyetinde kaldım. Çünkü:

Tahran, hükümeti bizi müdafaa etmedi.. Bize silâlı vermedi.. Kapılarımızı düşmanlara açık bıraktı. Türkiye'ye iltica ettikten sonra bu ülkede bize karşı yapılan iyiliklerden bahsetmek istemem. Şimdilik bu kardeş diyardaki kalem hürriyetinden istifade ederek vaziyetimizi, dertlerimizi tahlil ediyorum, feryadımızı bütün dünyaya bahusus Türkiye’deki Türk gençliğine

duyurmak istiyorum. Acaba, bizi tanıyorlar mı? Bizim kim olduğumuzu, nerelerde ve hangi ağır şartlar altında yaşadığımızı biliyorlar mı? Ne yazık ki: Hayır! bundan sonra da vaziyet böyle kalmalı mıdır? Türkiye’deki kardeşler! Mahkûm ve mağdur kardeşlerinizin davasını ilkönce sizin tanıyacağınızı umarım. Sonra bütün hakşinas dünya milletlerinin de bizim

haklarımızı er - geç teslim' etmekte tereddüt etmeyeceklerine inanıyorum. Çünkü biz haklıyız. «Hak» mefhumunu anlayanlar da hakkı sahibine teslim etmekte gecikmeyeceklerdir. Şimdi yine biraz da tarihten bahsedelim: (Azerbaycan) İran mıdır? Bu suale tarih «hayır!» cevabını vermektedir. Bu sözümüzü yine İran’da çıkan Farisice eserlerin yazılarıyla ispat edeceğiz.

Türklerle meskûn Azerbaycan ülkesi, tarihin gösterdiği sarih ve kat’i delillerle isbat olunduğuna göre aslâ Fars devletinin bir parçası olmamış, bilâkis müstakil bir (Atropaten) devleti olmuştur. Yunan müverrihlerinden Filip (206 yıl milâddan önce yaşamış) ve müellif Yunanlı Strabon (50 yıl miladdan önce) den naklen Ebülhasan Han Naşiri «Miratülbüldan» m 4 üncü

cildinin 138, 141 ve 142, 143 üncü sahifelerinde aynen şunları yazmaktadır: Atropaten (Azerbaycan) adiyle şöhret bulan Küçük Midya, bu ülkede hükümdarlık eden (Atropat) adlı bir kralın adiyle adlanmıştır. Hükümran Atropat, Makedonyalı Büyük İskender’in ordusu Atropaten ülkesine girdiği sırada İskenderle anlaşmış ve kendi memleketini kurtarmış.. İskender de

İran hükümdarı Daraye imtisalen onu hükümdar olarak tanımıştır. Tevrat’ta dahi kaydolunduğu veçhile Pars memleketi ve Midya ülkesi ayrı ayrı iki müstakil saltanat olmuşlardır. Yunan tarihçisi Herodot da Küçük Midya yani Azerbaycan ile Pars memleketlerinin ayrı ayrı birer müstakil devlet olduklarını, Midya kraiı (Faraut) un Fars ülkesini ve halkını istilâ ve

zaptetmiş olduğunu yazmaktadır.. Şimalî Midya ki Atropaten dahi tesmiye edilmekte idi o (Azerbaycan) demektir ve bu ülkeye (küçük midya) dahi denilmektedir. Bu devlet ehemmiyeti haiz idi. Harp zamanında 10 bin süvari ve 40 bin piyade asker çıkarabilirmiş.. (Dikkat: Asur kralı Asur Banibal 2500 yıl bundan önce - Atropaten ülkesine sefer ederken orada Türk cengâverleriyle

çarpıştığı, Asur tarihinde kaydedilmiştir. Muharrir.) «... (Zerdüşt) Peygamberin doğduğu yer dahi Azerbaycan - Midya memleketidir.. (Midya) ise: Şirvan, Geylan, Mazenderan ve Azerbaycan vilâyetlerinden mürekkeptir.. (Dikkat: Zerdüşt Azerbaycan'ın Mugan şehrinde doğmuş. Babası Mugan'ın eşrafından (Aktunran Bay) olduğunu, Amerikan muharrirleri, Ebu Reyhan Biyruni, ve

Hindistanda tabedilen «Kâtihayi Zerdüşt» müellifi tavafından yazılmaktadır. Bu itibarin «Peygamber Parsiyan» denilen Zerdüşt’ün de Türk olduğu tesbit edilmiş oluyor. İleride bu bahse dair ayrıca bir makale tahsis edeceğiz. Muharrir.)..» Meşhur müverrih Hamdullah Müstevfi dahi Nüzhetülkulub» adlı eserinde Midya Azerbaycan ülkesinin Pars memleketinden ayrı bir diyar

olduğunu kaydetmektedir.»

