Oğuz Atay
Oğuz Atay

Işte gene , nereye gidecegimi bilmez bir durumda sokaklarda sürtüyorum.
Evde korkuyla beklerken ya da korkuyu beklerken gecen zamanin ne de olsa bir onemi vardi.

Fuat Sezgin
Fuat Sezgin

Bizim Türklerde dile karşı bir korku var , bu korkuyu yıkmak lazım. O da tabii dilbilgisi bilmemekten kaynaklanıyor.

Fuat Sezgin
Fuat Sezgin

Müslümanlar bugün hayatlarını uçaklarda, trenlerde, otomobillerde gezmekle geçiriyorlar. Oysa onların, düşünmeleri ve düşünüp fikirlerini geliştirmeleri gerekir. Biraz feragat etmesini bilmek lazım, buna ek olarak bir şey daha söyleyebilirim: Ben bu kitapları yazarken bazen yorulduğum oluyor masa başında. Ara sıra biraz dinlenmek istiyorum. Sonra hemen aklıma şu geliyor:

Vakit geçiyor vakit! Zaman geçiyor! " Kendine nasıl zaman tanıyabilirsin!"diye kendime kızarım. Sonra hemen dinlenmeyi bırakır, kendimi yazmaya zorlarım.Yani okuyan, yazan, düşünen bir millet olmalıyız. Bu işler de asla dilsiz olmaz. Bizim Türklerde dile karşı bir korku var, bu korkuyu yıkmak lazım.

Thomas Goltz
Thomas Goltz

“Bir Rus’um ben, Büyük Savaş’a katılmış eski bit askerim ve Berlin fatihlerinden biri. Dehşeti ve korkuyu gördüm ama kendi ordumun bana bunu yapacağını asla beklemezdim.”

İsrafil Çakır
İsrafil Çakır

"Bogota Ulusal Kütüphanesi 1985.
Gönlünün beklediklerini daha fazla bekletemezdim. Aramızda mesafe kalmamıştı. Titreyen , koyu buğday benzi rengindeki ellerini tuttum. Etrafına bakındı ürkekçe. Kütüphanede o kadar insanın bakışları arasında yumuk ellerini tutmam, ısımı ve sevgimi ellerine bırakmam , halden hale geçirmişti duygularını.
Utanmıştı yine.

Son bir utanma daha yaşayacaktı mecburen . İri, akıyla arası ayrı badem gözlerine baktım. Kilitlendik birbirimize. Bir elime ayı diğer elime güneşi verseler umurumda değildi. En ufak bir meyil göstermezdim.
Zaman iki dudağımın arasına hapsolmuştu. Kara gözlerindeki şüpheyi ve korkuyu gidermeliydim.

Her seven kadın korkar. Geri dönülmez kayıptır aşk."

Ercan Deva
Ercan Deva

ERCAN DEVA'NIN SORULARLA DANS KİTABINDAN ALINTI
.
Kahramanlar ve korkaklar ayni korkuyu duyarlar. Yalnizca kahramanlar korkulariyla yüzlesip onlari yanan bir atese dönüstürürler.

Saliha Nilde
Saliha Nilde

“Nadya, üzülme artık. Hiç değilse bir iki tane de olsa istediğin eşyanı alabileceksin. Bizi düşünsene, öylece gideceğiz, evimize ne olduğunu bile bilmiyoruz.”

Başını hışımla kaldırdı, öfkeden, gözleri dipsiz kuyuların karanlığına bürünmüştü.

“Biz ne olacağımızı biliyor muyuz? Kime ne yaptık? Kimin canını yaktık? Neden

toprağımızdan, evimizden, sevdiğimiz herkesten, her şeyden ayrılmak zorunda kaldık?”

İçindeki hıncı, öfkeyi, nefreti, korkuyu kusuyordu.
Yaşanacakları engellemeye kimin gücü yetmiş ki?..

Vedalaşmalar, acının sessizlikle katmerleşmesiyle yürekleri dağlaya dağlaya yapıldı. Her yüreğe acının yıldırımı düştü kavurdu, içine içine akan

yaşlar derya oldu, boğdu sesi soluğu. Kalan da yarımdı, giden de. Birbirlerinin yarımını ömür boyu sırtlanacaklardı…

Kişiliğini biçimlendiren çocukluğunu, kalabalık ailesini, ilk aşkını, ilk kalp ağrısını, ora’nın yazını, baharını anlatırken, kendi kışına sürgün olan bir kadın… Nadya…
Saliha Nilde, sarsıcı bir dille kaleme aldığı,

trajik insan hikâyelerine tanıklık eden bu kıymetli eserinde, nice sürgünlere ev sahipliği yapmış Anadolu’yu başka bir gözle değerlendirip, hem bireysel hem sosyolojik düzlemde genç bir devletin fotoğrafını çekerken, yaşamın kıyısında kalmış bir kadının içsel ve coğrafi yolculuğunu gözler önüne sererek, sevinci, umudu, hüznü, anlam arayışını ilmek ilmek

hafızalara işliyor