Hüseyin Çaça
Hüseyin Çaça

İmam Kazım (a.s) şöyle buyurmaktadır:
" Bizim Şiamızda dört şey bulunmaktadır : Namaz seccadesi, yüzük, misvak ve Kerbela toprağından yapılan tesbih. "

Yuriy Mikhailovich Lotman
Yuriy Mikhailovich Lotman

Şinema, kendi çağındaki kültürün, sanatın ve ideolojik sava­şırın bir bölümüdür. Bu görünüş nedeniyle, gerçekliğe ilişkin, filmsel metin dışındaki birçok görünüş bir bağlılaşım içinde bulunmaktadır ve bu durum, tarihçilerle çağdaşlarımız için te­mel estetiksel sorunlardan çok daha önemli bir dizi anlamın or­taya çıkış nedeni olmaktadır. Bu

durumda, filmin tüm bu me­tindışı ilişkilerle bağlantısını sürdürebilmesi ve toplumsal işle­vini yeiine getirebilmesi için, sinema sanatına ilişkin bir yapı olması zorunludur; yani seyircilerle sinema dilinde konuşabil­mesi ve enformasyonlarını sinematografik araçlarla aktarabil­mesi gerekmektedir.

Esat Buçuk
Esat Buçuk

Dün akşam daha önce gerçekleşen bir olay tekrarlandı. Sırp milisler cankurtaran araçlarını kullanarak şehir sokaklarındaki sivillere ateş açtılar. Yardım olarak gönderilen gıda malzemeleri şimdiye kadar bize ulaşamadı. Bütün yardımlar Hırvatistan'da bulunmaktadır ve doğrudan "insani yardım" oluveriyor. Artik yiyeceğimiz yok, ilacamız yok, ekmeğimiz yok, sü tümüz

yok, para yok, mal yok. Ticaret yok. Alışveriş yok.

E. J. Wilkinson Gibb
E. J. Wilkinson Gibb

4. CİLDE BROWN'UN ONSOZU

Dördüncü cildinin tamamlanmasıyla bizi kadîm sistemin sonuna ve hemen hemen günümüze kadar getiren, merhum dostumun Osmanlı Şiir Tarihi isimli eseriyle ilgili olarak bana düşen iş sadece gerekli düzenlemeleri yapmak olmuştur. Bu noktaya gelinceye kadar önümde duran eserde, eğer müellif biraz daha uzun yaşamış olsaydı ya ufak tefek

tadilatlar yapacak ya da ilaveler yapacaktı; bunun dışında eser hemen hemen tamamlanmıştı ve sadece ehemmiyetsiz değişikliklere ya da birkaç yerde açıklamalara ihtiyaç duyuyordu. Mesela Yeni Dönem'le ilgili olarak: Yeni Dönem'de İran terkedilmiş, Fransa'ya yönelinmiştir ve Türk dili hemen hemen yeniden inşa edilmiştir. Bu dilin yapısı ve bu dili konuşanların edebî

idealleri o kadar büyük bir ölçüde değiştirilmiş ki, bununla ilgili olarak müellifin dokümanları arasından sadece üç bahis bulunabilmiştir.

Bunlardan birincisi "Yeni Dönemin Doğuşu" başlığını taşımaktadır. Bu bölümde dönemin karakteri, hareketin başlaması ve önemli temsilcilerinden Şinasî, Ziya Paşa, Kemal Bey, Abdulhak Hamid Bey, Ahmed Midhat Efendi,

Ahmed Vefik Paşa ve Ebu'z-Ziya Tevfik Bey gibi önde gelen temsilcileri ele alınmaktadır. İkinci bölümde Şinasi (M. 1826-1871 )'nin hayatı ve eserleri; üçüncü bölümde ise Ziya Paşa (M. 1830-1880) ele alınmıştır. Bu son ciltle ilgili dokümanların yanısıra müellifin, modern dönemle ilgili olarak da pekçok müsvedde ve not defterlerinde bol miktarda tercüme ve notları

bulunmaktadır.

