“Mutlu bir hüzün kapladı yüreğimi,
İçimde yirmi dokuz harfin açıklayamayacağı
Bir kırgınlık var..”
“Belki evleri arasında çok mesafe yoktu, ama aralarındaki kırgınlık kadar mesafe vardı. Bu mesafe nice yollardan daha uzaktı.”
Türkiye bende acı bir hatıra, ilgimi bile çekmez sanıyordum. Kızgınlık, kırgınlık vardı yüklüce. Ama şimdi? Bedenim karıncalanıyor. Ağlıyorum. Vatanımı görecek olmanın heyecanıyla ağlıyorum.
Anons geldi. İstanbul'dayız.
İstanbul'dayız. Yani baba ocağımda...
İstanbul'dayız yani hünkarı dedem olan memlekette.
Kırgın bir sevgili buluşması
gibi. Kırılmış bir gülün gülizara kavuşması gibi. Dokunsam yanacaktım. Sanki bu ülke beni aldatmış bir koca, ben de ona geri sığınan bir eş. Kuruluşunda emeği olan dedelerimin memleketine, affedilmiş olarak döndüm.
Söz konusu çocuğumuz olduğunda başarısız hissetmek, ona uygun ve saygılı davranışları öğretmemiş olmaktan kırgınlık ya da korku hissetmek kolaydır.
"Rahmet sızıyor içeri kırgınlık denen o kapıdan."
Hiç bir şey yemeden, sadece kahve ve sigarayla kaç gün boş duvarlara bakmak gerekiyor insanın içindeki acıya alışması için? Kaç ay, kaç yıl geçerse yarasını sevmeye başlayabiliyor? Beynimde hiç bir söz, hiç bir anı kendine yer bulamıyor. Sadece acıyla kaplı her kıvrım, başka bir düşünceye yer açmıyor. Üzüntü değil, keder değil, hüzün değil; sadece acı...
Duvarlar kadar boş bir acı. Saf, katıksız, yalın... Öfke yok, gözyaşı yok, kırgınlık yok. Hiç bir şey yok. Bomboş...
Yaşıyor muyum?