Sâid Eyyüb
Sâid Eyyüb

Karl Marx’ın gerçek adı Mordechai Mari Levy’dir. Babası protestan, dedesi yahudiydi. Marx, İlluminatlar’ın (şeytan felsefesiyle uğraşan gizli örgüt) iki gizli derneğinden biri olan “İnsanlar Birliği” tarafından yığınları yemlemek amacıyla bir demagoji vasıtası olması için Kömünist Manifesto’yu yazmak üzere görevlendirildi. Marx’ın yaptığı şey,

kendisinden yetmiş yıl önce Bavyera’da İlluminatlar’ın kurucusu olan Adam Weisshaupt’ın (ö.1830) kağıda döktüğü devrimci planları modernize etmekten ibaretti. Marx’ın bu manifestonun yazılmasındaki rolü o kadar önemsizdir ki yirmi yıl boyunca yazar olarak kitaba adı bile yazılmamıştır. O sadece büyük bir planın içindeki piyon olmuştur.

Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi
Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi

O yaşamında, hümanizmden Marksizme, varoluşçuluktan milliyetçiliğe kadar düşünsel serüveni geniş bir harita çizer. Ondaki bu düşünsel değişim sürecini şu şekilde özetleyebiliriz:

1. Spiritüalist dönem (1921-1925): Bu dönemde Durkheim ve Ziya Gökalp’in etkisindedir ve Anadoluculuk görüşünü öne sürmüştür. Daha sonraki yıllarda Gökalp’i hayalî

Turancılık ile realist Türkçülük arasında sıkışıp kalmakla ve aile hayatından ulusal iktisada kadar Türk medeniyeti tarihinin birçok alanında sentezci olmakla eleştirecektir.
2. Plüralist dönem (1925-1928): Bu dönemde Emile Boutroux etkisindedir. Sosyopsikolojik bir insan felsefesi kurmaya çalışmıştır. Boutroux’nun tekdüze ve ağır bir kütle olarak algılanan

dünyayı parçalara bölerek çoğullaştırması (plüralizm) onun felsefî ufkunu genişletmiştir.
3. Monist dönem (1928-1931). Bu dönemde Hegel ve Spinoza’nın etkisindedir. O, Spinoza’nın madde alanında tespit edilen nedensellik zincirini geometrik tarzda tinsel alanda aramasını felsefî sorunların olgunluk noktası olarak görmüştür.
4. Fenomenoloji-Felsefî

Antropoloji dönemi (1931-1934): İnsan felsefesine ilgi duyduğu bu dönemde özellikle Max Scheler ve Heidegger etkisinde bir bilim felsefesi kurmaya çalışmıştır.
5. Materyalist dönem (1934-1946): Metafizik kavramları ve manevi alanı sorgulamaya çalıştığı dönemdir. Bu dönemde özellikle Karl Marx’ın etkisindedir. O yıllarda düşündüğü şey, hiçbir felsefî

hareketin tarihî materyalizm kadar insicamlı ve neticelerine sadık olmadığı şeklindedir.
6. Anti-materyalist dönem (1946-1965): Bu dönemde tarih felsefesi, iktisat ve determinizm açılarından materyalizmi eleştirerek yeniden plüralizme dönmüştür. 1948’de Amsterdam’daki Uluslararası Felsefe Kongresi’nde sunduğu “Varlıkların İki Yüzü” adlı tebliğ ile bu

dönemdeki düşüncelerinin ve değişimin gerekçelerini ortaya koymuştur.
7. Relativist dönem (1965-1974): Bu dönemde “değer” konusuna önem vererek Kantçı bir çizgi izlemiştir.

Atilla Güney
Atilla Güney

“Yaşam bilinç tarafından belirlenmez, bilimci belirleyen yaşamdır(Marx):Weber ve müritleri, bu gerçekliğin kapitalizm tarafından tersyüz edilmiş fenomenini veri kabul ederler. O nedenle, herhangi bir toplumsal inceleme nesnesinin analitik kurgusunu şekillendirirken daima söz konusu olgunun altında yatan ideanın ne olabileceği sorusunu temele alırlar. Ve yine bu yüzden,nesnel

insani ilişkilerin ya da fenomenlerin tarihi, modellerin tarihi fikri ile yer değiştirir. Oysa Marx’ın dediği gibi, önce düşünülüp sonra yaşanmaz , önce yaşanıp sonra düşünülür. Daha açık bir deyişle “çiftçi çiftçi gibi düşündüğü için çiftçi olmuş değildir , çiftçi olduğu için çiftçi gibi düşünmektedir.”

