Artık günümüzde insanlar yavaş yavaş Kandida'nın ne
olduğunu öğreniyorlar, hatta bazı insanlar hekimlerine gide-
rek kendilerinde Kandida'dan şüphelendiklerini söylüyorlar.
Kandida gazetelerde haber haline gelebilecek kadar toplumu
ilgilendiren bir sorun haline gelmiş durumda.
Ancak şu mutlaka bilinmelidir ki ; Kandida'yı kimyasal
tıp
mantığı ile ilaç ile çözmek mümkün değil.Soruna kesin-
likle bütünsel bir yaklaşımla eğilmek gerekiyor, bir yandan
baklava, b örek yerken diğer yandan ilaç almak suretiyle bu
sorunu çözmek mümkün olmaz.Ancak öylesine şeker ve ek-
mek bağımlısı haline getirilmişiz ki, gün geçmiyor ki tatlısız
ve ekmeksiz günümüz geçsin.Birde bunun
üzerine Kandi-
da'nın neden olduğu tatlı krizleri eklenince tatlı ile şeker ile
sakinleşir duruma gelmişiz.
Tekinsiz bakışın kadını seyirlik hale dönüştürmesiyle oluşan temsiliyet sorunu cinsiyet farkı dramından kaynaklanan yetersiz ve eksik kimlik problemini doğurur. Gerek bütünsel sanat biçeminin gerekse normal erişkin, ruhsal ve cinsel yaşamın ön koşulu olan kimlikler, sistem içinde bir tehdit unsuru haline gelir. Bu sebeple kadın o gizemlileştirilme ve fetişleştirilme
halinin ardında tehlikeli, mükemmel ya da müstehcen bir güce sahip olur.
Bu metinler bütünsel biçimde değerlendirildiğinde, Essenilerin, kendilerini gerçek İsrailliler ve dışlandıkları dinsel yapının otantik geleneklerinin koruyucusu olarak gördükleri ortaya çıkar.
Büyük ölçüde laboratuarlarla ve duvardaki şemalarla sınırlanan çağdaş doğa eğitimi, indirgemeci, yerinden edilmiş ve kişisel olmayan niteliktedir. Doğa, yaşamımızın içkin bağlamı olmak yerine herhangi bir konu haline gelmiştir. Sanki doğa birbiriyle ilişkili canlı bir bağlamın dışında tam olarak anlaşılabilirmiş gibi, fiziksel ve ruhsal olarak bizden
koparılmakta, onlar haline getirilmektedir.
Doğa okur-yazarlığı bir dizi yalıtılmış, dışsal “olgudan” elde edilen bilgilere değil, doğal ve insan toplulukları hakkında derin bir kavrayışa sahip olmaktır. Bu da çok daha bütünsel ve samimi bir eğitim yaklaşımı gerektirmektedir. “Doğa okur-yazarlığı” - doğa ile doğrudan deneyimlerden öğrenme ve bunlara
cevap verme becerisi - doğanın birbiriyle ilişkili ve kapsayıcı bir bütün olarak görülmesi demektir.
Demek ki “İslâm” sözcüğü, tehlikeli yolculuklardan sonra varlığın zarar görmemiş halini adlandırır. Böylece dokunulmaz, bağışıklıktan yararlanmış olanı belirtir. Dokunulmazlık nosyonu, Freud’un Totem ve Tabu'da ve Bir yanılsamanın Geleceği’nde dinsel temsillerin psişik kaynaklarıyla ilgili olarak ortaya çıkardığı şeyle birleşir. Öznenin yaşamsal
üzüntüsü ve düşman dünyanın özne üzerinde hissedilen tehdit karşısında, bu tehdit ister dünyaya yansıtılmış olsun ister dünyadan kaynaklansın, din, koruyucu yanılsamanın kalkanını sunar; ama dokunulmaz olanın üçüncü büyük boyutunun belirttiği bir karşıtı da vardır bunun: Tözsel beden yerine metaforik bir beden koyarak soyut kılınmış olandır bu. Başka
deyişle bu, hissedilir olanın yerine ancak akıl yoluyla kavranabilir olanın konulmasını içerir. Dokunulmaz nosyonunun bu veçheleri, bir temizliğin, bedensel bir arınmanın, tensel bir geri çekilmenin genel gerekliliği içinde bir araya gelir. Nimet Sıtkı’nın aşın bir biçimde de olsa tanık olduğu şey budur.
Bu ister basit bir mesafe koyma biçiminde, isterse de
çarşafa bürünme ya da -daha radikal olarak- kesip atma (sünnet, hacamat etme, kurban) biçiminde olsun, tensel geri çekilme din kalkanına inandırıcılığını veren şeydir. Damgalanmış, kafatası delinen, açılan bir bedenin gerçeğinden özelle aralanan ve kurtarıcı bir yıkımla kasılmış vücut yoluyla yanılsama kendi alacağını geri alır. Bu bedel karşılığında
beden, meşru olarak var olmayı ve -imtinadan dolayı bütünsel olamayan- hazzın yasallığını hak eder.
A” harfi, varlığa ve birliğe işaret eder. “0 (Sıfır)” rakamı sonsuz- luğa ve yokluğa işaret eder. “H” harfi de çokluğa işaret eder ki, izafîdir.
Bütün harfler A’dan çoğalmıştır. İşte biz, A harfinden Z harfine kadar olan harfler sıralaması içinde hapis kaldığımız için, varlığın as- lını göremiyoruz. Bizim kişisel aklımız, bu harflerin
birleşip meydana getirdiği kelime topluluğudur. Kim ne kadar çok kelime biliyorsa ona o kadar “akıllı” deriz. İşte bu, bütünsel aklın zahirdeki yansımasıdır, gölgesidir.
Okulların bütünsel olarak öğretmekten çok öğrenmeye odaklanması, YOOK ( Yasam için Olumlu Okul Kültürü) oluşturmak için çalışması gerekir.
Bir düşüncenin farklı yer ve zaman itibariyle taşınamayacağını toptancı bir şekilde ifade etmek, insanı gözardı etmektir. Tecrübeler,görünen örnekler ve fiili durum bize, coğrafi tecrübenin ve bütünsel olarak fikirlerin coğrafyalar arası geçişlerinin zor olduğunu da işaret etmektedir. Küreselleşmeye rağmen bu durum değişmemektedir. İnsanlar ve toplumlar giderek
kendilerini diğerlerinden farklı kılan özelliklerini aramaya, bunları ortaya çıkarmaya, bunlar üzerinden kendileri ifade etmeye başlamıştır.