Şeytana, kötülüğe karşı savaşılması, cennet ve cehennem kavramları Zerdüşt dininden diğer dinlere kaynak olmuştur. Şeytan ve yanında savaşanlar yeraltı güçleri olarak anılmaya başlanmış, Tanrı ve yanındaki melekler ise göksel güçler olarak Sabii dininde yerini almıştır.
Zerdüştların kutsal kitabı Avesta, ateşi beş farklı biçimde kabul eder.
Berezisavah, ( Ateş'i Vehram ) günlük hayatta kullanılan ateş.
Vohufryana, insanların ve diğer canlıların tenlerindeki ateş.
Urvasizta, bitkilerin yapısındaki yer alan ateş.
Vazista, havadaki ve bulutlardaki ateş, yani şimşek.
Spanista, cennetteki Ahura Mazda'nın huzurunda hiç
sönmeden yanan ateş. Zerdüşt tapınaklarında, hiç söndürmeden diri tutan rahiplerin, nefesleriyle kirletmemek için yüzlerine peçe takarak yaklaştıkları ateş, Spanista anlamındadır.
Medlerin 127 yıl egemenliği zamanı bölge milletleri milli hukuka malik olmuşlardır. Örn. bu dönemde Parslar kendi dillerini geliştirmiş ve ilk kez kendi dillerinde taş yazıtlar yazdırmışlardır. Med kralı Astiak kendi güveyi Sepitame (mugların büyüğü) ve bir kaç büyük mug aracılığıyla tek bir Zerdüşt dini yaratarak, küçük Zerdüşt dinlerine son vermek istemişti.
Kendi dini liderlikleri ve kısmen mevki ve maddi gelirlerini tehlikede gören ayan ve elitlerin çoğu (Med ayan-elitleri genellikle hem el ve bölge büyüğü, hem de o el ve bölgenin dini lideri olurdu), özellikle de Harpak, Astiak’a karşı ve düşman olmuştu ve kuşkusuz öteki Med ayan ve elitleri tarafından da desteklenmişti.
“Bizim dedelerimizin önceki mezhebi ateşe tapmaktı ve bu mezhebi kuranlar Midyalılar olmuştur. Sonra Midya’nın büyük düşünürü Zora Aster (Zerdüşt) bu mezhepte derin düzeltmeler gerçekleştirdi...Hz. Zerdüşt Doğu’nun büyük düşünürlerinden biri ve aynı zamanda Midya milletinin unutulmaz onurlarından sayılır. Bu büyük düşünür insanlık toplumunun derin
reformcularından olmuştur... Hz. Zerdüşt’ün kalıcı baş eseri olan Avesta, insanlığın yüksek düşüncesinden kaynaklanmış olan bir yapıttır.”Yakındoğu bölgesine ilk kez gelen Aryalarla Asiyani halklar arasında uzun süreli çarpışmalar ve savaşlar olmuştur. Bu uzun süreli savaşlar sırasında, her iki halkın içinde dünya ünlüsü kahramanlık destanları meydana
gelmiştir. Bu destanların kahramanları Avesta kitabına, daha sonra da Şehname ve Kutadgu Bilig gibi kitaplara yansımıştır. Hem Fars, hem de Türk halkının bu dönemlerde yaratılmış olan kahramanlık destanlarındaki kahramanlarının çoğunun adı Gatlar ve Avesta’nın başka bölümlerinde geçmiştir. Zaten Şehname’de de Fars kahramanları ile Türk kahramanları arasında
geçen olaylar anlatılır. Demek ki, Türk ve Fars halklarının kahramanlık destanlarının bir çoğu Med devletinin kuruluş yıllarındaki olayları ve şahsiyetlerinden, hem de Eşkaniler dönemi olaylarından kaynaklanmıştır.
Zeve ve Hasanlı’dan bulunan kap kacaktaki tasvirler Mannaların tanrıları (putları) ve dini düşünceleri ile ilgili bilgiler veriyor. Onlar bölgemizin başka eski halkları gibi, puta tapan ve Şamanist olmuşlardır, onların puta tapmaları Hurriler, Urartular, Guttiler ve Lullubilerinkine yakın olmuştur
Hurrilerin şaşırtıcı şeytan-yarı insan-yarı hayvan şekilleri,
şaşırtıcı kanatlı hayvan resimleri, aslan başı, şahin ve kartal kanatlı şekillerle ilgili düşünceler, kuşkusuz onların komşusu Mannalarda da olmuştur. Bunların hepsi ilkel dini-hurafeci düşünceleri anlatan resimlerdir.
