Hasan Basri Pehlivan
Hasan Basri Pehlivan

"Türkiye Cumhuriyeti'ni, izini takip ettiği rol model devletlerden ayıran ve müstesna kılan husus, egemenliğin Türk Milleti'ne kayıtsız ve şartsız olarak devridir."

Selim Aydın
Selim Aydın

İnsanoğlunun müstesnâ bir yaratık olduğunu, kâinat içinde mühim bir yer işgal ettiğini ve yaratılışı itibariyle bir kısım yüksek vazifelere, dolayısıyla da değişik makam ve derecelere namzet bulunduğunu sezmemek, idrak etmemek mümkün mü?

Vittoria Marina
Vittoria Marina

Çevrelerindeki herşeyi yücelten müstesna ruhlar vardır.

Abdurrahman Cerrahoğlu
Abdurrahman Cerrahoğlu

Zira, Bedreddin'in esas vaızlarına göre: a ) Hangi dine mensup olursa olsun bütün insanlar kardeştir; b) Bir yanda göz kamaştırıcı servet yığınları, bir yanda kapkara bir yoksulluk olamaz; c ) Bütün insanlar - cins ve mezhep ayrılığı gözetilmeksizin - bir tutulmalı, her şey - kadınlar müstesna - ortaya konmalıdır.

Ahmed Saib
Ahmed Saib

Abdülhamid Han, yaptıkları ve yapamadıklarıyla, hataları ile sevaplarıyla Türk tarihinde önemli bir yere sahip kişiler arasındadır. Osmanlı sultanlarının otuz dördüncüsü olan bu müstesna şahsiyetin dünyaya geldiği zaman şöyle göz önünde bulundurulunca, hem Osmanlı Devleti hem de Türk Dünyasının geri kalanı tam bir buhran ve keşmekeş içerisindeydi... İçeriden

ve dışarıdan kendisine karşı pek çok suikast ve komplo tezgâhlandıysa da, tam 33 sene Osmanlı Devleti'ni, hem de çok kötü şartlar içerisinde, gayet mükemmel yönetti. Meşrutiyet ortamlarında meclise giren gayr-i Türk ve gayr-i Müslimlerin bütün uğraşmalarını boşa çıkararak, vatan topraklarının zahmetsizce elden gitmesini uzun müddet engelledi. Bu yüzden özellikle

Yahudiler ve Ermeniler kendisine yönelik bir karalama kampanyası başlatmışlar ve buna bağlı olarak ne yazık ki, Türk milletinin tarih kitaplarında, gerçekler bilinip bilinmeden "Kızıl Sultan" lakabıyla anılmışsa da; bugün Sultan Abdülhamid yüce Türk milletinin nazarında hak ettiği onurlu mevkiyi almıştır.

Gökhan Göbel
Gökhan Göbel

Ömer Seyfeddin devrinin en sade diliyle yazmaya çalıştı. Bunu yaparken tasfiyeciliğe yani "dilimizdeki
Arapca ve Farsça kelimeleri atalım" ahmaklığına düşmediği gibi buna șiddetle karşı geldi. Yoksa Ömer Seyfeddin olamazdı. Ömer Seyfeddin şöhretini daha önce elde etse de ona Türk milleti nezdinde müstesna yerini kazandıran Seferberlik dediğimiz Birinci Dünya Harbi

yıllarında
yazdığı hikâyeleri olmuştur. Meselâ Başını Vermeyen Şehit" ve "Penbe İncilli Kaftan" hikâyeleri 1917 tarihinde neşredilmiştir. Eşi menendi olmayan bu hikâyelerin Türk milletinin tarihten silinmemek için Seferber olduğu anda ortaya çıktığını gözden uzak tutmamalıyız.

Ömer Seyfeddin mezkür iki hikáye neşredildikten
üç sene sonra,

Hırıstiyan takvimine göre 1920 yılında 36 yaşında öldü. Türk milletine nice hikâyeler hediye eden Ömer Seyfeddin'in cesedi tıp fakültesinde güya tanınmayarak kadavra olarak kullanıldı. Sonrasında da rahat bırakılmadı ve mezarının olduğu yere tramvay garajı yapılacağı için kemikleri başka bir mezarlığa nakledildi.

Ömer Seyfeddin yeni rejimi, Cumhuriyet'i

görmedi.
Hayatta iken yazdıklarını kitap haline getirmemişti.
Ve Ömer Seyfeddin öldükten sekiz sene sonra da harf inkalabı olmuştu. Türk Milleti, Ömer Seyfeddin'in yazdıklarıyla toplu" olarak ilk defa 1938 yılında yani bütün inkılaplar yapıldıktan sonra ve Latin harfleri ile karşılaştı.
Bu sebeple Ömer Seyfeddin külliyati yeni rejimin kabul edebileceği

kadarıyla hem dil hem de mahiyet olarak elden geçirildi. Meselâ "İlk Namaz" gibi pek meşhur hikayesini Cumhuriyet'in kaç nesli okuyamadı? Çünkü hem ilk toplu baskıda hem de o toplu baskıyı esas alan diğer baskılarda bu hikayeye yer verilmedi. Bugün bu külliyatın
ne kadarının kayıp ve ne kadarının tahrif edilmiş olduğunu, Ömer Seyfeddin'in cesedinin kadavra olarak

kullanılmasını akla getirip tahayyül edebilirsiniz. Cesedi kadavra yapılan adamın yazdıklarının başına neler geldi?