Bayan Gibb'in, Cambridge Üniversitesi'ne cömertçe bağışladığı eserler arasında bulunan matbu ve taşbasma eserlerden de böyle bir niyeti olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu dokümanlar arasında en değerlisi Türk şiir tarihinin tamamıyla ilgili olarak, elime geçen bir taslaktır ki, en meşhur şairlerin isimlerini, belli başlı eserlerini, onların

hususiyetleriyle ilgili yorumlan içermektedir. Gibb, bu taslağı bir dostu için yazmış; o da bu bilgiyi büyük bir nezaketle bana tevdi etti. Çünkü bu notlar modern dönemle ilgili olarak yazarın maksadını gösterdiği için büyük öneme sahiptir; şüphesiz biraz daha yaşamış olsaydı eserini, mezkur konuyla ilgili son bir ciltle mütekâmil hale getirecekti. Kısa olduğu için

burada nakletmekte bir sakınca görmüyorum.

Yeni Dönem (M. 1859-...)
(Bu dönemin ilhamı Avrupadan özellikle de Fransa'dan gelmektedir.)
Şinasî ( Ölümü M. 1871); az sayıda şiirleri, Fransız şairlerinden tercümeleri (1859), Manzum Masallardı bulunmaktadır. Tercüme şiirleri, Türkçe'ye bir Avrupa dilinden yapılmış ilk şiir tercümeleridir ve bu şiirler

yeni bir çığır açmıştır.

Kâzım Paşa; Divan'ı, Makalid-i Aşk'ı, Bâz u Hunfesa'sı bulunmaktadır. Makalid-i Aşk, Kerbela'da şehid edilen Hz. Hüseyin için yazılmış mersiyelerden oluşmaktadır. Bâz u Hunfesa ise iki paşa için yazılmış hicivlerdir.

Hakkı Bey; Divan'ı bulunmaktadır. Şiirler Nef'i'nin üslubunu andırmaktadır.

Hersekli

Arif Hikmet Bey
Nevres; Divan'ı bulunmaktadır.
Mezkur dört şair divan edebiyatı çerçevesinde şiirler yazmışlardır.

Edhem Pertev Paşa (Ölümü M. 1873) Victor Hugo ve Jean Jacques Rousseau'dan tercümeleri bulunmaktadır.

Ziya Paşa (Ölümü M. 1880), Divan'ı, Zafer-name, Harabat (antoloji)'ı bulunmaktadır. Büyük bir şairdir. Zafer-name, Ziya

Paşa'nın politik ve şahsî düşmanı olan başvezir Ali Paşa hakkında yazılmış bir hicviyedir.

Abdulhak Hamid Bey; pek çok şiirinin yanısıra şu manzum piyesleri bulunmaktadır: Nesteren, Tezer, Eşber. İlk şiir kitabı Sahra'dır. Diğerleri ise Belde, Hacle, Makber, Ölü, Bunlar O'dur (Bu şiirler merhum eşinin anısına yazılmışlardır.), Bir Sefile'nin

Hasbi-hali. Hamid Bey Avrupai nazım şekillerini Türkçeye ilk takdim eden şairdir. Yukarıda zikredilen manzum piyeslerinin yanısıra pekçok mensur piyesleri de vardır. Ayrıca henüz basılmamış pekçok eseri bulunmaktadır.

Kemal Bey ( Ölümü M. 1888); özellikle vatan-perverane yazılmış pek çok şiiri bulunmaktadır. Hamid'in 1879'da Sahra'sını yayımladıktan sonra

Avrupai nazım şekilleriyle şiirler yazmıştır. Muhtemelen Türklerin bu dönemde yetiştirdiği en büyük şairlerinden biridir. Her türde eseri bulunmaktadır; çoğu mensurdur.

Ekrem Bey, şiirleri bulunmaktadır. Zemzeme adında üç bölümden oluşan şiirleri vardır. Hamid Bey'i izleyenler içerisinde en iyisidir. Şimdi ise genç Türk şairleri onu üstad olarak

görmektedirler. Çok yazan bir şairdir, fakat şiirlerinin çoğu dergilerde ve başka yayın organlarında kalmış olup henüz bütünüyle bir araya getirilmemiştir.

Muallim Naci ( Ölümü M. 1893); modern dönemin önemli bir şairi ve münekkididir. Ateş-pare ve Şerare isimli şiirlerinin adıyla anılan iki derlemede pek çok şiiri bir araya getirilmiş ve

yayınlanmıştır.

