-Rap rap! diye ölümün üstüne açıkca yürürlerdi. Vallah gidenlerin yüzlerinde en küçük bir esef bile görmüş değilimdir. Giderler, bir daha gelmezlerdi!
“Dehşetin rengi olmaz, karanlığın ise ruhu. Gölgeler hepinizi kutsasın ve ölümün soğukluğuyla tanıştırsın!”
Varlığınla öyle bir ateş yak ki ölümün sonsuzluk olsun
Yaşama ait sahtelikten ve gösterişten arındırılmış bir mezarlık, ölümün tüm dinginliğini ve basitliğini gözler önüne serecektir.
'En önemli nokta, uyurken ruhun özgür kalmasıdır... Dört bin yıl önce eski Mısırlılar uykuyu ölüme benzetirlerdi; uykuyu, geçici bir süre için, ölümün önceden yaşanması gibi görürlerdi. Uyuyan kişinin ruhunun geceleri yeraltı dünyasından bazı bölgelerine yolculuk yaptığı düşünülürdü. Başka topluluklarda, düş görenlerin ruhlarının özgür kalma
fırsatından yararlandığı varsayılır; düşlerin, ruhun uzak diyarlara yaptığı yolculuklar, cetlere yaptığı ziyaretler, diğer ruhlarla bir araya gelmesi olduğu düşünülür.'
Ne ilk çağın ölümsüzlük şurupları, ne de günümüzün en modern tıp teknikleri, hayatın bu amansız, rakibi ile baş edemiyor. Bütün insanlara eşit davranan ölüm; mevki, meslek, servet, şöhret, ırk, din, dil, yaş ve cinsiyet farkı gözetmeden bütün kapıları çalmaya devam edecek. Hayat, ölüm olmadan sürüp gitse ne olur, bilinmez, ama bugünkünden çok daha kalabalık
bir dünyada ve on nesil öncesiyle beraber yaşamak zorunda kalacağımız düşünüldüğünde, en değişmez gerçeğe olan düşmanca bakışımızı biraz yumuşatmak gerekiyor. Ölümün ne kadar gerekli olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Değil mi?