Adamın biri diğerine diyordu ki: “Üstadım, ben onu bunu bilmem. Hayat dediğin umut, unut, yat, yut, yitten ibarettir. Hayat bu mudur arkadaşlar?” demişti: “Hayat umut, unut, yat, yut, yitten mi ibarettir.”
Zira dünya bir bulut gölgesi veya bir rüya gibidir. Denilmiştir ki: “Dünya, dünyanın aleyhine işler.” Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Dünya’da bir yabancı veya bir yolcu gibi ol.”36 Hikmetli bir sözde şöyle denmiştir: “Hayat ağacı, her geçen gün biraz daha kurur.” Hikmet sahiplerinden birisi şöyle demiştir:
Her bir
yeni gün, kendi yarınının getiricisidir/habercisidir ve her kişi elinin ve dilinin işlediği suçlardan hesaba çekilecektir. İmkân ve zamanını firsat bil, nefsini yine nefsin için hesaba çek ve bugünden yarınına hazırlan.
Bir bireyin hayat hakkı olduğunu kabul etmek bizi doğrudan hayattan vazgeçme hakkı olduğunu da kabul etmeye zorlayabilir. Eğer bu akıl yürütme biçimi doğruysa, hayat hakkını kabul eden bireyler, hayattan vazgeçme hakkı olarak ötanaziyi de kabul etmeliler gibi görünüyor. Ancak ya hayat hakkını reddedersek ya da herkesin bu hakka sahip olmadığını düşünürsek? Bu elbette
tartışmanın seyrini oldukça değiştirir. “Hayat hakkına sahip olmak; hayattan vazgeçme hakkına da sahip olmayı doğuruyor” cümlemizin ahlaken kabul edilebilir bir nitelik kazanması için Hayat Hakkı’nın temellerini tartışmamız gerekiyor
️ “Hayat hiç ummadığın bir anda sana bir şans verir. Ama bu son mudur işte bu bilinmez..”
Hayat ve ölüm birbirini emzirmeye devam ediyor. Yaşadığımız hayatı, ölümü karşılayış tarzımız belirliyor. Bütün fark, ölüme inanmak ve inanmamak arasında tecelli ediyor. Ölüme inanmak, ölümün bilgisini hayat üzerinden ince bir işçiliğe taşıyor. Onu bilmek, ama ona inanmamak ise hoyratlıklarımızın, kabalıklarımızm, ölçüsüzlüklerimizin hüküm sürdüğü
hal-i hazırdaki hayatımıza mahküm ediyor bizi.
Artık evinde ahşap sesini duymayan, soğuk beton ve demire mahkum yaşayan Türkler ölüme inanmakta zorlanıyorlar. “Her canlı ölümü tadacaktır” cümlesini görmek ve “cam fena halde sıkılub” ve “keyfî kaçub”, “sinirleri bozulu ” , “muhalefet edüb” sonunda yazıyı Zincirlikuyu’dan kaldırmaktır bu
inançsızlığın göstergeleri. “Aslolan hayattır”, “hayat devam ediyor” demektir bu inançsızlığın dili. Cenazeleri politik mitinglere, kokteyl sohbetlerine, alkışlı açık hava konserlerine dönüştürmektir bu inançsızlığın eylemi. . .
burjuvazinin bayrağında “daha hızlı” yazdığına göre, bizim de bayrağımıza şunu yazmamız gerekiyor: “Hayat hızlı gideni cezalandıracaktır!”
Yılmaz Güney, çok sevdiği eşi Fatoş hanıma yazdığı mektupların birinde şöyle bir ifade kullanmıştı: “Hayat bize mutlu olma hakkı vermedi sevgili. Biz kendimizden başka herkesin üzüntüsünü üzüntümüz, acısını acımız yaptık.”
“ Ben kraliçeyim. Bu oyunu ben kurdum, ben yok edebilirim.''
“Hayat ona acımamıştı. O, da artık kimseye acımayacaktı “