Hamid, Kemal, Ekrem ve Naci modern şiirin gerçek kurucularıdır. Kısa sürede pek çok genç erkek ve kadın şair onları izlemeye başlamıştır, fakat bu şairlerin eserlerini henüz ayrıntılı olarak inceleme fırsatım olmadı. Birkaç yıl önce Cenab Şehabeddin ve Tevfik Fikret adında iki şair Fransız sembolist ve empresyonistlerinin eserlerini

kendilerine model alarak yeni bir şiir tarzı başlatmışlardır. Hamid ve Ekrem Bey hariç, bu iki yenilikçi şair muhtemelen, yaşayan en iyi Türk şairleridir.
Yukarıdaki özet Gibb'in Osmanlı Şiir Tarihi isimli eserinin son cildinin muhtevasını göstermektedir. Bunların yanısıra yazar muhtemelen, modern Türk şairlerinden Faik Ali, İsmail Safa, Hasan Suad, Celal Sahir ve

Kadir gibi pek çok yazardan ve Küçük Şeylerdin yazarı Sami Paşa-zade Sezai Bey; Aşk-ı Memnu yazarı Halid Ziya Bey; İffet'in yazarı Hüseyin Rahmi; Eylül'ün. yazan Mehmed Rauf gibi pek çok yazardan da bahsedecekti. Şiir Tarihi'nin bu önemli kısmının halen yazılmamış olması büyük bir kayıp ve üzüntü vericidir; zira bildiğim kadarıyla ve eserinden de

anlaşılabileceği gibi, Osmanlı şiirine gerek bilgisi, gerekse duyduğu alâka dolayısıyla, Gibb'in dışında herhangi bir Avrupalının onun gibi sağlıklı yaklaşabileceğini zannetmiyorum. Onun mezkur dört ciltte söyledikleri Osmanlı şiir tarihi ile ilgili sözleri, ebediyete kadar olmasa da uzun yıllar söylenebilecek son sözler olarak kalacaktır. Fakat onun, yeni edebiyat

dönemi ile nihayete eren bu fevkalâde dönüşüme adadığı edebiyat tarihinin son cildini kim tamamlayabilecekti? Şiir Tarihi'nin baskıya hazırlama işine giriştiğim zamandan beri bu soru zihnimi işgal etmiştir. Onun eserine layık bir şekilde, bu görevin ikmal edilebileceği şeklindeki, ümidimi teyit edecek bir yol da bulabilmiş değilim.

Durum bundan ibarettir ve

görevimin bitiminde üzerinde düşünülmesi gereken bir husus olarak şimdilik bir kenarda duracaktır. Elinizdeki bu ciltten başka iki cilt daha olacaktır. Beşinci cilt Gibb'in Yeni Edebiyat Dönemi ile ilgili olarak yukarıda yazdığı üç bölümü ihtiva edecektir. Ben de elimden geldiği kadar bu dönemle ilgili bazı Türk dostlarımdan elde edebildiğim bilgilerle bu cildi

desteklemeye çalışacağım. Ayrıca Mr. R. A. Nicholson'un bir süredir üzerinde çalıştığı bu eserin tamamının bir indeksini de eklemeye çalışacağım. Son cilt ise önceki ciltlerde İngilizceye tercüme edilmiş olan şiirlerin orjinal metinlerini ihtiva edecek olup bütün dönemlerin en tipik şiirlerinden oluşan bir antoloji görevi görecektir.

İkinci cildin

önsözünde, ayrıca üçüncü ciltte bahsettiğim iki önemli konudan yine burada da kısaca bahsetmem gerekecektir: Mr. Gibb'in kütüphanesi ve annesi bayan Jane Gibb tarafından kurulan Gibb Memorial Fonu.

Gibb'in British Museum'a tahsis edilen fevkalâde değerli yazmalar koleksiyonu 3. cildin önsözünde bahsettiğim sebeplerle benim muhafazam altında bulunmaktadır ve bu

eser tamamlanıncaya kadar da kütüphaneye verilmeyecektir. 2. ciltte bahsettiğim matbu eserlere gelince, Gibb'in dul eşi bayan EJ. W. Gibb tarafından, kocasının dostlarına ve mesai arkadaşlarına dağıtılmak üzere ayrılmış; Avrupalılarca Türkiye hakkında yazılmış matbu hayli değerli bir koleksiyon da yine bayan Gibb tarafından İstanbul'daki İngiliz Sefareti Kütüphanesine

