Usame Kemali
Usame Kemali

Komisyon incelemeleri sürerken Subat ayında Doğu Anadolu'da Ingilizler tarafından kışkırtırdığı anlaşılan Şeyh Sait Ayaklanmasının patlak vermesi de Türkiye karşıtı bir rapor hazırlanmasında etkili olmuştur. Komisyonun 16 Temmuz 1925'te Milletler Cemiyetine sunduğu raporda Musul vilayetinde çoğunluğun sayıları 500 bin kadar olan Kürtlerin oluşturduğu, Kürtlere

idari ve kültürel özerklik verilmesi kaydıyla Musul'u Irak'a aksi halde Turkiyeye bırakılmasının uygun olacağı belirtilmiştir. Raporda vilayetin Türkiye ile Irak arasında taksim edilmesi seçeneğinin benimsenmesi durumunda Küçük Zap çizgisinin sınır olabileceği önerilmektedir. Ancak iktisadi olarak Musul'un Irak'a bağlanmasının daha uygun olacağına dikkat cekilmekte

İngiltere'nin hakkari üzerindeki iddialarının ise kabul edilemeyeceği belirtilmektedir.

M.İ.Artamonov
M.İ.Artamonov

Yahudiliğin devlet dini olarak benimsenmesi Hazar Hakanliginin sadece bağımsızlığını değil aynı şekilde Bizans Imaparatorlugu ile Arap Halifeliğiyle denkliğini sağlaması konusunda önemli bir siyasi güven kazanması demekti ve Hazarları kendi çıkarlarına boysundurmak isteyen taraflardan her ikisine de bir cevap teşkil etmişti.

Ayşegül Durmuş
Ayşegül Durmuş

Ulusçuluk Wallerstein'in deyimiyle devlet yapılarının askari çimentosu durumundasır. Bu anlamda devletler, ulusçuluk oluşturmak için üç temel araç kullanılmıştır. Bunlar, devlet okulları sistemi, askerlik hizmetinin benimsenmesi ve son olarak da kamuya açık bir şekilde düzenlenen resmi törenler.

Sebile Başok Diş
Sebile Başok Diş

Özgürlük kavrayışımızda bazı sorunlar vardır. Belirli alanlarda bazı özgürlüklere sahip oluşumuz, hayatımızın bütünüyle efendisi ve şekillendiricisi olduğumuz anlamına gelmemektedir. İnsanlar gerçekte sayısız sınırlandırmaya tabidir. Yaygın özgürlük söylemleri ise bu gerçeğin göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Bu söylemin benimsenmesi nedeniyle insanlara

içindeki her unsuru diledikleri gibi biçimlendirerek yaşamlarını bir sanat eserine çevirebileceklermiş gibi davranılmaktadır. İnsanlar ideal bir dünyada yaşıyormuş gibi, yaptıkları seçimler geri döndürülemez değillermiş gibi hareket etmeye teşvik edilmektedir. Oysa gerçekte ekonomik koşullar, seçme özgürlüğünü kısıtladığı gibi tek bir yanlış kararın da

telafisi mümkün olmayan feci sonuçları olabilmektedir (Salecl, 2016, 15).

Ahmed Raysuni
Ahmed Raysuni

Kur'an'da konu edinilen şûra kavramı, Peygamberimizin ve ashabının hayatında bir yaşam tarzı ve prensip olarak yerini almış, örnek neslin oluşumuna katkıda bulunmuştur. Sonraki nesiller ise, genellikle şûranın önemi ve değeri hakkında farkındalıktan uzak düşmüşlerdir. Bu konuda pek çok şey yazılmış ve söylenmiş olsa da istişare, pratik hayatta etkin olacak bir

tarzda uygulanmamış veya tamamen ihmal edilmiştir.

Yazara göre bu durumı varolan haliyle siyasal otoriterizme saplanmış olan İslam dünyası için ciddi sonuçlar getirmiş ve getirmeye de devam edecektir. İstişare Kur'an ve sünnete özgü bir nitelendirmeyken, yazar bu olguyu, modern bağlamıyla karar alım süreçlerinde demokratik katılımla da irtibatlandırmıştır.

Bu durum, şûra kavramımn demokrasiyle denk tutulmasına yönelik eleştirilere ve tartışmalara yol açabilir.

Ahmed Raysuni, istişarenin Müslümanlar tarafından, onların çıkarlarını koruyacak bir yaşam tarzı, ıslah ve yeniden inşa aracı olarak benimsenmesi gerektiğini savunmaktadır.

Kitabın önemli bir bölümü, bu prensibin ortak toplumsal yaşamda

hangi biçimlerde uygulanabileceğini, sistematize edilebileceğini ve kurumsallaştırılabileceğini incelemektedir. Bunu yaparken yazar, konuyu farklı açılardan ele almakta, üzerinde çok durulmamış alanlara yönelik sorgulayıcı bir yaklaşım sunmaktadır.

Yaşadığımız günleri ve coğrafyayı dikkate alarak, kitabın istişare alanındaki söylemlerin genişletilmesil

tartışılması ve yeni araştırmalara vesile olmasını umuyoruz.