Zerdüşt dini de Manna-Azerbaycan topraklarında bundan bir, iki asır sonra meydana gelmiştir. Bu dinin rüşeymleri ve ilk temelleri bahsettiğimiz
yüz yıllıklarda, Manna elleri ve beylikleri içinde yaratılmağa başlamıştır. Manna’da olan küçük beyliklerin kralı, hem siyasi, hem de dini lider olmuştur.
Darius’un kitabelerinde Zerdüşt tanrısı Ahura Mazda adının geçmesine karşın, Parsların Zerdüşt dini Medlerin Zerdüşt dininden çok ayrımlıydı. Akamenit kralları resmi olarak Zerdüşt dinini kabul etmemiş, hatta Darius Berdiya’yı öldürdükten sonra, bu günü ‘mug öldürmek’ günü adlandırmıştır. Ancak Akamenitlerin tek bir dine gereksinim duydukları için,
yavaş yavaş Medlerin Zerdüştçülüğü ile Parsların dini, birleşip zamanla ayrımlar ortadan kalkmıştır.
Arap fetihlerinden yüzyıllar sonra bile Zerdüştçü ideolojinin ayakta kalmasını sağlayan toplumsal ve kültürel koşulları betimlemektedir. Mansur bunun farkındaydı, bu tür ideolojilerin merkezi olduğu için Merv'e karşı özellikle tedbirliydi. Bu yüzden, her şeyi tam olarak denetimi altına almak için 759-769 arasın da kendi oğlu ve halefi olan el-Mehdi'yi Horasan valisi
olarak Merv'e tayin etti. Mansur, gözü pek muhaliflerini ortadan kaldırmanın o kadar zor olmadığını, ama insanların kültürlerini tamamen ortadan kaldırmanın ne mümkün, ne de gerekli olduğunu biliyordu. Bu açıdan baktığımızda Mansur'un Zerdüşt ideolojisini benimsemesi ve Bağdat'a götürmesi, pek de bil gece değil, sadece pragmatik ve mantıklı gibi görünmektedir.
- Eskiden Türkler Şamanizm, Budizm, Zerdüşt vs. kültürlerin hüküm sürdüğü yerlerde bulunmaları, Çin sınırlarında, Orta Asya'da ve Horosan'da, çeşitli kültürlerin etkisi altında uzun zaman yaşamış olmaları, kuşkusuz bu gelenek ve kültürlerin iyi, ya da kötü yanlarının etkisi altında kalmışlardır.
Türkler Müslüman olduktan sonra, ilk iş olarak,
benimsedikleri İslam dininin kitabı olan Kur'an'ı , kendi dillerine neredeyse birebir tercüme ettiler ve bu dinin evrensel kurallarını kendi devletine, örf, adet ve geleneklerine rehber kıldılar. Örneğin 1000 yıllarında, Karahan Türkçesi ile eksiksiz olarak yapıldığı bilinen bir Kur'an çevirisi, İstanbul Türk ve İslam Eserleri Müzesi'nde 73 numara ile korunmaktadır.
Ayrıca, 1070'li yıllarda yazılan Kutadgu Bilik , Kur'an'ın bütünüyle Türkçeye çevrildiğini gösteren çok önemli bir belgedir.
Hatta Türkçeyi Araplara öğretme çabaları bilinen bir gerçektir. 1072 yılında yazılan Divan-ı Lügat'it Türk , Türklerin o yıllarda öz dillerini koruduklarını ve Araplara Türkçe öğretmek için çabaladıklarını gösteren yazılı bir
belgedir.
İslam'ın en parlak dönemi, Müslüman Türklerin dinlerini doğrudan Kur'an'ı kendi dillerinde okuyup anlayabildikleri bu yüzyıllara denk düşer. Ve bir kaç yüzyıl boyunca ilimde çok büyük ilerlemeler kaydettiler ve çok büyük bilginler yetiştirerek insanlığa büyük katkılar sağladılar. Bu durum 1200'lü yıllara kadar böyle devam etti.