bağışlanmıştır. Bununla birlikte matbu ve taşbasma eserlerin tamamı - az sayıda Farsça eserle birlikte- bayan Gibb tarafından cömertçe, Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi'ne bağışlanmıştır. Özellikle edebiyat alanında hayli zengin bu değerli koleksiyon çoğu ender bulunan 300 cilt eseri ihtiva etmektedir. Bu eserlerin pek çoğunda Gibb'in el yazısıyla notlar ve

yorumlar bulunmaktadır. Bu koleksiyonun, yakında yayımlanacağını ümit ettiğim bir katoloğunu da kısa süre önce tamamlamış bulunmaktayım.
Gibb'in hatırasını yaşatmak ve eserini tamamlamak amacıyla bir fon kuran annesi 26 Şubat 1904'te vefat etmiş ve ne yazık ki hayatının sonuna kadar yakın bir ilgiyle takip ettiği; oğlunun, hayatını adadığı ve kurduğu vakfın

da ilk meyvesi olacak olan eserin tamamlanmasını görmek nasib olmamıştır. Vakfın Arapça, Farsça ve Türkçe çalışmaları ilerletmek bilhassa önemli metinleri ve tercümelerin yayımlanmasını sağlamak amacıyla da mirasından hayli yüklü bir miktarı yine vakfa bağışlamıştır. Anılar serisinin altı ya da yedi cildi hazırlanmakta veya tamamlanmış durumdadır. İki eserse

-Bayan Beveridge'in Babür-name'si ve benim İbni İsfendiyar'ın muhtasar Taberistan Tarihi- hemen hemen yayımlanmak üzeredir. Vakıf mütevelli heyeti, vakfın hizmet sınırları içerisine giren, yani Türk, Arap, İran medeniyeti, edebiyatı, felsefesine dair eser yayınlamak isteyen bilim adamlarıyla irtibat sağlamaktan son derece memnun olacaktır. Vakıf ya da mütevelli heyetiyle

ilgili bütün haberleşmelerin adresi ilk etapta Mr. Julias Bertram, Clerk of the Trust, 14, Suffolk Street, Pall Mall East, London, S.W. şeklinde olacaktır.

7 Mayıs 1905
Edgard G. Brown

E. J. Wilkinson Gibb
E. J. Wilkinson Gibb

4. CİLDE BROWN'UN ONSOZU

Dördüncü cildinin tamamlanmasıyla bizi kadîm sistemin sonuna ve hemen hemen günümüze kadar getiren, merhum dostumun Osmanlı Şiir Tarihi isimli eseriyle ilgili olarak bana düşen iş sadece gerekli düzenlemeleri yapmak olmuştur. Bu noktaya gelinceye kadar önümde duran eserde, eğer müellif biraz daha uzun yaşamış olsaydı ya ufak tefek

tadilatlar yapacak ya da ilaveler yapacaktı; bunun dışında eser hemen hemen tamamlanmıştı ve sadece ehemmiyetsiz değişikliklere ya da birkaç yerde açıklamalara ihtiyaç duyuyordu. Mesela Yeni Dönem'le ilgili olarak: Yeni Dönem'de İran terkedilmiş, Fransa'ya yönelinmiştir ve Türk dili hemen hemen yeniden inşa edilmiştir. Bu dilin yapısı ve bu dili konuşanların edebî

idealleri o kadar büyük bir ölçüde değiştirilmiş ki, bununla ilgili olarak müellifin dokümanları arasından sadece üç bahis bulunabilmiştir.

Bunlardan birincisi "Yeni Dönemin Doğuşu" başlığını taşımaktadır. Bu bölümde dönemin karakteri, hareketin başlaması ve önemli temsilcilerinden Şinasî, Ziya Paşa, Kemal Bey, Abdulhak Hamid Bey, Ahmed Midhat Efendi,

Ahmed Vefik Paşa ve Ebu'z-Ziya Tevfik Bey gibi önde gelen temsilcileri ele alınmaktadır. İkinci bölümde Şinasi (M. 1826-1871 )'nin hayatı ve eserleri; üçüncü bölümde ise Ziya Paşa (M. 1830-1880) ele alınmıştır. Bu son ciltle ilgili dokümanların yanısıra müellifin, modern dönemle ilgili olarak da pekçok müsvedde ve not defterlerinde bol miktarda tercüme ve notları

bulunmaktadır.

