Kadınlar üzerinde baskıların, ve ayrımcılığın ortaya çıkması üretim araçlarının özel mülkiyete geçmesi ve sınıfsal sömürü sisteminin kurulması ile yakından bağlantılıdır.
Yaşam alanı olarak etrafını ördüğü toprak üzerindeki toplumu bir yandan esaret altına alırken, diğer yandan burada yaşayan toplumu kendi iktidarını sağlama alacağı sömürü kaynağı biçiminde tasarlar. Topluma özgürlük alanı diye sunduğu coğrafya özünde koca bir "Hapishaneden" öte anlam ifade etmez.
Milli Demokratik Devrim görüşüne göre; Türkiye, güçlü bir proletarya sınıfına sahip gelişmiş bir sanayi ülkesi olmak şöyle dursun, hala emperyalizmin sömürü alanı, geri bir tarım ülkesi durumundaydı. Dolayısıyla Türkiye'nin önündeki devrimin sosyalist devrim değil, demokratik devrim olduğu tamamen ortada idi.
Toplum olmadan devlet ve iktidar yaşayamaz.Ama devlet ve iktidar olmadan toplum yaşayabilir,hem de daha doğru,güzel ve sağlıklı olarak.Devlet ve iktidar,toplumla birlikte yaratılan tüm toplumsal değerlerin gaspı,talan ve sömürü mekanizması düzenidir.Devlet,topluma karşı en büyük tehdit ve saldırı iken kendini toplumun koruyucusuymuş gibi yansıtır.En büyük hırsız iken
kendini velinimet gibi sunar.Topluma karşı bir tecavüz ve kırım makinası iken kendini vazgeçilmez bir otorite gibi gösterir.Bir sömürü canavarı iken toplumsal paylaşım ve iş bölümünü düzenleyen yönetim gibi algılatır.
"İslamcılar yönetime gelmeden önce bir cennet vadettiler. Fakat halka baskı ve zulüm açısından, durum 1983 teki diktatörlüğü aratmayacak hale geldi. Kuran Anayasamız' sloganıyla başlayan İslamcılar, kendilerinden başka hiçbir politik kuruluş veya güce hayat hakkı tanımamaya karar verdiler. Halkın ağzını kapatmak için en küçük itirazda bile, 'Biz Allah'ın ulu
buyruğunu yerine getiriyoruz. Bu Allah kelamıdır, Kur'an kelamıdır' gerekçesiyle kendi görüşlerine karşı çıkan herkesi, 'Allah ve Kur'an'a karşı çıkmak ile suçluyorlar. (...) Şeriat çerçevesinde yurttaşların elleri ve kolları kesildi. Daha da kötüsü ellerinde ilahi çözüm olduğunu iddia eden İslami Cephe, sorunlara baskı, sömürü ve zulümden başka herhangi bir
çözüm bulmakta aciz kaldı.
Türkiye'de kapitalizmin iki ayağı üzerine dikilememesinin iki temel nedeni vardır: Bunlardan birisi,Osmanlı topraklarında yüzyıllar boyunca Asya Tipi Üretim Biçimi'nin hüküm sürmesi;bu üretim biçiminden feodal üretim biçime geçilirken İngiltere,Almanya,Fransa vb.gibi Batı kapitalist ve daha sonra emperyalist devletlerin müdahaleleriyle karşılaşması,emperyalist sömürü
zincirinin bir halkası olması ve bundan kurtulamayışıdır.
İnsanlar yaratıcı, insanlar esnek ve takdir edersiniz ki şiddet ve sömürü söz konusu olduğunda insanlığın sınırı yok.
Batı burjuvazi medeniyeti iki yönü olan bir biçim oluşturdu. Birinci yönü, bilgi ve uzmanlaşma; ikinci yönü ise, sömürü oluşturuyordu.
Bu noktaya geliş süreci: 19.YY Victoria dönemi etiği gündelik hayatı değiştirmiş; tarih boyunca yaşanan insanlar arası ilişkilerin temelinde yer alan "efendi-köle” ilişkisini yalnızca bir sömürü ve egemenlik ilişkisi olmaktan çıkarmaya başlamıştır Efendi olan taraf da köle olan taraf-da toplumsal sistem karşısında hiçleşmeye, saçma bir hayatı kabul etmeye ve
hiçleşmeyi mutluluk saymaya başlamıştır.
Günümüz verili toplumsal sistemleri, kalabalıkların sömürü mekanizması içinde tutulmasıyla da yetinmemekte; kalabalıkların da, yönelticilerin de seçkinlerin de bitkilerin ve hayvanların da yasama hakkını ortadan kaldırmaya yönelmiş bulunmaktadır. Verili toplumsal sistemler, bugün yalnızca kendi etkinliklerini düşünmektedir. Walter Benjamin’in deyişiyle.
bugün
“organik-olan inorganik-olanın tahakkümü altındadır.” Doğa ve insan, toplumsal sistemin tahakkümü altındadır. Sınıf tahakkümü, ölümün hayat üzerinde tahakkümü noktasına varmıştır.