Elimizde Ömer Seyfeddin'in yaşarken neşrettiği kitaplar olmadığı için korkunç bir tablo ile karşı karşıyayız. Zira Ömer Seyfeddin ölünce terekesi, mecmualarda neşredilenler, kenarda köşede kalan ve müstear isimle yazdıkları hiç

neşretmediği hikâyeler, külliyat neşredilecek diye ele geçirildi ve bu materyallerin akıbeti hakkında hiçbir malumatımız yok.

Ömer Seyfeddin'in Latin harfleriyle neşredildiği kadarki tahrifat ise facia boyutundadır. Yalnızca bir hikâyesindeki bir tek kelimenin başına gelenler facianın boyutunu izah edecektir. Ama, fakat, lâkin, zira, ve, veya, veyahut, velâkin,

amma velâkin, hatta, şayet, eğer, meğer, madem, çünkü... Bugün bağlaç denilen bu kelimelerin ve burada zikretmediğimiz daha nicesinin aslı ya Arapçadir veya Farsça. Bunlar olmadan ne konuşulabilir ne de yazılabilir. Gelgelelim Ömer Seyfeddin külliyatı ilk yayınlandığı zaman Türkiye'de bu kelimeler aleyhine -dolayısıyla Türkçe aleyhine- bir rüzgâr estiriliyordu.

Bilhassa
da "ve bağlacı" aleyhine yapılan propagandanın yürütücüsü dil ve edebiyat sahasında otorite kabul edilen Nurullah Ataç idi.
.....

Ve düşmanlığının yansımasını Ömer Seyfettin'in tek bir hikayesine; meşhur "Ben Gönen'de doğdum" diye başlayan And hikayesinin başına gelenlere bakarak görebiliriz. "Ve" bugün bilindiği gibi sadece bağlaç

değildir aynı zamanda söz başıdır...

Gelgelelim bu hikayedeki onlarca "ve" kelimesi Ahmet Halid'in ilk toplu baskısında ve o baskıyı esas alan diğer baskılarda(Bilgi, MEB) metinden çıkarılmıştır. Sadece mostralık vaybe adam ve'siz Metin yazmış da dedirtmemek için metinde birkaç tane ve bırakılmıştır. Bu kötülük Hristiyan takvimine göre 20 Haziran ilk

çeyreğinde Türkçenin en sade ve en selis metinlerini yazan Ömer Seyfettin'e yirminci asrın ikinci çeyreğinde yapılmıştır. Hiçbir sanat eseri olmayan sanattan zerre kadar nasibi olmayan insanlar Türkçe hakkında gavurca fikirler ve tutumlarla sanatçılarımızın eserlerini mahvetmekten perva etmemişlerdir.

Osman Şişman
Osman Şişman

Modern özne, içine battığı ve kaçınılmaz biçimde koşullandığı sınıfından, cemaatinden, toplumundan müstesna olmak gibi çelişik bir iddiayla inşa edilebilir. Kalabalıklar içinde yalnız olma iddiası, kalabalığı oluşturan her bir birey için geçerli olacağından, ortada ne kalabalık ne de yalnız olan mevcuttur. Öznellik yanılsamasının en şapşal ve gülünç

veçhesi, işte bu sahnedir.

Pierre Janet
Pierre Janet

Günümüzde ruhsal ve felsefi problemlere dair bir fikir sahibi olmak isteyen iyi eğitimli her insanın bu müstesna zihin hastalığı ile alakalı bir şeyler bilmesi gerektiği kanaatindeyim; zira bu hastalık tüm dinlerin ve batıl inançların tarihinde kayda değer bir yer tutar ve hâlâ en cezbedici ruhsal sorunlarda mühim bir rol oynamaktadır.

İmam Ebu Yusuf
İmam Ebu Yusuf

Lüzumsuz işlerle uğraşmaktan sakın !
Sana düşmanlığı olan kimselerden uzak dur.
Emin ve mütedeyyin olan kimselere hiç bir şey denk olmayacağından, bunlar müstesna olmak üzere dostundan da kendini koru.
Fâsık olan kimsenin fısk ve fücuru bulaşıcıdır. Fâsıklarla arkadaşlık etmekten ve onlara sırrını açmaktan sakın.
Bütün işlerinde kalpleri

Allah korkusu ile dolu olan salih kişilerle istişare et.

Muhammet Yılmaz
Muhammet Yılmaz

“Allah ile kul arasındaki en sağlam iletişimi, tabiatüstü Mutlak varlıkla sonlu olan nisbî varlığın birbirini sürekli tasdikini ifade eden ve tüm peygamberlere emredilmiş olmasıyla semâvî dinlerin tamamında mevcut olan namaz ibadeti, günlük hayatın akışı içerisinde mü'minin yaşamına damga vuran müstesna bir kulluğu ifade etmektedir.”