Duygu Türk
Duygu Türk

Bugünkü görünüm, Marx’ın yüz elli yıl önce öngördüğü dünyadır: Nesnelerin, metaların, finansın serbest dolaşımına dayalı küresel piyasaya karşılık insanların serbest hareket ve yerleşim hakları yoktur ve servet hâkim güçtür.

David Forgacs
David Forgacs

Eskiden işçi sınıfı, Marx’ın da belirttiği gibi, henüz fikirden, iradeden ve üniter bir perspektiften yoksun bireylerden meydana gelen amorf bir yığın, ölçülemez bir genellik, bir çuval patates idi. Bugünse siyasal kapasiteden, iç güçten yoksun bir çuval patates, bir eblehler ve ahmaklar yığını haline gelen sınıf, girişimci sınıftır.

Bruno Latour
Bruno Latour

- " (…) Marx’ın sözünün aksine, tarih yalnızca trajediden kaba güldürüye uzanmaz, dönüp dolaşıp trajik bir maskaralığa varabilir yeniden..."

Süleyman Seyfi Öğün
Süleyman Seyfi Öğün

19. yüzyılın görkemli klasik edebiyatı özne yüklüdür. Bunu basit olarak psikolojik roman olarak tasnif etmek haflflik olur. Mesela kapanıp Tolstoy’un “Savaş ve Barış “Romanı’nı okuduktan sonra sokağa çıkmak, yani “romanın dünyasından” çıkıp “gerçeklerin dünyasına” girmek insan zihnine bir aykırılık şoku yaşatmaz. Köşedeki bir kulüpte ya da okuma

salonunda Kont Bezuhov’lar karşınıza çıkıverir. Charles Dickens’in Oliver Twisti’ni okuyup sokağa çıktığımızda bizi karşılayacak olan manzaralardan birisi de bir çocuk sefaleti olacaktır. Fransız taşrasında dolaşırken Balzac’ın Köy Hekimine tesadüf etmek bizi şaşırtmayacaktır.

19. yüzyıl’ın sosyal düşünüşü de benzer özellikleri

taşıyor. Mesela sıkı bir Weber okumasından sonra sokağa çıkıp bir devlet dairesine girmek bizi şaşırtmayacaktır. Dirseklerine kadar siyah kolluklarını takıp, yakın gösteren gözlükleriyle işlemsel bir dünyanın içine gömülmüş bir muhasebeci ya da bizi kendisinden emin, soğuk ve mesafeli bakışlarla karşılayan bir bürokrat, Weber’in yasal-akılcı otorite

kavramının hayattaki karşılığıdır.

Bırakalım Weber’i, sosyolojinin kurucusu olan, ama sosyologluğu Weber karşısında tartışmalı olan Auguste Comte’un “Pozitivizmin İlmihali”ni okuyup, pencereden dışarı baktığımızda, modern Fransa’yı kuran mühendislik ruhun simgesi olan Eiffel Kulesi’ni görmek hiç de aykırı bir manzara olmayacak; hararetli bir

şekilde tasarımlarını tartışan GEM öğrencilerini görmek bizi şaşırtmayacaktır. Marx’ın proleterya kavramı, lümpeninden başlayarak her türüyle sokaklarda cirit atmaktadır. Kısacası teori hayatta, hayat teoride tmlamaktadlr...

Himmet Uç
Himmet Uç

Atom yani zerre bir teori olarak bütün felsefe tarihini işgal etmiştir. 2500 yıldır bu teori filozofları iki grubu ayırmıştır. Aristo atom teorisini hem gereksiz hem de kabul edilmesi imkânsız sayar. (Karl Vorlander, Felsefe Tarihi, s. 151) Saçmalayanlardan ikisi Epikür ile Demokritos’tu. Vorlander onları eleştirir (aynı eseı; s. 179) Filozof Origenes, Demokritos’un ve

