Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi

Tanzimat’tan Meşrutiyet’e uzanan süreçte karşılaşılan felsefe tarihi incelemesi niteliğindeki bu ilk girişimler arasında, Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım’ın (1862-1936) Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife (1889) başlıklı eseri ayrı bir yer işgal eder.* Her şeyden önce eser, Türk kadınının felsefî söyleme müdahale süreci açısından başlangıç

noktası oluşturmuş ve Fatma Aliye’ye “ilk kadın felsefecimiz” unvanını kazandırmıştır. Eserin başında “Bir zamânlar feylesof denildi mi bundan dînsiz, derbeder, serserî birtakım insânlar anlayanlarımız pek çok idi. Hamd olsun şu devr-i terakkîmizde kadınlarımız dahî şimdi bunu anlıyorlarsa da meşâhîr-i felâsifenin tercüme-i hâllerine dâ’ir fıkralar

yazarak nâmlarını bu zamâna kadar bırakmış olan o feylesoflara dâ’ir biraz ma‘lûmat vermek istedik” (s. 2) diyen Fatma Aliye, okuruna Greko-Romen felsefesi ve İslam düşüncesinin bilim, felsefe ve kelam geleneklerini bir araya getiren biyografik karakterli kısa bir felsefe tarihi sunar. Eserin sonuna “Birinci Cildin Sonu” (s. 204) kaydı düşmesine rağmen, modern felsefeyi

kapsayacağını düşünebileceğimiz projesini muhtemelen tamamlayamamıştır. Mevcut yapısıyla eser, bölüm başlıklarıyla ifade edilmese de üç bölümden oluşmaktadır: Birinci bölüm, Greko-Romen felsefesini, ikinci bölüm İslam bilim ve felsefesini, üçüncü bölüm ise İslam kelamını tarihsel/ biyografik bir şekilde ana hatlarıyla sunar. Terâcim-i Ahvâl-i

Felâsife’nin naif eleştirel çerçevesi, Fatma Aliye’nin diğer eserlerinde de karşılaştığımız İslamcı kimliğinin felsefî formasyonu üzerindeki ideolojik etkisini yansıtırken, kelami tartışmalar bağlamında Hanefî-Mâturidî akaidinin Sadrüşşerî‘a yorumunu öne çıkarışı, Osmanlı/İslam kültürünün klasik dünya görüşünü, ilkçağ felsefesiyle sınırlı

-modern kazanımları yansıtılmamış- Batılı felsefî gelenekle yüzleştirerek haklılaştırır.

* 30 Fatma Aliye Hanım, Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife, İstanbul: Kadınlara Mahsûs Gazete Matba’ası, 1317/1889, 205 s; ayr. bkz. Fatma Aliye Hanım, Terâcim-i Ahvâl-i Felâsife, Ali Utku, Uğur Köroğlu (haz.), Konya: Çizgi Kitabevi, 2006.

Jean Bauberot
Jean Bauberot

Alain de Libera’nın çalışmaları, ilim adamı ve dinî yargıç (kadı) İbn-i Rüşd’ün ya da Averroès’in (1126-1198) düşüncesinin evren­sel önemini ortaya koyar.* İbn-i Rüşd, Discours décisif te [Fasl-ül-Makal ve’l Keşfan Menahic-ül-EdilIe], uzlaşma sağlanması­ nın hiçbir zaman mümkün olmaması nedeniyle, entelektüel giri­şimlerin dinî bir ortodoksiye

dayanarak sınırlanamayacağını gös­termiştir. Aristo’nun yapıtına ilişkin Grands Commentaires’in [Külliyat] yazarı olarak, Aristo’nun yapıtını platonik bilgeliğin ön hazırlığından başka bir şey olarak görmeyen ve nihayetinde onu teolojinin hizmetine sokan bir gelenekle bağlarını koparmıştır. İbn-i Rüşd, “saf’ ilmi över: Aklın ve ampirizmin müttefiki

“tabii” felsefe. Hıristiyan Batı düşünürleri, özellikle Aquinolu Thomas, felsefe yapmayı onun sayesinde öğrenmiştir.

Amed Gökçen
Amed Gökçen

Onların (Ezidilerin) dini pratiklerini bu kitapların içeriğinden çok gelenekle devralınan kurallar ve ayinler belirlemektedir. Bu özelliğiyle İslam'ın ve Hıristiyanlığın açık, emredici yazılı belgelerinden farklı olarak kuşaklar arası geleneksel aktarılma dayanan bir devir teslim söz konusudur. Dolayısıyla Ezidilerde ezberleme becerisi, bellek günü ve günümüz

deyişiyle "sözlü tarih" çok önemlidir. Zaten Ezidiler diğer dinlerin kutsal kitaplarının da insan eli ve diliyle bozuşturulduğunu, eklemeler çıkarmalar yapılarak tanrısal gerçeklerin, ilk bilgilerin tebdil ve tahrif edildiğini, vahiylerin çarpıtıldığını iddia eder, kendi inançların başına da benzer bir şey gelmesin diye dualarını ve dinlerine ilişkin bilgileri

gizlemeyi yeğlerler. Birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış hayli katı bir kast sistemine bağlı olan Yezidilerde okuma-yazma ve öğrenin hakkı tipik bir ruhban kastı olarak nitelendirebileceğimiz şeyhlerin (onların da yalnızca Adani klanından gelme olanlarının) elinde olduğundan, müridler bu bilgileri kendi din adamlarından nakil yoluyla edinirler; bu sebeple de emirlerine ve

din adamlarına tam bir teslimiyetle bağlanmaları gerekir. Ezidilik kayıtsız şartsız itaat edilen dini otoriteye ve emirlik sistemine bağlı olduğundan, "ortak akıl" çok önemlidir. Okuma-yazma ve eğitim sonucu, herkesin kendi aklına göre Ezidiliği yorumlayabileceği endişesi ve diğer dinlerin kutsal kitaplarının elden ele geçerken değiştirilmiş olduğu düşüncesi bu

yasağı güçlendirmiştir.

