“Ne manasız çocuklar şunlar !”
Ural dillen Macarc, Fince ve daha birkaç dil ile; Altay dilleri ise Türkçe, Çuvaşça, Moğolca, ve Mançu Tunguz dilleri ile temsil edilmektedir. Hepsi de aglutinatif (bitişgen) dil olarak sınıfandırılırlar. Ural-Alty dillerinin orak vasıfan arasında şunlar gösterilebilir: ses uyumu, gramerlerinde cinsiyetin ve harf tariferin bu lunmayışı, Hint-Avrpa dillerindeki pre-pozisyon
yerine post-pozisyoı kullanılması, sıftların isimlerden önce gelmesi, sayı sıftlarından sonra gelen isimlerde çokluk ekinin kullanılmayışı.
Otuzların başında Sex-Pol hareketinin tasarladığı gibi aracı bir
“ yapısal reformlar” programı sayesinde bu sonuca yönelik birçok
şeyin gerçekleştirilebileceğini hissetti. Bu talepler arasında şunlar vardı:
1. Halk kitleleri için daha iyi mesken koşulları.
2. Kürtaja ve eşcinselliğe karşı olan yasaların kaldırılması.
3. Evlenme ve boşanma
ile ilgili yasaların değiştirilmesi.
4. Serbest doğum kontrolü için danışma ve gebeliği önleyici yöntemler.
5. Anne ve çocuk sağlığının korunması.
6. Fabrikalarda ve diğer büyük iş merkezlerinde çocuk bcjcım evleri.
7. Cinsel eğitimin yasaklanmasının kaldırılması.
8. Mahkûmlara ev izni
Fabrikaya geldik. Soyunma yerine girdiğimizde bir de ne görelim! Dolapların hava deliklerine kâğıtlar sıkıştırılmış. Birçok arkadaş gibi ben de şaşırmıştım. Cebimdeki kâğıdı çıkarıp karşılaştırdım. Aynısıydı! Herkes gibi ben de, mır mır okumaya başladım. Kafam karıştı. Hele, dedim üzerimi değiştireyim. Tezgâhta okurum. Sabah saat dokuzu çeyrek geçe,
çay molasında okumaya başladım. Kâğıtta şunlar yazılıydı:
“Arkadaşlar! Biz metal işçileri sınıfımızın lokomotif gücüyüz. Üretimin temel sektörü biziz. Bizim olmadığımız, önderlik etmediğimiz yerde, işçi sınıfı yenilmeye mahkûmdur. Bir metal işçisi arkadaşınız, abiniz olarak sesleniyorum size...
Bu sınıf düşmanlarının oyununa gelmeyelim!..
Bu sarı sendikacılar, sermayenin tescilli uşaklarıdırlar. Bunu kanıtlarcasına, yarım sakal, yarım bıyık gibi eylemlerle, tescilli uşak olduklarını gösteriyorlar. Böyle eylem olmaz!.. Bu onursuzluktur! Bu bizi küçük düşürür. Buna dur deme zamanı geldi artık. Maskara olacaksa onlar olmalı... Üretimden gelen gücümüz yok mu bizim. Ne duruyoruz? Pasif, onursuz eylemlerle
patronlara yumuşak görünmeye çalışan bu işçi düşmanlarına, sermaye uşaklarına ders vermenin zamanı geldi...”
Yazının en altında da, “Demir çelik işçisi Osman Usta,” yazıyordu.
Okurken nasıl da sinirleniyordum. Onursuzluk kelimesi kafamın içinde zonklayıp duruyordu. Okudukça rengimin attığını, nefesimin hızlandığını fark ediyordum. Hele zonklama
şakaklarımda da başlamışsa, tamamdır.
Hışımla sendika temsilcisinin odasına girdim. İçerde üç-dört kişi vardı. Temsilciye bağırmaya başladım:
- Ulan şerefsizler, dedim. Bu onursuz eylemi bize nasıl yaptırırsınız?
İçindekiler,
- Dur... bir daki... diye yatıştırmaya çalışırken, temsilcinin yakasından tutup yumruğu gözünün üzerine
patlatmam bir oldu. Vuruyor, küfrediyor, bağırıyordum:
- Bizi nasıl maskara edersiniz lan! Sarı sendikacılar, sermaye uşakları... Biz kimiz lan! İşçi sınıfının motor gücü değil miyiz?
Ortalık birbirine girdi. Ayıranlar, bağıranlar... Temsilciyi bir iyice benzetmiştim.
İşten atılmayı bekliyordum, ama atmadılar.
Korktular desenize Zeroş
Ahmet’ten!..
Tarım haftamızın programında şunlar da vardı:
Bahçede, bir yıl öncesinin çekirdeğinden yetiştirilen 1.000 zerdali,
4.000 badem ve 1.000 elma-armut fidanı yetişmişti.
Sebzelerden domates, biber, patlıcan, sarımsak, soğan, pırasa, lahana ve kabak yetiştiriyorduk.
Tarlalarımızdan kaldırdığımız ürünler de şöyleydi: 40 ton buğday, 13 ton arpa, 2
ton yulaf ve yarım ton mercimek.
Bu ürünler, sofrada ekmeğini-yemeğini hak edenlerin emekleridir.
Notta şunlar yazılıydı: "Aradığın kitabı bulduk, her şeyin bittiğini zannediyorsunuz oysaki biz karanlıktan güç almaya fevam ediyoruz."
Mezarıma şunlar yazılsın:
"Ülkesini başka hiç kimsenin sevemeyeceği kadar sevdi,
Fakat yine de onu hak etmiyordu."
Sinan Paşa'nın Maarifnamesi'ndeki şu cümleler hayli dikkat çekicidir:
Amma şunlar ki zahirde ulema dürürler amma mânide cühela dururlar ve surette hükema görünürler. Amma hakikatte sufela dururlar.
Eleştiri yok. Beyin firtınası ile ilgili bu özel terim ertelenmiş yargıdır. Diğer bir deyişle, fikirler üretilmeye başlandığında, şunlar gibi olumsuz yorumlar ağzınızdan kaçırılmamalıdır; "Oh, hayır, bu mümkün değil" ya da "Bu işe yaramaz" ya da "Biri bunu zaten denedi" ya da "Kimse böyle bir şeyi yapamaz" gibi. Daha basitçe söylemek gerekirse, başkalarının fikir
ve önerilerine karşı hiçbir çıkış kabul edilemez. Bu önemlidir. Çünkü bir fikir işe yaramayabilir ancak işe yarayacak başka bir fikre yol açabilir. Eğer eleştiri erken devreye girerse, yaratıcı düşünme süreci sona erebilir-erecektir de.