Epikuros’un atomculuğuna karşı çıkıyor ve hucum ediyordu. (Aynı eser. 5. 246) İngiliz Robert Boyle, daha'idealist ve mantıklıdır. "Gerçekte evren ve atom hareketle rini Allah yaratmıştır ve o doğanın gidişine mudahale edebilir” (aynı eser. s. 366). Atom teorisini iddia edenlere Paris Parlamentosu idam cezası da verir. (aynı eser, 5. 378). Bediüzzaman atom konusundaki

savunmaları, onun yanında yer alanların da bilim, felsefe, teoloji ve dinler tarihinin yüzünü ağartmıştır. O gerek bilim adamlarının, gerek din ve felsefe tarihçilerinin varmadığı bir perspektif genişliği ile atdmun, zerrenin hareketinin büyük bir ilim ve güç sahibi olan Allah tarafından yaratıldığını eserlerinin birçok yerinde özellikle Zerre yani Atom risalesinde

(30 Söz) ayrıntılı anlatır. Onlara bakınca Bediüzzaman’ın bilim ve düşünce, din ve felsefe tarihinin çok müstesna bir yerinde olduğu görülür. Marx, atom felsefesini doktora tezi alırken bunu materyalizmi gereği savunmuştu. Çünkü Marx, felséfe tarihinin çıkmazlarını ve karıştırılacak yerlerini özellikle seçiyordu. Milattan önce beşyüzlerdeki bir konuyu

seçmesi bunu gösterir. Ama Marx’ın materyalizmi felsefe tarihinde büyük bir yer işgal etmez. Bu kokuşmuş atom felsefesini seçmesi onun hem üniversite tarafından uzaklaştırılmasını, hem de onu genç Hegelcilerin hedefi yapmıştı. İktisadi teorisi yankı bulmuşsa da materyalist doğa teorisi gerektiği gibi ses getirmemiştir. Marx ve Hegel uzmanı Avusturalya’nın Melbourne

kentindeki Monash Üniversitesi’ndeki felsefe profesörü Peter Singer söyler. Bu şahıs dünyada bu konudaki dikkat çekici uzmandır, Magee de özellikle onunla bu konuyu söyleşmiştir. Onun yorumu şudur:

”Marx'ın gerçekliğin nihai ve en yüksek doğasına ilişkin problemlerden söz ettiğimiz dar anlamı içinde, felsefeye önemli katkılar yaptığını

düşünmüyorum. Marx kesinlikle bir materyalistti, fakat bir filozof olarak materyalizmi kanıtlayacak argümanlar, iddialar öne sürmemiştir” (Bryan Magee, Büyük Filozoflar, s. 212)

Atomculuk Batı düşüncesinde sadece, varlığın yaratılışı sınırları içinde kalmadı, sosyal ve siyasi dünyayı da etkiledi. Bu yüzden Bediüzzaman “küfrün bel kemiği” dediği

hakikat, bu ve buna benzer iddialardır. Atomculuğun uzantıları bilim felsefesinde anlatılır.

Rudolf Richter
Rudolf Richter

Tarihsel süreç ilk olarak sosyalizme sonrasında da son aşama olan komünizme geçişle son bulur.Sosyalizmde "‘üretim araçlarının mülkiyeti ilga edilir ve koletif mülkiyete geçilir. Arzulanan kazanç kolektif faydaya sunulur. Komünizm ise insanların toplumsal bir öz olarak yaratıcı potansiyellerini geliştirdikleri, toplumsal ilişkilerini özgürlük temelinde

biçimlendirdiklerî ve özgür ve eşit bir toplumu mümkün kılan otomatikleştirilmiş üretim temeline dayanır.

Malum olduğu üzere, tarihsel süreç bu yönde gelişmemiştir. Bu süreç içerisinde bir yandan, az ya da çok sosyal devletçi bir kapitalizm oluşurken, diğer yandan, Marx’ın ima ettiğinin tersine, iktisadî bakımdan planlı ekonomik örgütlenmeye dayalı

yapısıyla, hem kapitalist sistem ile rekabet edemeyen, hem de siyasî açıdan özgürlük ve eşitliği garantileyemeyen vahşi bir yönetim sistemi ortaya çıkmıştır.

Marksist kuram başlangıcından itibaren hem büyük teveccüh gördü, hem de şiddetli eleştirilere uğradı. Marksizmin bir “devlet kuramı” olarak dogmatik hale getirilmesi, insan haklarını ihlal eden

rejimlerin ortaya çıkmasına sebebiyet verdi. Bir çok eleştirmen işin bu yönüne vurgu yapmış ve tüm kuramsal inşaya karşı bir saldırı başlatmıştır.