Mahya

Gülbeyaz Karakuş 
Gülbeyaz Karakuş 

Tanzimat’la başlayan çözüm arayışları, ”Batı Medeniyeti"nin idealize edilmesi, bilimin mutlaklığı anlayışı ile neticelenmiştir. Ancak Aydınlanma felsefesi ve sonuçlarının farklı sâikler üzerine temellendirilmesi ve felsefî olarak bir teolojiye dayanmasının dışında zamanla ”kendi teolojisini” yaratması, Batı bilim ve felsefesini takip etme konusunda Osmanlı

düşünürlerini çeşitli paradokslarla karşı karşıya bırakmıştır.

Bu paradokslar, zaman zaman İslâm dininin rasyonel hatta bilimsel bir din olduğu yönündeki uzlaştırmalara zaman zaman ise savunmaya itmiştir. Yeni bilim ve din paradigması karşısında varılan sonuç, söz konusu düşünür ve fikirlerin ”dönüştürülerek" kabul edilmesi oldu.

Ancak özellikle Pozitivizm ve Darwinist düşünce, ”aklı" yücelten, ”dünyevîliği” icbar eden, metafiziği yadsıyan felsefî yönlerinden ziyade ”siyasî bir çözüm" olarak ele alınnuş“(1) ve ”terakki” anlayışı içerisinde zamanla önce İttihat ve Terakki'nin sonrasında Cumhuriyet döneminin siyasal ideolojisi hâline gelmiştir. Sosyal Darwinizm anlayışının

benimsenmesi ve Le Bon’un kitleler için dinin zorunlu olduğu ve siyasî ideolojinin dinîleştirildiğı' görüşü, Cumhuriyet döneminde politik-teolojik dönüşümün sağlanması ile meydana gelen ”sivil din” ihdasında etkili olmuştur.

------------

1Şükrü Nişancı, “Ittihat Terakki Politikalarında Pozitivizmin Etkisi ve Eleştirel Bir Yaklaşım”,

Bilgi Dergi, C. 2, S. 19, 3. 19-47.

Safâ Mürsel
Safâ Mürsel

Bediüzzaman'ın dinamik hukuk anlayışını aksettiren diğer bir görüşünü de, 1908 yılının Aralık ayında, Tanin başyazarı Hüseyin Câhid'in, «lâiklik» Isteyen yazısına karşı verdiği cevapta buluyoruz. Sözkonusu cevapta, hukukla ilgili olarak şöyle denmektedir :

«Bana öyle geliyor ki, sizlerin hatâsı bilhassa şu noktadan istikametleniyor. Ve çıkış

istikameti hatâlı olduğu için elde edilen neticeler, tezatlardan kurtulamıyor. Sizler, İslâmiyet'in esas hükümlerinin üzerinde temelini bulmamış zihniyetle, başka dinlerin ve kavimlerin mecralarından muhassallaşmış neticeler alıyor, bunların üzerinde, zamanın icaplarını mülâhaza ediyorsunuz. Bu hatâdır. Çünkü, dünya yüzündeki dinler arasında müm hasıran

İslâmiyettir ki, kendi mensupları için, hayatın iki safhasında da, hükümleri ebedi kıstaslar koymuştur. Münakehat, muamelât ve ukubatın ihtiva ettiği esaslar hâricinde, bir Insanın dünya üzerindeki hayat safhasına giren hangi mevzular kalıyor. Bunu hiç düşündünüz mü? Emin olunuz ki, yoktur. Yalnız yapılacak olan, akıl ve irfanın yolu ve nuru ile, içtihadın

vazifesinin, yalnız mahsus olmıyan hususata münhasır olmayıp, örf ve âdâta da müstenit olan, ahkâm-ı mahsusada dahi, içtihadın vazifesini müdrik olmaktır.

Ey Hüseyin Cahid Bey!.. Zat-ı âliniz, bu şekilde zamanın ta gayyürü hâlinde ahköâmın tebeddülü esasını kabul edebilmek cesaretini ve dür-endişliğini göstermiş zihniyet önünde, sâdece şükran ve

hayranlık hissetmeden nasıl oluyor da, başka dinlerin çaresizlik içinde tutmaya çalıştıkları bedbaht istinatgâhlar üzerinde dolaşıyorsunuz. Bunu izah edebilir misiniz?

Edemezsiniz, çünkü, sizlerin en büyük hatânız, bizimle hiç bir maddi -mânevi münasebeti olmayan menbaları, bizim için kâbild tatbik kabul etmeniz, yaşadığımız zamana da bu esasa ta göre

boyanmış renkli camlarla bakmış olmanızdır...» (27).

Onun bu ifâdeleri, İslâm hukukunu reddedenlere karşı, İslâm hukukunun dinamik mâhiyetini göstermek için ileri sürdüğü beyanları olmaktadır. Ayrıca konu ile ilgili olması bakımından zikretmek gerekir ki, İslâm toplumu için içtihad yapabilme şartlarının neler olduğu Bediüzzaman tarafından etraflıca

incelenmiş ve sınırları çizilmiş bir konudur. (Bu metindeki izahların etraflı tahlilini içtihad bahsinde ele alacağız.)

