FATİH DEVRiNDE ESKi VE YENİ SARAY
Fatih Devri, tarihin açıklık zamanına dahil olduğu
için daha geniş bilgiye sahip bulunuyoruz. Fatih, İstanbul'u fethettiği zaman, Edirnekapı ci-
varındaki Tekfur Sarayı diye anılan İmparator Sarayına yerleşmişti. Bir sene sonra Bayezit Meydanındaki (şimdiki Üniversite) sahada bir saray yaptırmış; Ravzatülebrar tarihinin
yazdığına göre, burası da küçük gelerek Topkapı Burası Hristiyanlıktan önce Bizanslıların büyük Puthanesi, Bizanslıların ise bulvan idi sarayını kurarak 1462 veya 1467 veya 147S'te oraya geçmiştir. Osmanlı padişahları Sultan Abdülmecit devrine kadar bu sarayda saltanat sürmüşlerdir. Bu sarayın bazı kısımları Üçüncü SeLn ve İkinci Mahmut zamanlarında
yanmıştır. Tarihçi Duka, Yeni Saray adı verilen Topkapı Sarayının başlangıçta resmi bir makam olduğunu, yani Selamlık Dairesi olarak kullanıldığını, saray halkının, artık Eski Saray denilmeye başlayan birinci sarayda kaldıklarını,padişahların bazan bir iki ay kadar Eski Saraya gitmcycrck Topkapı Sarayında vakit geçirdiklerini yazar Sonraları saray mensuplarının
hepsi Yeni Saraya alınmış, Kanuni Sultan Süleyman devrinden sonra Eski Saray padişahların karıları, kızları hasekiterin oturmalarına ayrılmıştır.
Hood gibi araştırmacılar, modern insanların "kendilerini evcilleştirme" sürecinden geçtiklerini öne sürüyor. Bu fikir biraz da son 20.000 yıl içinde insan beyninin yüzde on ile on beş oranında küçüldüğü gerçeğine dayanıyor. Aynı küçülme oranı, insanların evcilleştirdiği yaklaşık otuz hayvanın beyninde de gözlemlendi. Tıpkı bu hayvanlarda olduğu gibi
evcilleşmek, atalarımızdan daha uysal olmamıza, sosyal işaretleri daha iyi algılamamıza ve diğerlerine daha bağımlı olmamıza neden oldu. Fakat Hood'un yazdığına göre, "başka hiçbir hayvan, evcilleşmede bizim kadar ileriye gitmedi. Beynimiz, saldırganlarla dolu, sınırlı yiyeceğin, kötü hava koşullarının olduğu bir dünyadaki olası tehlikelerle mücadele etmek için
evrimleşmeye başlamış olabilir. Fakat artık ona - aynı şekilde öngörülemez- sosyal ortamlarda yolumuzu bulmak için güveniyoruz. "
Eğer düşüncelerinizin kaderinizi yazdığına inanıyorsanız ve hissettiğinizden daha iyi düşünemiyorsanız ya da hisleriniz, düşünceleriniz oluyorsa o zaman geçmişte düşünüyorsunuz. Böylece, zamanınızın çoğunu geçmişinizi düşünerek, geleceğinizi de geçmişten farkı olmayan kopyası haline getirdiğinizin farkında mısınız?
Lyons ve Samatar'ın yazdığına göre "1983-1990 yılları arasında ABD Somali hükümetine yaklaşık yarım milyon dolar değerinde askeri yardım göndermişti."
3000 yıl önce insanların bildikleri bazı şeyleri biz modern çağda yeni mi öğreniyoruz ?
"Tarih kitaplarının yazdığına göre Romalılar ve Yunanlılar gümüş yemek takımları, gümüş kaplar, su içmek için gümüş kupalar kullanır, kuyuların içine gümüş paralar atarlardı.
Ama acaba Romalılar ve Yunanlılar bir dilek tutmak için mi , şu kuyularına gümüş
paralar atarlardı, yoksa onların binlerce yıl önce bildiği ama bizim daha yeni öğrendiğimiz şeyler mi var?
Ve şimdi öğreniyoruz ki, gümüş suyu sterilize ediyor, mikrop ve bakterileri öldürüyor."
New York Times'ın nüfus sayımı verilerine ilişkin haberinde çocuklarını yetiştirmek amacıyla işgücü ordusundan tamamen ayrılan Amerikalı erkeklerin sayısının geçtiğimiz on yılda iki kat artarak 176 bine çıktığı bildiriliyor. Yaklaşık yarım milyon kadar baba da serbest ya da yarı zamanlı işlerde çalışarak ailesinin geçimine destek olurken, bir yandan da ailenin
birinci derecede bakım sorumluluğunu yürütüyor. Times'ın yazdığına göre, günümüzde daha fazla sayıda erkek güvenli işler bulabilecek olsalar dahi, evde çocuk bakan baba rolünü sosyal bakımdan kabul edilebilir görüyor.
17 yaşındayken babasının uygun gördüğü kişiyle, Abdülhamit’in yaverlerinden Kolağası Mehmet Faik Bey ile evlendirildi. Bu evlilik ile Fatma Aliye’nin hayatında birçok değişim gerçekleşti, en önemlisi de yazı yazmasının yasaklanmasıydı. Zira yazı yazmaya ancak 10 yıllık bir aradan sonra devam edebilecekti. Fakat yasaklanan sadece yazması değil, okumasıydı da aynı
zamanda. Öyle ki Faik Paşa, Fatma Aliye’nin elinde ilk defa roman gördüğünde itiraz edip “iffetli” bir kadının bunları okuyamayacağını söylemiş, kitaplarını yırtıp atmıştı. Dönemin zihniyeti gereği bir kadının, babasından sonra kocasına itaat etmesi beklendiği için rollerini kabullenmiş bir kadın olan Fatma Aliye, yazmayı bıraktığı gibi kitaplarını da
raflara kaldırdı.Fatma Aliye’nin yazmaya yeniden başlaması, görev için uzun süre evden uzaklaşan Faik Bey’in dönüşüyle oldu. George Ohnet’nin Volonté romanı ikisinin de hoşuna gitmişti. Çeviri aşkıyla yanan Fatma Aliye, Faik Bey’den gelen izinle tercüme etmeye başladı. “Meram” adıyla basılan çeviride Fatma Aliye, içinde yaşadığı ataerkil toplumun
baskıcılığı nedeniyle kendi ismini
kullanamamış, “Bir Hanım” imzasıyla edebiyat dünyasına giriş yapmıştır. Kadının adının
geçmesi dâhi o dönem için kabul edilemeyecek,
inanılamayacak bir şeydi. Zira sonradan bir makalesinde adını açıkladığında onun yazdığına inanılmamış, ağabeyinin ya da babasının yazdığı düşünülmüştü.
Yazdıklarının bir kadının kaleminden çıktığına inanılınca da sert eleştirilere maruz kalmıştı.
Meram sonrası yazı serüveni devam eden Aliye Hanım’ın bu çalışması yoğun ilgi görünce yazdığı makalelerde Mütercime-i Meram takma adını kullandı.
burjuvazinin bayrağında “daha hızlı” yazdığına göre, bizim de bayrağımıza şunu yazmamız gerekiyor: “Hayat hızlı gideni cezalandıracaktır!”