Endişeli kalbine yoldaş bulamazsın!


Acı kalbinde ağırlaştıkça suskunlaşırsın. Bu; her şeyin değiştiği mertebedir.

...yalnızlık, acı veriyor; acı, var olması gerekenin yokluğundan geliyor.

Tek başına, yegâne, sayısal olarak 'bir tane' olmak değildir yalnızlık. Gürültüler, kargaşalar, insanlar içinde, kendi içine dönmektir. Esasen yalnızlık anlaşılmamaktır.

"Sevgilim,
Aynı geceye bir kez daha düşsem
Gene ulu orta severim seni
Gene sürerim ayaklarımı uçurumlara
Ağzımda bir asma kuşu
Boğazımda enderun yarası."

Türk veya Türkî denen nüfusun büyük bir kısmı yedi bağımsız cumhuriyette, yirmi kadar yarı bağımsız cumhuriyet veya özerk bölgede ve azınlık olarak da yirmi beş kadar ülkede yaşamaktadır. Buralarda yaşayanlardan bir kısmı da kendini Türk veya Türkî üst kimliğinden çok kendi etnik alt kimliğiyle tanımlamaktadır. Adında "Türk" kelimesi bulunmayan bağımsız veya
yarı bağımsız Türkî devletlerde yaşayan ve Türkçenin bir lehçesini konuşan toplulukların da yabancılar veya Türk milletini ve tarihini bilmeyenler tarafından ayrı bir milletmiş gibi algılandıkları da görülmektedir.

Türk kültürü tarihsel köklerinden gelen hareketli-dinamik bir yapıya sahiptir. Bu yapı Orta Asya merkezli geleneksel yaşam tarzı olarak "göçerevli" yaşam tarzını doğurmuştur. Gittiği yere kültürel hafızasını da götüren Türkler, bu sayede yeni devletler kurabilmişler ve tarihin çeşitli dönemlerinde zorlu şartların altından kalkabilmişlerdir.

Türk dünyası için yapılması gereken birincisi dil birliği, ikincisi ortak bir dünya kurmak için gerekli olan inanç ve akide birliği ve üçüncüsü güvenliktir. Bir ortak dünya tasavvurundan bahsetmek için ortak bir kültür dünyası inşa edilmelidir. Bunun için de felsefeden tasavvufa, matematikten tıbba, siyasetten güvenliğe bilim ve düşün hayatımızın ortak metinlerini
ve kurucu ilkelerini oluşturmamız gerekmektedir.

21. yüzyılda, dünya siyasi arenasında, büyük bir rekabetin yaşanmasına neden olacak olan Kafkasya'da bölge ülkelerinin ekonomik, siyasi ve askeri iş birliği kadar kültürel iş birliğini geliştirmeleri büyük önem taşımaktadır. Zira dünya sistemi büyük bir değişimin arifesinde, güç bölgelerinin kaydığını Avrupa ve ABD'nin artık küresel sistemi tek başına elinde
tutamayacağı bir döneme girmektedir. Böyle bir anda Kafkasya bölgesindeki devletlerin Türkiye ile yeni ve ortak bir kültürel kimlik inşası, dünyada güç dengelerini ciddi anlamda etkileyecektir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin tarihî hinterlandından beslenerek kendi insanına ve çevresindeki insanlara da müreffeh bir yaşam sunabilmesi siyaset, sermaye ve kültür politikalarının birlikteliğinden geçmektedir. Kültürsüz bir ekonomi, siyaset veya bütün olarak devlet organizasyonu elbette düşünülemez. Bu durum kimlikli bir toplum ve o toplumun yarınları için de geçerlidir.

Avrupa’da millet bilincinin ortaya çıkışı, 1453 yılında İstanbul’un Türkler tarafından alınmasından sonra keşifler çağında ve sonrasında ortaya çıkan, reform, Rönesans, romantizm ve aydınlanma süreçlerine bağlıdır.