Hüseyin Câhid gibi, İslâm hukukunu donmuş ve yetersiz gören, fakat hatâsının farkında olmayanlara, Bediüzzaman, zamanın değişmesiyle içtimai hayatı tanzim eden teferruattaki hükümlerin değişebileceğini izah ediyor ve İslâm'ın dinamik

hukuk mâhiyeti arzeden yapısına karşı onu şükran duymaya çağırıyordu. Zaten Icma-ı ümmet, kıyas-ı fukaha gibi İslâm'ın temel hukuk müesseseleri, bu hukukun hareketli ve tekâmüle müsalt dinamik mâhiyetinden doğan müessseler olarak görülmüştür (28). Yâni, bu hukuk müesseseleri toplumun hukuk alanında ihtiyaç duyduğu mes'elelere yine İslâm hukuku çerçevesi

İçinde cevap aradığı kaynaklar olmuştur. Bu tarzın benimsenmesi sâyesinde, ortaya çıkan her yeni şart İslâm hukuku içinde izahını bulabilmiştir.

(27) Kutay, G, Tarih Sohbetleri, ce. 6, 199-200. (28) Gur, A. R., Hukuk Tarihi ve Tefekkürü Bakımından Mecelle, 86.

Don Norman
Don Norman

Herkes kökten yenilik istese de işin gerçeği, en kökten yeniliklerin başarısız olduğu, başarılı olsa bile benimsenmesi için onlarca yıl geçmesi gerektiğidir. Onun için kökten yenilik görece enderdir. Artırımlı yenilik yaygındır.

George Sabine
George Sabine

Bireyin yaratıcı güçlerini serbest bırakan ve onu özgür olarak hareket eden bir ahlaki kişi düzeyine yücelten şey, ulusal görevin ahlaki bir dava olarak benimsenmesi ve herkesin bu dava üzerine düşen görevi üstlenmesidir.

Aydın Taneri
Aydın Taneri

Uzmanlıktan uzaklaşma veya adama göre iş gibi olumsuz bir politikanın benimsenmesi Osmanlı Devleti'ne çok pahalıya mal oldu. 1877 yılındaki Plevne savunmasının arkasındaki acı gerçek, bunun örneklerinden birisidir. Ruslar, Çar ve başkomutanlarının yönetiminde Çar'ın doğum gününde saldırıya geçtiler. Önemli bazı mevkileri ele geçirdiler. Fakat Osman Paşa'nın

maiyetinde ve onun gibi değerli komutanların ve erlerin kahramanlığı Rusların kesin bir sonuç sağlama yolundaki her türlü gayretlerini kırdı. Ruslar ve müttefikleri Romanyalılar girdikleri yerden çıkartıldılar ve yüz geri kaçmaya zorlandılar. Çar büyük ümitlerle giriştiği taarruzda kuvvetlerinin bu hâlini gözyaşlarıyla seyretti. Bununla beraber Osman Paşa, Rusların

Plevne'yi almak için tekrar girişim yapacaklarına kesin olarak inanıyordu. Plevne'den Orhaniye üzerine çekilerek, Osmanlı ordusunun diğer birlikleriyle temasa geçmek için İstanbul'dan izin istedi. İstanbul'da "sivil paşalar"dan oluşan "meclis-i askerî" bunu yerinde görmedi. Uzmanlıktan uzak kişilerin, üstelik Boğaziçi kıyılarından savaş yönetmelerinin hazırladığı

felaketi, Osman Paşa'nın kahramanlıkları önleyemezdi. Ruslar, Plevne'yi saldırı ile alamayacaklarını anladılar. Kuşatmaya karar verdiler. General Totleben'i kuşatma kuvvetlerinin başına getirdiler. Bir başka generali de Plevne'yi tecrit edecek kuvvetlerin başına getirdiler. Böylece Osman Paşa'ya hiçbir şekilde yardım yapılmasına imkân kalmayacaktı. Bu planın

uygulamasını Ruslar başarıyla yürüttüler. Osman Paşa, şehit olan subay ve erlerin yerini dolduramadı. Böylece "sivil paşalar"ın harp yönetmekteki başarı seviyeleri ortaya çıktı. Açlık etkisini gösterdi. Cephane ve sağlık malzemesi azaldı. Rus Generali, Osman Paşa'ya kahramanlığını öven bir mektup gönderdi. Teslim olmasını önerdi. Paşa reddetti. Türk askerinin

bu kapanda sefil bir şekilde ölmektense, bir yarma hareketiyle kuşatma çemberini aşmaya geçmesine karar verdi. Bu kararın uygulanmasına misli görülmeyen fedakarlıklar ve kahramanlıklarla başlandı. 42.000 kişilik Türk kuvveti 72 top ile, 130.000 Rus ve Romen askerine ve 450 topa karşı dövüştü. Üç kuşatma çemberinden ikisini yarmayı başardı. Fakat sonuçta teslim olmaya

mecbur oldu. Plevne kahramanları, harp talihini değiştiremediler. Fakat Türk ordusunun askerlik şerefini kurtardılar.