1810 tarihli Fransız Ceza Kanunu’ndan uyarlanmış yeni bir Ceza Kanunu yürürlüğe girer. Abdulaziz’in hükümdarlığı zamanında (1861-1876)devlet aygıtı modernleştirilir; bir Danıştay kurulur; parlamenter sistem ve bir anayasa (Belçika, Fransız ve Prusya anayasalarından esinlenmiştir) yürürlüğe girer.
Nijerya’da şeriat'ın 1999’da kuzeydeki 12 eyalette yasaklanması, çatışmalara ve kadınlara karşı şiddet eylemlerine yol açmıştır.
Alain de Libera’nın çalışmaları, ilim adamı ve dinî yargıç (kadı) İbn-i Rüşd’ün ya da Averroès’in (1126-1198) düşüncesinin evrensel önemini ortaya koyar.* İbn-i Rüşd, Discours décisif te [Fasl-ül-Makal ve’l Keşfan Menahic-ül-EdilIe], uzlaşma sağlanması nın hiçbir zaman mümkün olmaması nedeniyle, entelektüel girişimlerin dinî bir ortodoksiye
dayanarak sınırlanamayacağını göstermiştir. Aristo’nun yapıtına ilişkin Grands Commentaires’in [Külliyat] yazarı olarak, Aristo’nun yapıtını platonik bilgeliğin ön hazırlığından başka bir şey olarak görmeyen ve nihayetinde onu teolojinin hizmetine sokan bir gelenekle bağlarını koparmıştır. İbn-i Rüşd, “saf’ ilmi över: Aklın ve ampirizmin müttefiki
“tabii” felsefe. Hıristiyan Batı düşünürleri, özellikle Aquinolu Thomas, felsefe yapmayı onun sayesinde öğrenmiştir.
Din adamlarının yolsuzluğu, riyakârlığı, bayağılığı, sefahati gibi temalar neredeyse dünyanın her yerinde mevcuttur.
“Daha az dogma, daha az tartışma” ve dolayısıyla “daha az felaket”.
Müslümanlar, bir yandan devletin kalbine Tanrı’yı koyduklarını ilan ederlerken, öte yandan Avrupalı siyasal sistemlerin esasını ve modern siyasal kategorileri kabul ederek, artan bir şekilde kendi hesaplarına “uygarlık" olarak sundukları bir evrenselcilik kaidesinin üzerinde konumlanmak isterler.
Laik bir ülkenin siyasal iktidarı bir hakem gibi davranmalıdır. Oyunun açık ve yasal bir nitelik taşıyan kurallarına, kendisi de dahil olmak üzere, herkes tarafından uyulmasını gözetmelidir. Uzun bir süre boyunca devletin kendisi bu kuralların tek yargıcı idi. Artık bu söz konusu değildir. Din ve vicdan özgürlüğü bakımından laikliğin kuralları uluslararası
metinlerle belirlenmiştir. Böylece insan Hakları Evrensel Beyannamesi'nin (1948) 18. maddesi şöyle der: “Herkes düşünce, vicdan ve din özgürlüğüne sahiptir. Bu hak, din veya inanç değiştirme özgürlüğü ile tek başına veya topluca, açıkça veya özel tarzda ibadet, öğretim, uygulama ve ayin yapmak suretiyle dinini veya inancını açıklama özgürlüğünü de
içerir”.
Müslüman-demokrat parti Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’nin ikti dara gelmesiyle birlikte, Avrupa Birliği’ne katılma projesiyle uyumlu olarak reformlar gerçekleştirilir. Kemalist muhalefet (Cumhuriyet Halk Partisi) laikliğin yavaş yavaş ortadan kaldırıldığını iddia eder; ancak “özgürlük karşıtı yasaların” kaldırılma sına muhalefet eder.
2007’nin
ilkbaharında, İstanbul, Ankara ve İzmir’de “laikliğin savunulması” amacıyla büyük gösteriler düzenlenmiştir. Daha sonra, üniversitede başörtüsü takılmasını serbest bırakan yasa ateşli bir şekilde tartışılır. Laiklik tehlikeye mi girmiştir? Böyle olduğunu düşünenler, AKP tarafından yönetilen belediyelerde alkolün yasaklanması ve bazı kamusal alanlarda
kadın-erkek ayrımının yapılması çabalarının bulunduğunu iddia ederler. Buna rağmen, temel itibariyle “AKP şimdiye kadar demokratikleşmeye ve Avrupa’ya doğru pratik olarak hatasız bir yol katetmiştir. AKP, laik’ seleflerinin hiç yapmadığı kadar, iktidarın askersizleştirilmesi, açık pazar ekonomisi, yeni taşra elitlerinin tanınması ve insan hakları için
çalışmıştır” diye yazar, Pierre Jean Luizard. Ancak AKP “çeşitli eğilimlerin kesişme noktasında yer alır; ki bu eğilimlerden bazıları, AKP’nin şu anki yöneticilerinin ortaya koyduğu liberal görüşlere bütünüyle katılmazlar”. Türk laikliğinin temellerinden vazgeçmeden demokratikleşebilme konusundaki başarısı ya da başarısızlığı, Müslüman dünyanın
tamamı üzerinde çok önemli bir etkiye sahip olacaktır.