Sonra ne oldu ki,
Türkler kendi dillerini bırakıp, Arapça-Farsça dillerinin etkisine girdiler?
Türkler, Müslüman olduktan sonra iki yüz yıl boyunca dinlerini kendi öz dilleriyle okuyup, anlayıp gereklerini yerine getirirken, sonradan Farsça ve Arapçayı nasıl, niçin benimseyip uyguladılar? Bu soruların yanıtlarının en başta gelenlerinden biri, Türklere Arapçanın kutsal bir dil olduğu
savının benimsetilmesidir. 1170 yıllarından başlayarak, Arap olmayan Müslüman uluslara, bu arada Türklere , ''Allah dinini Arapça olarak gönderdi.'' ''Cennet dili Arapçadır.'' vs. gibi görüşler ileri sürerek, Kur'an'ın başka dillere çevrilemeyeceği ve bu dinin gereklerinin Arapçadan başka bir dille yapılamayacağı, mutlaka Arap diliyle yapılması gerektiği görüşü
yayılmaya başladı. Bu düşünce 1200'lü yıllardan sonra doruk noktasına ulaştı. Bilindiği gibi, Selçuklu devletinde devlet dili Arapça-Farsça olmuştu. Devlet kayıtları, buyrukları Arapça-Farsça yazılırdı .
Ne ilginçtir ki, batılıların Kur'an'ı, kendi dillerine çevirmeye giriştikleri yıllarda, Arap olmayan Müslüman uluslara ''Allah Kur'an'ı Arapça indirdi''
''Cennet dili Arapçadır'' ''Arabı sevmeyen benden değildir'' gibi ve daha bir çok uyduruk rivayet ile Arapçayı ve Arap yazısını özendirmişler ve Arap olmayan ulusları kendi dillerinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır.
...
Avrupa'da ilk Kur'an tercümesine 1141'de başlanmış ve Latinceye tercüme edilmiştir. İtalyanca'ya 1513'de, Almancaya 1616'da , Fransızcaya
1647'de, İngilizceye 1648'de tercüme olunmuştur. (Kur'anı Kerim türkçe anlamı, ön söz sayfa 18 diyanet yayın evi)
...
Bakın şu ulemalarımızın uzak görüşlülüğüne. Kur'an'ın Avrupa'da ilk tercümesinden 495, İtalyancaya tercümeden 443, Almancaya tercümeden 320, Fransızcaya tercümeden 289, İngilizceye tercümeden de 288 yıl sonra, Arap olmayan Müslümanlara
Kur'an'ı kendi dillerine tercüme hakkı tanıyorlar. Hemde tartışarak.
Hallac'ın dedesi Mehemmâ, Mazdekçiydi*, ama babası Müslüman olmuştu.
*Mazdekçilik: Mazdekçilik ya da mazdekizm, İranlı Zerdüşt din adamı Mazdek'in düşünce felsefesine verilen isimdir. Mazdekizm, İsa'dan sonra 5. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan; insan eşitliği ve mal ortaklığını savunan bir akım olarak bilinmektedir. Her türlü özel
mülkiyetin kaldırılması ve evliliğin serbest aşk ile değiştirilmesini savunması ile ün saldı. Hava ve su gibi, paranın, malın-mülkün de insanlar arasında eşit olarak paylaşılmasını savunan Mazdek'in gerçekleştirdiği reformlar bir tür erken ''komünizm'' örnekleri arasında gösterilmektedir.
Zerdüştilerin et yemekten kaçınmış olmaları, oldukça mantıklıdır. "Kan adakları" ve tanrılara süt dışında hayvan ürünleri sunma, başmelek'in "hayvan yaratılışının koruyucu su" olması kavramıyla kesinlikle çelişkilidir. Sonradan yapılmış, ve gerçekte, şimdi bile yapılan kutlamalarda, hayvan eti sunulmaktadır, ama bu konuda ciddi olarak düşünen günümüz
Parsileri, böyle uygulamaların uygunsuzluğunu görmeye başlamış, ve yavaş yavaş ama kesinlikle, modern Zerdüşt kutlamalarında et sunma ortadan kalkmaktadır.