Bayan Gibb'in, Cambridge Üniversitesi'ne cömertçe bağışladığı eserler arasında bulunan matbu ve taşbasma eserlerden de böyle bir niyeti olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu dokümanlar arasında en değerlisi Türk şiir tarihinin tamamıyla ilgili olarak, elime geçen bir taslaktır ki, en meşhur şairlerin isimlerini, belli başlı eserlerini, onların

hususiyetleriyle ilgili yorumlan içermektedir. Gibb, bu taslağı bir dostu için yazmış; o da bu bilgiyi büyük bir nezaketle bana tevdi etti. Çünkü bu notlar modern dönemle ilgili olarak yazarın maksadını gösterdiği için büyük öneme sahiptir; şüphesiz biraz daha yaşamış olsaydı eserini, mezkur konuyla ilgili son bir ciltle mütekâmil hale getirecekti. Kısa olduğu için

burada nakletmekte bir sakınca görmüyorum.

Yeni Dönem (M. 1859-...)
(Bu dönemin ilhamı Avrupadan özellikle de Fransa'dan gelmektedir.)
Şinasî ( Ölümü M. 1871); az sayıda şiirleri, Fransız şairlerinden tercümeleri (1859), Manzum Masallardı bulunmaktadır. Tercüme şiirleri, Türkçe'ye bir Avrupa dilinden yapılmış ilk şiir tercümeleridir ve bu şiirler

yeni bir çığır açmıştır.

Kâzım Paşa; Divan'ı, Makalid-i Aşk'ı, Bâz u Hunfesa'sı bulunmaktadır. Makalid-i Aşk, Kerbela'da şehid edilen Hz. Hüseyin için yazılmış mersiyelerden oluşmaktadır. Bâz u Hunfesa ise iki paşa için yazılmış hicivlerdir.

Hakkı Bey; Divan'ı bulunmaktadır. Şiirler Nef'i'nin üslubunu andırmaktadır.

Hersekli

Arif Hikmet Bey
Nevres; Divan'ı bulunmaktadır.
Mezkur dört şair divan edebiyatı çerçevesinde şiirler yazmışlardır.

Edhem Pertev Paşa (Ölümü M. 1873) Victor Hugo ve Jean Jacques Rousseau'dan tercümeleri bulunmaktadır.

Ziya Paşa (Ölümü M. 1880), Divan'ı, Zafer-name, Harabat (antoloji)'ı bulunmaktadır. Büyük bir şairdir. Zafer-name, Ziya

Paşa'nın politik ve şahsî düşmanı olan başvezir Ali Paşa hakkında yazılmış bir hicviyedir.

Abdulhak Hamid Bey; pek çok şiirinin yanısıra şu manzum piyesleri bulunmaktadır: Nesteren, Tezer, Eşber. İlk şiir kitabı Sahra'dır. Diğerleri ise Belde, Hacle, Makber, Ölü, Bunlar O'dur (Bu şiirler merhum eşinin anısına yazılmışlardır.), Bir Sefile'nin

Hasbi-hali. Hamid Bey Avrupai nazım şekillerini Türkçeye ilk takdim eden şairdir. Yukarıda zikredilen manzum piyeslerinin yanısıra pekçok mensur piyesleri de vardır. Ayrıca henüz basılmamış pekçok eseri bulunmaktadır.

Kemal Bey ( Ölümü M. 1888); özellikle vatan-perverane yazılmış pek çok şiiri bulunmaktadır. Hamid'in 1879'da Sahra'sını yayımladıktan sonra

Avrupai nazım şekilleriyle şiirler yazmıştır. Muhtemelen Türklerin bu dönemde yetiştirdiği en büyük şairlerinden biridir. Her türde eseri bulunmaktadır; çoğu mensurdur.

Ekrem Bey, şiirleri bulunmaktadır. Zemzeme adında üç bölümden oluşan şiirleri vardır. Hamid Bey'i izleyenler içerisinde en iyisidir. Şimdi ise genç Türk şairleri onu üstad olarak

görmektedirler. Çok yazan bir şairdir, fakat şiirlerinin çoğu dergilerde ve başka yayın organlarında kalmış olup henüz bütünüyle bir araya getirilmemiştir.

Muallim Naci ( Ölümü M. 1893); modern dönemin önemli bir şairi ve münekkididir. Ateş-pare ve Şerare isimli şiirlerinin adıyla anılan iki derlemede pek çok şiiri bir araya getirilmiş ve

yayınlanmıştır.

