Gitmek gerektiği halde bir türlü uzaklaşamıyorum.
"Çünkü iyi yaşamak da 'bilgi' ye dayanır. Bunu da göstermeliyim sizlere. Çünkü ülkemizin insanları daha yaşamanın acemisidir. Onlara insan gibi yaşaması öğretilmemiştir henüz. Nasıl yaşamak gerektiği de sezdirmeden öğretilebilir onlara. Hayatın yaşamaya değer olduğu öğretilebilir. Güzel sanatların da, edebiyatın da 'büyük ve güzel şeylerin' de var olduğunu
öğrenmeli insanlarımız."
"Gitmek gerektiği hâlde bir türlü uzaklaşamıyorum."
"Düşünce: kara. El yatkın. Zehir: gerektiği gibi. Zaman: uygun. Tam mevsimi; gören yok. Ey tabancalı adam! Bitir işini."
Gitarın başlamaması gerektiği yerde başlayan bir şarkı istemiyorum ben, sonra sevdiğimde de bitmesi zorunlu olursa bitmesini istemiyorum.
"Eğer bir kök aranıyorsa onu yok edilmiş bir gelenekte değil, İslam'ın kaynaklarında aramak gerektiği konusunda da görüşler billurlaşmış durumda."
Bütün mesele insan tekinin kendi sorumluluğunu bilip bulunması gerektiği yeri anlamaya çalışmasındadır. ''Ben günlük ekmeğimin peşindeyim'' diyen bir kişinin, ''yerini almak'' konusunda söyleyecek fazla sözü olmasa gerek.
Üzgünüm, her şeyin olması gerektiği hâlini biliyorum nedense olması gerektiği gibi davranamıyorum.
Aydınlanma öncesi ve sonrası dönemde ortaya çıkan düşünürlerin kilisenin etkisi dışında tasarladıkları Tanrı ve devlet tasavvurları ve tahayyülleri aynı zamanda yeni meşruiyet alanlarının gelişmesine de yol açtı. Hobbes, Leviathan ile birlikte devleti bütün toplumu benzeştiren bir canavara dönüştürürken aynı zamanda modem devletin homojenleştirici işlevini de en
belirgin şekilde resmetti.
Devletin kaynağının Orta Çağ geleneğinden farklı şekilde tanımlanması aynı zamanda epistemolojik, ontolojik kopmaları da doğurmuştur. “İlk öncül”ün ne olduğu kurgusu epistemolojik, ontolojik düzlemde önemli bir tartışma zemini oluşturdu. Nitekim bu dönemde yapılan Klasik sosyal sözleşmeler ilk devletin nasıl ortaya
çıktığı sorunsalına odaklanmıştır. Aslında bu sözleşmeler, devletin nasıl ortaya çıktığından hareketle, devlet-insan ilişkisinin nasıl olması gerektiğini tasarlamayı hedeflemiştir. Böylece, Locke, Hobbes ve Rousseau sosyal sözleşmeleri ile üç farklı geleneğin doğmasına katkı sağlamışlardır. Bu sözleşmeler oluşturdukları temelsiz kurgulamalar ile epistemik
bir alan üzerinden farklı meşruiyet alanları oluşturmuştur.
Kilisenin Tanrı algısından bağımsız bir şekilde devletin ontolojik temelleri bulunmaya çalışılmıştır. Devlet üzerine oluşturulan fiksiyonlar, devletin nasıl bir işleve sahip olması gerektiği konusunda da öngörüler oluşturmaktaydı. Modern devletin temelini atan bu argümanlar sonraları Tanrı
gücündeki devletin ya da Tanrı devletlerin inşasında önemli perspektiflerin oluşmasına yol açacaktı. John Locke'un “özel mülkiyeti” ön plana çıkarması liberal devletlerin gelişmesine yol açarken 2o Hobbes, “Leviathan” adlı eserinde devletin meşruiyetini ve fonksiyonlarını “güvenlik” üzerinden tanımlar.