İnsan tahammül edemeyeceğini zannettiği şeylere pek çabuk alışıyor ve katlanıyor. Ben de yaşayacağım... Ama nasıl yaşayacağım!.. Bundan sonraki hayatım nasıl dayanılmaz bir işkence olacak!.. Ama ben dayanacağım... Şimdiye kadar olduğu gibi...
Sen sevgiline ne verebilirsin sanki,kalbini mi? Pekâlâ,ikincisine? Gene mi o? Üçüncü ve dördüncüye de mi o ? ..Atma be adaşım, kaç tane kalbin var senin ?.. Hem biliyor musun ,bu aptalca bir laftır: Kalbim olduğu yerde duruyor ve sen onu filana veya falana veriyorsun..
“Birbirimize her zamandan ziyade uzağız! Çünkü artık bir ümidim yok. Bu sondu... Bir defa da bunu tecrübe edeyim dedim. Ama değil... İçimde hep o boşluk var... Daha da büyümüş olarak... Ne yapalım? Kabahat sende değil...Sana âşık değilim. Halbuki dünyada sana âşık olmam icap ettiğini, sana da âşık olmadıktan sonra hiç kimseyi sevemeyeceğimi, bütün ümitlerimi
terk etmek lazım geleceğini gayet iyi biliyorum... Fakat elimde değil... Demek ki, ben böyleyim... Bunu olduğu gibi kabul etmekten başka çare yok... Ne kadar isterdim... Başka türlü olmayı ne kadar isterdim... Raif... Benim iyi kalpli dostum... Başka türlü olmayı senin kadar, hatta senden çok istediğime emin ol...”
Hiçbir şey düşünmüyor, sadece kaçmak, hayatının en korkunç devirlerini geçirdiği bu yerlerden mümkün olduğu kadar çabuk uzaklaşmak istiyordu.
Çalmak ne demek ? Ne garip kelimeler kullanıyorsun ..
Insanları anlamakta hala pek gerisin ...
Zannediyorsun ki hepimiz bir makineyiz ve evvelden kurulduğumuz gibi işleriz bir bozukluk oldumu orayı derhal söküp atmak lazım .!
En kuvvetli insanın bile bazen ne kadar zayıf anları ,istediğinin tam aksini yapmaya mecbur olduğu dakikaları bulunduğunu nasıl inkar ederiz
..'
Ayaktakımının en tehlikeli olduğu zaman, peşinden koştuklarına bütün kalbiyle inandıkları dönemdir. Bu inanç zayıfladığında ise tehlike kendileri içindir.