Hamid, Kemal, Ekrem ve Naci modern şiirin gerçek kurucularıdır. Kısa sürede pek çok genç erkek ve kadın şair onları izlemeye başlamıştır, fakat bu şairlerin eserlerini henüz ayrıntılı olarak inceleme fırsatım olmadı. Birkaç yıl önce Cenab Şehabeddin ve Tevfik Fikret adında iki şair Fransız sembolist ve empresyonistlerinin eserlerini

kendilerine model alarak yeni bir şiir tarzı başlatmışlardır. Hamid ve Ekrem Bey hariç, bu iki yenilikçi şair muhtemelen, yaşayan en iyi Türk şairleridir.
Yukarıdaki özet Gibb'in Osmanlı Şiir Tarihi isimli eserinin son cildinin muhtevasını göstermektedir. Bunların yanısıra yazar muhtemelen, modern Türk şairlerinden Faik Ali, İsmail Safa, Hasan Suad, Celal Sahir ve

Kadir gibi pek çok yazardan ve Küçük Şeylerdin yazarı Sami Paşa-zade Sezai Bey; Aşk-ı Memnu yazarı Halid Ziya Bey; İffet'in yazarı Hüseyin Rahmi; Eylül'ün. yazan Mehmed Rauf gibi pek çok yazardan da bahsedecekti. Şiir Tarihi'nin bu önemli kısmının halen yazılmamış olması büyük bir kayıp ve üzüntü vericidir; zira bildiğim kadarıyla ve eserinden de

anlaşılabileceği gibi, Osmanlı şiirine gerek bilgisi, gerekse duyduğu alâka dolayısıyla, Gibb'in dışında herhangi bir Avrupalının onun gibi sağlıklı yaklaşabileceğini zannetmiyorum. Onun mezkur dört ciltte söyledikleri Osmanlı şiir tarihi ile ilgili sözleri, ebediyete kadar olmasa da uzun yıllar söylenebilecek son sözler olarak kalacaktır. Fakat onun, yeni edebiyat

dönemi ile nihayete eren bu fevkalâde dönüşüme adadığı edebiyat tarihinin son cildini kim tamamlayabilecekti? Şiir Tarihi'nin baskıya hazırlama işine giriştiğim zamandan beri bu soru zihnimi işgal etmiştir. Onun eserine layık bir şekilde, bu görevin ikmal edilebileceği şeklindeki, ümidimi teyit edecek bir yol da bulabilmiş değilim.

Durum bundan ibarettir ve

görevimin bitiminde üzerinde düşünülmesi gereken bir husus olarak şimdilik bir kenarda duracaktır. Elinizdeki bu ciltten başka iki cilt daha olacaktır. Beşinci cilt Gibb'in Yeni Edebiyat Dönemi ile ilgili olarak yukarıda yazdığı üç bölümü ihtiva edecektir. Ben de elimden geldiği kadar bu dönemle ilgili bazı Türk dostlarımdan elde edebildiğim bilgilerle bu cildi

desteklemeye çalışacağım. Ayrıca Mr. R. A. Nicholson'un bir süredir üzerinde çalıştığı bu eserin tamamının bir indeksini de eklemeye çalışacağım. Son cilt ise önceki ciltlerde İngilizceye tercüme edilmiş olan şiirlerin orjinal metinlerini ihtiva edecek olup bütün dönemlerin en tipik şiirlerinden oluşan bir antoloji görevi görecektir.

İkinci cildin

önsözünde, ayrıca üçüncü ciltte bahsettiğim iki önemli konudan yine burada da kısaca bahsetmem gerekecektir: Mr. Gibb'in kütüphanesi ve annesi bayan Jane Gibb tarafından kurulan Gibb Memorial Fonu.

Gibb'in British Museum'a tahsis edilen fevkalâde değerli yazmalar koleksiyonu 3. cildin önsözünde bahsettiğim sebeplerle benim muhafazam altında bulunmaktadır ve bu

eser tamamlanıncaya kadar da kütüphaneye verilmeyecektir. 2. ciltte bahsettiğim matbu eserlere gelince, Gibb'in dul eşi bayan EJ. W. Gibb tarafından, kocasının dostlarına ve mesai arkadaşlarına dağıtılmak üzere ayrılmış; Avrupalılarca Türkiye hakkında yazılmış matbu hayli değerli bir koleksiyon da yine bayan Gibb tarafından İstanbul'daki İngiliz Sefareti Kütüphanesine