Türk dünyası sözlü kültür ürünlerinin elektronik kültür ortamında modern sanat ihtiyaçlarının karşılanmasında malzeme olması sağlanmalı, sinema başta olmak üzere görsel sanatlara “Türk dünyası ortak veri tabanı” hazırlanmalıdır.
Prof. Dr. Ruhi Ersoy
Gelenekten Geleceğe Türk Kültür Dünyası
Ötüken Neşriyat, İstanbul 2021, s: 111

“Geçmişten gelen tüm tabulardan kurtulmadıkça gerçek bir devrim olmaz...Önce ölüler kendi ölülerini gömmelidir.”
( ‘Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’i~Karl Marx)

“Bizi en çok geleceğe ilişkin sosyalizm inancının yokluğu yıkıyor”diyordu Fredric Jameson. Bir sömürü düzeneği olarak kapitalizmim yıkılabileceğine dair inançsızlık , piyasanın gündelik yaşamımızın her ayrıntısına, düşümcelerimize , yaşamı algılayışımıza ve eylemlerimize sinmesinin yarattığı umutsuzluk halini üzerimize boca ediyor. Kuşkusuz bu
inancın oluşumunda, toplumsal tarihimize salt düşünceler ve ideal kurgular üzerinden yaklaşan, insani eylemi, sınıfsal mücadeleleri görmezden gelen , yok sayan bir sosyoloji anlayışı inkar edilemez. (Atilla Güney’in ön sözünden)

“Sosyoloji muazzam bir paradigma inşaasıdır. Tam da bir ideolojide olması gereken biçimiyle öylesine steril, bütün maddi çatışma ve çelişkilerden azade kılınmıştır ki, kendisini disiplinler üstü konuma terfi ettirmiştir. Bunu da deyim yerindeyse özsel olarak sınıfsal olan iktidarın kendisini genel irade kıldığında tam da bireysel iradelerin ve burjuva sivil
toplumunun çatışmalarının üzerinde sunması gibi bir izlek üzerinden gerçekleştirdi.”

“Yaşam bilinç tarafından belirlenmez, bilimci belirleyen yaşamdır(Marx):Weber ve müritleri, bu gerçekliğin kapitalizm tarafından tersyüz edilmiş fenomenini veri kabul ederler. O nedenle, herhangi bir toplumsal inceleme nesnesinin analitik kurgusunu şekillendirirken daima söz konusu olgunun altında yatan ideanın ne olabileceği sorusunu temele alırlar. Ve yine bu yüzden,nesnel
insani ilişkilerin ya da fenomenlerin tarihi, modellerin tarihi fikri ile yer değiştirir. Oysa Marx’ın dediği gibi, önce düşünülüp sonra yaşanmaz , önce yaşanıp sonra düşünülür. Daha açık bir deyişle “çiftçi çiftçi gibi düşündüğü için çiftçi olmuş değildir , çiftçi olduğu için çiftçi gibi düşünmektedir.”

“-Bir zamanlar cennetin gerçekten cennet olabilmesi için yeryüzünde bir cennetin olmaması gerektiğini söylemiştiniz.
- Evet... yeryüzünde öyle bir cehennem inşa edelim ki, hayatlarımızın dehşetine denk gelecek bir cennete mutlaka ihtiyaç olsun. Önce yeryüzünde cehennemi hak edelim .
- O zaman cehenneminizi yeni dünyada kurun Senyör ; mezarlığınızı
putperestlerin tapınakları üzerinde yükseltin.
(C.Fluentes, Terra Nostra)

“Tek başına materyalizm, bilinçten bağımsız olarak varolan bir ‘öte’, ben olmayan, metafizik bir madde anlayışına (kavramına)sarılmak zorunda kalır. Bunun yerine birbiriyle ilişkili madde-madde ve madde-bilinç diyalektiğini koymak gerekir. Diyalektik bize şeylerle değil ilişkilerle ilgilenmemizi söyler ve hatta ilişkiler dışında bir şey olmadığını söyler:
Karşıtların birliği, fark olmadan özdeşliğin olamayacağı, zıtların her birinin diğerini öngörüp ima edeceği , parça-bütün, özne-nesne, neden-sonuç, olgu-kavram ilişkisi bu mantığa işaret eder. “

“Doğrudan üretim alanında kapitalizm muazzam bir gelişme yaratırken, üretken güçleri rasyonelleştirip metalaştırırken, çoğu zaman maddi gelişim pahasına dumura uğratılan insanın özünün, emek sürecinden çıkarılarak yabancılaşmış biçimler altında, siyasal ,ideolojik,dinsel bölgeye kanalize edildiği anlamına gelir. Belki de bu nedenle Eagleton üstyapı olarak
tanımlanan bu alanı “tıpkı nevrotik bir semptom gibi bastırılan bedenin ,rahatsızlığını işaretlerini okumayı bilenlere gösterdiği yer “olarak tanımlar.”

Robotikle uğraşmaya başladığınızda, aslında bir robota yaptırması en zor şeylerin, çocukların 10 yaşına kadar kadar öğrendikleri şeyler olduğunu görüyorsunuz.