Daha yirmi yaşımda
Beliriyor karşımda,
Siyahlaşan ufuklar...
"Acı acı güldüğümü hissettim. İnsanlara olduklarından başka gözlerle bakmakta ısrar edişimi içerliyordum. Yirmi dört yaşına geldiğim halde hala çocukluğumun saflığından kurtulamamıştım."
Hiçbir şey istemiyorum. Hiçbir şey bana cazip görünmüyor. Günden güne miskinleştiğimi hissediyorum ve bundan memnunum. Belki bir müddet sonra can sıkıntısı bile hissedemeyecek kadar büyük bir gevşekliğe düşeceğim. İnsan bir şey yapmalı, öyle bir şey ki... Yoksa hiçbir şey yapmamalı. Düşünüyorum: Elimizden ne yapmak gelir? Hiç!... Milyonlarca senelik dünyada en
eski şey yirmi bin yaşında... Bu bile biraz palavralı bir rakam.
Daha yirmi yaşında ihtiyarladım gitti!
Ve ben, bilmiyorum neden, hiçbir kadından aşk iltifatı görmüş değilimdir. Kadınlar benden hoşlanıyorlar, fakat beni sevmiyorlar. Ben onlara herhalde ya pek çocuk, ya pek ukala bir tesir yapıyorum. Gayet iyi bilirim ki, en münevver ve zeki kadın bile, mesela bir "Balzac romanlarının kıymeti" bahsini ancak yirmi dakika dinleyebilir. Halbuki ben, en güzel kadını bile bir "Balzac
romanlarının kıymeti" musahabesine feda edebilirim. Ve bende onların asıl bayıldıkları gurur ve teenniden, ağırlıktan eser yoktur.
Acı acı güldüğümü hissettim. Insanlara olduklarından başka gözlerle bakmakta ısrar edişimi içerliyordum. Yirmi dört yaşına geldiğim halde hala çocukluğumun saflığından kurtulamamıştım...
Yaşımın yirmi sekiz olması bir şey ifade etmez, dertli seneler beni belki kırk yaşına gelmiş kadar ihtiyarlattılar.
Latif manzaradan mahrum kuru çıplak dağlarla çevrilmiş; su denen mefhumdan kilometrelerce uzak bu çölde ibda edilmek istenilen hayat medeni bir insanın yirmi dört saatini dolduramayacak kadar sıkıcı ve boştur.
Bazı gecelerin beni yirmi yıl yaşlandırdığına yemin edebilirim.
" Yirmi dört yaşına geldiğim halde hâlâ çocukluğumun saflığından kurtulamamıştım."