Oğuzcan Kınıkoğlu
Oğuzcan Kınıkoğlu

Bilim tarafından desteklenmeyen söylemlerin yalnızca otoriteler söylüyor diye doğru olması da gerekmez. Çünkü otoriteye aşırı bağımlılık diktaya götürebilir. "Geleneksel otoritede inançlar ve değerler otoriteyi belirler. Liderlerin inançları kutsal sayılmaktadır ve bu sebeple liderin ya da yönetimin kararlarının geleneksel görülmesi sebebi ile kabul görmekte,

uygulamaları ise gelenekle bağlantılı olması ile uygulanabilir kılınmaktadır, yani kişisel görüş gelenekle zıtlaşmıyorsa rahatlıkla kabul görür ve başka kıstaslar düşünülemez."

İbrahim Musa
İbrahim Musa

Gazzali’nin çalışmalarının çağdaş Müslüman düşüncesiyle boğuşanlara öğrettiği bir şey varsa o da gelenekle hemhâl olmanın daha iyi yollarının nasıl bulunacağıdır. Gazzali geleneğe teslim olmamıştır: Aynı anda hem taklit etmiş hem icat etmiştir. Hem modern eğitimli olan hem de gelenekselci bir şecere iddiasında bulunan çağdaş birçok Müslümanın

savunduğunun aksine Gazzali geleneğe sadık olmanın içinde onu sorgulama ve yorumlama yetisinin de olduğunu gösterir. Ne yazık ki çağdaş Müslüman düşüncesinde iki sıkıntılı eğilim vardır: Geleneğin otoritesine teslim olmak veya geleneğin içini tamamen boşaltmak.

Safo
Safo

Göçebelik, toprağa, giderek geleneklere bağlılığı ortadan kaldırır.
...
Yeni bir ülkeye yerleşenler, yeni yaşam koşullsrıyka karşılaşırlar. İşte bu yeni koşullarda, gelenekle bağlarda kopukluklar başlar.

Milel ve Nihal Dergisi
Milel ve Nihal Dergisi

İslami gelenek ilmi faaliyetlerde gerek sosyal gerekse doğal
çevreye yönelik hakikatin araştırılmasını ve hakkın idrak edilme-
sini hedefler. Bu yönüyle de İslami gelenekle Batılı bilim anlayışı
arasında belirgin bir ayrışma dikkati çeker. Batılı bilim anlayışının
temelinde insanın doğaya ve çevreye egemen olması ve insanın
amaç ve

çıkarları doğrultusunda çevrenin şekillendirilmesi daha
bir ön plandadır. Bu yaklaşım İslamın insan ve çevre yaklaşımına
yabancıdır. İslamda insanın doğal düzene egemen olması değil
onu anlaması ve idrak etmesi üzerinde durulur. Ancak bu sayede
insan kendisinin de bir parçasını oluşturduğu evrenin ihtiva ettiği
hakikati

anlayabilecektir. Nitekim Kur’an, insanı çevresine bu na-
zarla bakması doğrultusunda sürekli teşvik eder. Benzer durum
insanın sosyal çevresine yönelik ilgi ve alakasında da söz konusu-
dur. Sosyal çevreye yönelik ilgide amaç, onu anlayıp tanımak ve
hakikati onlarla paylaşmaktır. Sosyal çevredeki farklı gelenekler,
farklı bakış ve tutumlar

İslam tarihinde kültürel zenginlik aracı
olarak görülmüş; bu farklılıklar sanattan edebiyata, felsefeden
doğa bilimlerine kadar hemen her alanda zengin İslam ilim mira-
sının teşekkülüne katkı sağlamıştır. Bu yaklaşımıyla İslam gelene-
ği, farklılıkları yok edilmeleri gereken unsurlar değil, insanlığın
ortak aklının ürünü olan

medeniyet inşasında zenginlik aracı ola-
rak görmek suretiyle diğer birçok gelenekten ayrılmaktadır.

Robert Seidenberg
Robert Seidenberg

Yunanlılar döneminde "saygın" kadınlar, topluma açık yerlerden uzak tutulurdu; yalnızca fahişeler sokakta dolaşırlardı. Burada, toplumsal etkinlik alanına girmesi eskiden yasa ve gelenekle yasaklanmış, şimdi ise bu alana girince duyduğu kaygı yüzünden kendisine 'fobik' tanısı konulan kadın paradoksuyla karşılaşıyoruz.

Dil ve Edebiyat Dergisi
Dil ve Edebiyat Dergisi

Kurtuluş ve kuruluş nesli jakoben bir tutumla en genel temel aidiyetleri değiştirme ihtiyacı duydu. Alfabe ve dil gelenekle ilişkileri kesmede en etkili araçların başında geliyordu ve başarılı bir şekilde yürürlüğe konuldu. Kılık-kıyafet alanında yapılan değişiklikle masum insanların idamına varan kararlar alındı. Kültürel aidiyetin yegâne kıblesi Batı

kapısıydı.