Savas Kalenteridēs
Savas Kalenteridēs

Kürtlerin bir kesimi Medler’i kendi ataları olarak kabul etmektedirler. Perslerin egemenliği sürecinde, Ahemenidon Hanedanlığı (MS. 700) döneminde Kürtler, İmparatorluğun askeri güçleri içinde kadrolaşıp, Zerdüşt tapınaklarını koruma görevini almışlardı.

Savas Kalenteridēs
Savas Kalenteridēs

Kürtçe Hint-Avrupa dil grubuna dahildir ve 4 temel lehçe­den oluşmaktadır.En büyük bölümü Kurmanci lehçesidir. Özellikle, Kuzey Kürdistan ve Merkezi Kürdistan’da (buna Güney Kürdistan’ın bir bölümü de dahildir.) Kurmanci lehçesi egemendir. Bu genel Kürt nüfusunun % 70’ini kapsamaktadır.Sorani lehçesi; Güney Kürdistan’da (Irak parçasında), bugün yaklaşık,

3,5 milyondan fazla nüfus Soranca konuşmaktadır. Gorani lehçesi ise, Kürdistan’m Irak-İran sınırına yakın yerleşim bölgesinde yaklaşık 2 milyon kişi tarafından konu­şulmaktadır. Zazaki lehçesi ise, özellikle Kuzey Kürdistan’da (Türkiye par­çasında) dört milyondan fazla kişi tarafından konuşulmaktadır.
Kürtler, geleneksel olarak Zerdüşt dinine

bağlıdırlar. Bu din İslamın ortaya çıkmasından sonra İslama kayarak sınır­lanmıştır. Kürtlerin bugün çoğunluğu müslümandır. Bu da mezheplere ayrılmıştır. % 75’i Sünni, % 15’i Alevi, % 5’i Şii ve geriye kalanlar ise Yezidi (Zerdüşt), Hıristiyan ve diğerle­rinden oluşmaktadır. Genel çizgiler ile diyebiliriz ki, Kürtler arasında ulusal ideoloji, dini

görüş ve tarikatlara göre daha et­kin ve geçerlidir.

Himmet Dağlı
Himmet Dağlı

DİYÂR-I ŞEHR-İ REY’İN ÇÖMLEKÇİSİ

“Yeryüzünde gerçekten müstesna olan
sadece dört yer vardır ki bunlar
Rey, Şam, Rakka ve Semerkant’tır.”

(Bağdat’ın eski halifesi Harun el-Reşit)

Büyük istilânın hemen öncesinde, henüz tahrip edilmemiş fakat mezhep kavgalarından ötürü oldukça yıpranmış Selçuklu

şehirlerinden biri de çömlekçiliğin hünerli ellerden çıktığı, fakat hayvan kılıyla ve pamuklu dokuma kumaşların üretiminin tükenme noktasına geldiği Rey şehri idi ve daha dikkat çekici olanı ise buranın yaklaşık on kilometre ırağında, Horasan yolunun solunda, Mesgar Abad Dağları’nın eteklerindeki Harun Zindanı olarak adlandırılan ve Rey şehrinin sınırları

içerisinde bulunan taş yapıydı. Bu taş yapı, her ne kadar gözlerden uzaksa da, doğunun bu topraklarında şehrin sakinlerinin nabzının her daim attığı bir Zerdüşt tapınağıydı. Yüzyıllarca gizemli havasıyla ateşkadeh olarak
kullanıldıysa da bu uzun zaman önceydi tabii.

Tanıl Yaşar
Tanıl Yaşar

Zerdüşt'ün öğretileri ilk bakışta yalın görünen bir özdeyişle özetlenebilir:"Düşünce iyi düşünülsün, söz iyi söylensin, iş iyi yapılsın."

....

...Ama Zerdüşt her halükarda halkımızdan, bizden biriydi.Her insanın bir düşü olduğu gibi,onun da bir düşü vardı.Evet DÜŞLERİ OLMAYAN BİR İNSANIN hayvanlaşma,saf biyolojik bir makine

olma,bir robot, anlamsız bir oyunda figür olma tehlikesiyle karşılaşacağı kesin olarak söylenebilir

Mehmet Sait Çakar
Mehmet Sait Çakar

Zerdüşt’ün insan temelli vasiyeti ile kendi kültürünün temellerini atan Kürtler, Zerdüşt inancının zayıflamasıyla ezidiliği, ardından da Müslümanlığı benimserler. İslamiyet’in benimsenmesi, aynı zamanda Kürt edebiyatının sözlü gelenekten yazılı metinlere geçişinin de başlangıcıdır

Selahattin Ali Arik
Selahattin Ali Arik

Her Zerdüşt tapınağında 'atesgade' denilen bir ateş odası vardır. Günde beş kes dualarla ateşe odun atılır. Odunların üç defa inceltilmiş, kuru, kabuksuz, kaliteli ve düzgün olması gerekir.