Cesaret korkmamak değil, korkmaya rağmen üzerine gidebilmektir.
Erkekler sessiz olabilirler ancak kadınlar sessizleştirilmişlerdir.
Kadın ya da erkek, cinsiyet fark etmeksizin koşullarını değiştirmek isteyen kişinin değişim istediği ölçüde emek koyması şarttır
Masalların özenilen karakterleri, Külkedisi, Pamuk Prenses, Rapunzel, Uyuyan Güzel ve daha birçoğu ev işi yapmam dışında hiçbir yeteneği olmayan, kendi ayakları üzerinde duramayan, tek meziyetleri güzel olmak olan kadınlardır. Zeki olmak bir kenara, çoğunlukla kolay kandırılabilen, saflık derecesinde iyi niyetli resmedilmiş karakterlerdir.
Çocukların ne olursa olsun ebeveynlerini sevmelerini ve onlarla ilgilenmelerini beklemek düpedüz güçlünün güçsüz üzerinde iktidar denemesini pekiştirmektir
Erkekler hükmedebilecekleri kadınlarla evlenmeyi seçer ve bu seçimi namus, iffet ve başka maskeler arkasına gizler.
Kimi insan daha kırılgan, kimi insan daha dayanıklıdır. Bunu cinsiyetle açıklamak ve cinsiyet üzerinden ifade etmek sürdürülebilir mutsuzlar yığını yaratmaktan başka bir işe yaramaz.
Evlilik kadınlar için önemli bir başarı kriteri olarak görülür. Bir kadının belli bir yaşın üstünde olmasına rağmen bekar olması “evlenememiş” olmasıyla açıklanır. Evlenmek istemiyor oluşu, evlenmemenin kendi iradesiyle verdiği bir karar olabileceği hiç hesaba katılmaz.
Tecavüz kültürünü desteklediği için sıkça eleştirilen, kimi zaman pop şarkılarına da yansıyan sözler kadını şartlı olarak ödüllendirme üstüne kuruludur. Canımız Tarkan’ımız yollarımıza gül dökerken “Sen de istiyorsun” der, manipüle eder. “Eninde sonunda benim olacaksın/Hadi naz yapma” der, ültimatom verir. Biz yolumuza güller döküldüğünü
sanırken, aslında “Bıktırma, usandırma/Yeter beni kızdırma” sözleriyle tehdit ediliriz.
Herhangi bir şeyin tehlikeli olduğu gerekçesiyle kadınlara yasaklanması fikri, her defasında sorgulanmalıdır.
Peri masalları mutlu sonla biter ve masalın sonunda evlenen çift “sonsuza kadar mutlu yaşar”. Evlenilen beyaz atlı prensler güçlü, yakışıklı ve centilmendir. Sonsuza dek öyle kalacakları sanılır.
Gerçek senaryoda bu beyaz atlı prenslerin çoğu senaryoda evlendikten sonra birer “göbeğini kaşıyan adam”a dönüştüğünü ve en temel ihtiyaçlarını bile bizzat
görmeyi reddederek evlendikleri kadından hizmet beklediklerini görürüz.
Ancak kadınların evlendikten sonra kişisel bakımına gereği gibi özen göster(e)miyor olması birçok durumda mesele haline gelir.
Kadınları erkeklerin merhametine muhtaç bırakan bu zihniyet değişiyor, değişecek.
Dizilerde, filmlerde dahi iş hayatında yüksek pozisyonlara gelebilmiş kadınların çoğunlukla iyi kalpli olmayan, hırslı, kötücül, aile kuramamış (kurmayı hak etmemiş) karakterler olduğunu izleriz. İşinde başarılı olmak için çok çalışan, çok hırslı erkekler alkışlanırken; aynı durumdaki bir kadın bu özelliklerinden ötürü yerilir, gereğinden fazla hırslı
davranmakla suçlanır.
Ne var ki, toplum kadının özgürleşmesinin de güçlenmesinin de karşısında durur ve sessiz kadını makbul görür. Sesimizden, sözümüzden vazgeçmek eninde sonunda hayatımızı teslim etmeye dönüşür. Tam da bu yüzden konuşmaya devam etmek gerekir.
Çocukluğu doksanlı yıllarda geçen kişilerin kolayca hatırlayacağı üzere Ayşegül serisindeki karakter karşımıza hep domestik rollerde çıkar. Derli toplu saçları, tertemiz kıyafetlerle “kardeşini çok seviyor”, “doğum günü bebeği”, “küçük aşçılar”, “kıyafet balosuna hazırlanıyor”. Orjinali Fransızca olan ve esas ismi “Martine” olan
Ayşegül’ün bir yelkenliyle okyanusları aştığına, kendine bir sal inşa ettiğine, uzun yollar yürüyüp yeni diyarlar keşfettiğine rastlamayız. Tüm bunlar sadece erkeklerin alanına terk edilmiştir.  Ayşegül olsa olsa kurabiye pişirebilir, bebeğine bakarak annelik edebilir. Ejderhalarla savaşmak Ayşegüller’e teslim edilmemiştir.
Kadının etkisini olumladığı iddia edilerek söylenen "Her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır" cümlesinde bile kadının, hayatın öznesi olmak yerine hayatın esas aktörü olan erkek kişinin arkasında olduğu vurgusu vardır. Kadınlar pasif resmedilir, en aktif hallerinde bile yardımcı oyuncu olarak karşımıza çıkar.
Masallar kırmızı rengi tehlike kaynağı olarak anlatır ve bu tehlike hep kadınların başına işler açar. Kadınların kırmızıda uzak durması beklenir. Gel gelelim, kına gecesi elbiselerinin kırmızı olması kadınlara bir nevi cinselliğe vize olarak sunulur.
Feminist bilinç sayesinde özgürleşen kadınlar, talep etmeye ve itiraz etmeye başlar. Bu itirazlarla baş etmek zorunda kalan patriyarka, eşitlik için mücadele etmek yerine bu sesleri kısmaya uğraşır. Feminist mücadeledeki aktivistleri kötüler, tehlikeli birer canavarlar gibi lanse eder. Toplumsal cinsiyet eşitliği mücadelesi bakımından onca şey söyleniyor olmasına karşın
bütün bunlar göz ardı edilir ve özellikle ana akım medyada feministler "kürtaj destekçisi", "öfkeli", "lezbiyen" gibi toplumun genel kabulünün dışındaki kimliklerle sunulur.