Ali Rıza Soyaslan
Ali Rıza Soyaslan

...2015 çıkan sonuca göre mutluluğun sırrı; iyi ve kaliteli sosyal çevrede...

Alev Eken
Alev Eken

"Pahalı ürün her zaman kaliteli üründür." düşüncesinde değilim. Ancak bazı etken maddeler, bazı formülasyonlar var ki belli bir maliyet gerektirirler. Bu nedenle her zaman "Ederi nedir?", "Ne kadar gerekli?" diye düşünürüm.

Jonathan Clements
Jonathan Clements

Bugünlerde Japonca edebiyat eserlerine erişmek her zamankinden daha kolay, fakat yine de insan keşke daha kaliteli eserler çevrilse diye düşünmeden de edemiyor. Ucuz gençlik romanlarının Japonya sevdalılarına daha çok hitap ettiği düşünüldüğü için bu yol tercih ediliyor tabii.

Hale Yıldız
Hale Yıldız

Yaşadığını sanmak demek delice ve serserice yaşamak değil ki , sevdiklerinin varlığına her an şükrederek onlarla kaliteli zaman geçirmek demek.Kırmadan yıkmadan sevgi dolu.

Umut Dinçşahin
Umut Dinçşahin

"Okumak düşünce dünyasının besinini sağlayan bir gıdadır. Okumak enerji verir, dayanıklılık verir, bağışıklık sistemimizi güçlendirir. İyi, kaliteli ve doğal bir gıda ile beslendiğimizde vücudumuz güçlenirken, yapay, bozuk ve karışık bir gıda bizi rahatsız edebilir. Bu sebeple okunan materyalin kalitesini ve ona ihtiyaç duyup duymadığımızı belirlemekle

başlamak önemlidir."

Fazlı Koca
Fazlı Koca

-Gülenay yetiş Sarıkız"ım ölüyor.
Hayatında bırakın doğurtmayı, inek bile sağmamıştı. Eğer birşeyler yapmazsa Sarıkız'ı kaybedeceklerdi. Sarıkız sadece bir inek değil ailenin geçim kaynağının baş aktörüydü. Sütü bol olur, buzağısı kaliteli olurdu. Ahırdaki bütün hayvanların atasıydı. Ailenin bir ferdi, Kamile ablanın gözbebeğiydi. Babası düğün

hediyesi olarak vermişti. Küçük bir buzağı iken ona Sarıkız ismini koymuşlardı. Bir saatlik uğraşın ardından Sarıkız'ı doğurttular, kendisi gibi sarı erkek bir buzağısı oldu.

Food and Travel Türkiye Dergisi
Food and Travel Türkiye Dergisi

SESSİZ KAHRAMAN

Mutfağını, ekinini, efsane sokak lezzetlerini, yeşil yaylalarını gözlerden sakınmayı o kadar iyi başarmış bir şehir ki Maraş. Kurtuluş Savaşı'ndaki sayısız cesaret hikâyesiyle adının başına kahraman unvanını aldığını hepimiz biliyoruz ama emekçisinin, üretiminin bugün Türkiye lezzet haritasında ayrı bir kahramanlığı da

göğüslediğini gidip görmeden anlayabilmek kolay değil. Adana ve Gaziantep gibi tanıtımda öne çıkan çevre illerin gölgesinde kaldığı için özellikle mutfağının pek bilinmediği kısmen doğru ama Maraş'ın aslında bilinmekle fazla ilgilenmediğini de inceden hissetmek mümkün. Tanıştığımız işinin ehli her üretici, emeğini koyduğu işine saygıyla bağlı.

Dolayısıyla tanıtmaktan çok işin icraat kısmıyla haşır neşirler. Yurtdışın-da yurtiçinde farklı yerlerde okuyan, çalışıp tecrübe kazanan çoğu Maraşlı mutlaka memleketine dönüyor, baba işini sürdürüyor, turizm alanına yatırımlar yapıyor, kısaca şehrine bir şekilde faydalı olmaya bakıyor.

Türkiye'nin en büyük başarı öykülerinden dövme Maraş

dondurması şehrin en bilineni. Üretimde bir o kadar kuvvetli oldukları Maraş biber ve tarhanası, hemen her fırında günlük çıkan bölgeye özgü Maraş çöreği de dondurma gibi coğrafi işaretli. Antepfıstığı ihtiyacının büyük bir kısmını Maraş'ın karşıladığını da eklemek gerek.

Orta-yüksek arası diyebileceğimiz bir acılık seviyesindeki Maraş

biberi, dünyanın en kaliteli biber türleri arasında. Bugün yurtdışında da bilinen bir marka haline gelmesi için yetiştirildiği Kahramanmaraş, Gaziantep, Hatay, Şanlıurfa hattında ortak çalışmalar yürütülüyor. İpek gibi dokusuyla Maraş biberin yemeklere kattığı lezzet gerçekten acı sevmeyenleri bile tavlayacak türde. Sarımsak ve sumakla birlikte Maraş mutfağını da

güçlü kılan ana unsurlardan biri.

Maraş tarhanası şehre adım attığımız andan itibaren farkıyla şaşırtan en önemli ürün. Hazır çorbanın atası tarhanamız kıymetlidir, pek çok ilde yöresel farklılıklarla en güzelleri yapılır, baş tacı edilir zaten. Ama dünyaya tanıtma potansiyeli en yüksek yerin Maraş olacağı kesin çünkü firik tarhana denilen ham

tarhanayı kullanım biçimleri buna çok elverişli.

Suzan Aydemir Büyük
Suzan Aydemir Büyük

“Yarınımızın garantisi bile yokken neden zorlaştırmak için uğraşırız hayatlarımızı bilmem. Ne yana çevirsem kafamı, hırslarımıza yenik düşenler veya mutsuzlar ordusu, sınırlarını zorlayanlar yahut kaybetmeyi çoktan kabullenmiş bizler. Peki, varoluşumuzun sebebi neydi; güzel yaşamak kaliteli bir hayat sürmek hepimizin hakkı değil mi?
Yeni güne merhaba

dediğimiz sabahlarda kahvemizi veya çayımızı yudumlarken, elinize aldığınız gazetelerin üçüncü sayfalarında kıskanç koca vahşeti veya öldürülen masum zavallı çocuk haberlerini okurken, hayatımızda bir kere olsun aklımızdan geçmedi mi bu soru? Canlılar içinde sadece insana bahşedilmiş olan ve artık çoğu zaman hayvanlarda gördüğümüz, merhamet duygusu...

İnsanlığını kaybetmiş insanlık...
Güzelin çirkine,
Beyazın siyaha,
Gecenin gündüze mahkumiyeti gibi.
Hepimizin içinde barındırdığı iki savaşçı ruh, iyilik ve kötülük.
Peki, biz hangisini besliyoruz, yeşertiyoruz içimizde?
İyiliğin mi, yoksa kötülüğün mü kök salmasına izin veriyoruz hücrelerimizde?