Vietnam’da, 1945 Bağımsızlık Bildirgesi Amerikan Bildirgesinden alıntı yapar: “Bütün insanlar özgür doğar (...). Yaratıcı (Tao hou) bize dokunulmaz haklar bahşetmiştir”. Bununla birlikte, otuz yıl süren sömürgecilik karşıtı ve daha sonra da antiemperyalist savaşlar, özellikle Batının çıkarlarına hizmet etmekle suçlanan Katolikliğe karşı fazla
hoşgörülü olmayan bir komünizme yol açar
Afrikalı toplumlarda dinlerin kamusal önemini açıklayan bir diğer nokta, devletlerin sağlık ve eğitim alanlarında yetersiz kalmaları, devletlerin kolektif bir his doğurma kapasitelerinin zayıflığı, kayırmacılığın ve siyasal otoriteryanizmin gelişmiş olmasıdır. Sömürgecilik döneminde zaten çok sayıda olan (Kongo’da Kimbanguizm, Fildişi Sahilleri’nde
Harrizm...) Afrikalı bağımsız kiliseler (büyük Hıristiyan inançlar) katlanarak çoğalmışlardır. XIX. yüzyılın misyonerleri gibi, kurumsal krizi (mevcut durumda tıbbın kurumsal krizini) çağrışımsal bir canlılıkla telafi eden “French Doctors [Fransız doktorlar]” gibi dinî olmayan STK’ların yanı sıra, dinden esinlenen STK’lar da fazlasıyla mevcuttur.
Demokratik “geçiş” çabaları sırasında, sivil toplumu dikkat çekici bir şekilde temsil edenler çoğu kez Hıristiyan otoriteler olmuştur. Senegal’de, Maraboutique topluluklar sömürgecilik döneminden beri güçlüdürler. Bununla birlikte, bu durum başkan Senghor’un onların talebine uymayan bir aile hukukunu yürürlüğe koymasını engellememiştir. Sonuç itibariyle,
bazı Latin Amerika uluslarında olduğundan daha fazla, hukukî olarak laik ama toplumları itibariyle dinî devletlerden bahsedebiliriz
“İçsel ikna” tarafından düzenlenen dinin dünyası, kanunların yetkisinde hatta alanında değildir.
Papa Vatikan’ın hükümdarı olması için yapılan öneriyi reddeder ve orada esir olduğunu ilan eder. Bir Konsil (I. Vatikan) papanın yanılmazlığını ilan eder (Temmuz 1870) ki bu, o zaman için âlimlerin meşruiyetini bir şekilde sarsmak anlamına gelir. Papanın halefi olan ve daha saldırgan bir tutum takınan XIII. Léon, Fransız Katoliklerinden Cumhuriyet’i
kazanmalarını (1892), ancak bunu yaparken laik yasaları kabul de etmemelerini ister. Papa, Renum Novarum (1891) başlığını taşıyan, işçilerin durumuna ve sosyal problemlere dikkat çekmenin Katolik antiliberalizmine eşlik ettiği mesajında yeni bir uzlaşmazcılığı över. Entelektüel düzeyde ise Aquinoslu Thomas’m teolojisinin yeniden keşfini resmileştirir.
Bir diğer evrim faktörü, İslâm’a verdikleri ayrıcalıklı yere rağmen, çok dinli (Mısır), hatta az veya çok laik (Suriye, Tunus) olmak isteyen rejimlerin demokratikleşme kapasitesi olacaktır. Şu an için ürkek demokratik açılımlar her yerde İslâmî güçlere yaramıştır (Mısır, Cezayir, Ürdün, Fas, Kuveyt, Filistin...). Bu rüzgârdan gelen hareketleri demokratik
ve laikleştirici bir sürece entegre etmek, şu anki konjonktürde zor gözükse de (terörist hareketler, Filistin’in işgali, Amerika’nın önemli varlığı) olanaksız da değildir. (günümüz Türkiyesi bunu gösterir). Çoğulculuk başka yerlerde yayılırken, özellikle Hıristiyan azınlıklara mensup kişilerin göçü nedeniyle bu bölgede zayıflar.