bağışlanmıştır. Bununla birlikte matbu ve taşbasma eserlerin tamamı - az sayıda Farsça eserle birlikte- bayan Gibb tarafından cömertçe, Cambridge Üniversitesi Kütüphanesi'ne bağışlanmıştır. Özellikle edebiyat alanında hayli zengin bu değerli koleksiyon çoğu ender bulunan 300 cilt eseri ihtiva etmektedir. Bu eserlerin pek çoğunda Gibb'in el yazısıyla notlar ve

yorumlar bulunmaktadır. Bu koleksiyonun, yakında yayımlanacağını ümit ettiğim bir katoloğunu da kısa süre önce tamamlamış bulunmaktayım.
Gibb'in hatırasını yaşatmak ve eserini tamamlamak amacıyla bir fon kuran annesi 26 Şubat 1904'te vefat etmiş ve ne yazık ki hayatının sonuna kadar yakın bir ilgiyle takip ettiği; oğlunun, hayatını adadığı ve kurduğu vakfın

da ilk meyvesi olacak olan eserin tamamlanmasını görmek nasib olmamıştır. Vakfın Arapça, Farsça ve Türkçe çalışmaları ilerletmek bilhassa önemli metinleri ve tercümelerin yayımlanmasını sağlamak amacıyla da mirasından hayli yüklü bir miktarı yine vakfa bağışlamıştır. Anılar serisinin altı ya da yedi cildi hazırlanmakta veya tamamlanmış durumdadır. İki eserse

-Bayan Beveridge'in Babür-name'si ve benim İbni İsfendiyar'ın muhtasar Taberistan Tarihi- hemen hemen yayımlanmak üzeredir. Vakıf mütevelli heyeti, vakfın hizmet sınırları içerisine giren, yani Türk, Arap, İran medeniyeti, edebiyatı, felsefesine dair eser yayınlamak isteyen bilim adamlarıyla irtibat sağlamaktan son derece memnun olacaktır. Vakıf ya da mütevelli heyetiyle

ilgili bütün haberleşmelerin adresi ilk etapta Mr. Julias Bertram, Clerk of the Trust, 14, Suffolk Street, Pall Mall East, London, S.W. şeklinde olacaktır.

7 Mayıs 1905
Edgard G. Brown

İbrahim Akkurt
İbrahim Akkurt

6 kilometrelik bu kara surları içerisinden günümüze ulaşan 8 kapı bulunmaktadır ki bu kapılar İstanbul'un tarihsel hafızası ile eşdeğerdir.

Feqiyê Teyran
Feqiyê Teyran

Ey su ey su, yine de ey su ey su!
Aşk ve muhabbet mi besliyorsun?
Kıyıya dalga üstüne dalga atıyorsun
Sakin değilsin, rahat durmuyorsun

Ne rahat var ne de huzur var sana
Yoksa aşık mı oldun Allah'ına?
Ya da kalbimizi sen andırırcasına
Bir emir üzerine acele ediyorsun

Bilmek istiyorum senin bu sırrını
İster çoğunu olsun

isterse de azını
Gür gür akıyor olmanın anlamını
Bu ibadeti sen kime yapıyorsun?

Hal diliyle zikri kime yapıyorsun?
Şırıl şırıl akışını durdurmuyorsun
Benim gibi yorgun argın düşüyorsun
Gece gündüz sen hiç uyumuyorsun

Bir emir üzerinedir bu hızlıca akışın
Benim gibi senin de sevdalıdır başın
Sen kimin

için böyle hızlıca akarsın?
Bu itaat ve hizmeti kime yapıyorsun?

Elsiz ve ayaksız hizmet edersin
Sen kime bu kadar boyun eğersin?
Allah demedi ki bir an bile durasın
Sesin geliyor, hep akıp gidiyorsun

Hem gece hem gündüz gelir sesin
Sen kalpsiz ve elsiz ibadet edersin
Dalga ve köpük olup yükselirsin
Kudret renginden tatlıca

akıyorsun

Bazen beyaz bir süte benzer rengin
Hiçbir kılıç olmaz senin gibi keskin
Yar hatıra geliyor geldiğinde sesin
Gidişinle yarin meylini andırıyorsun

Senin mutlaka bir mahbubun vardır
Veya meylettiğin bir matlubun vardır
Ya da bir dostun ve maksudun vardır
Ki libassızsın ve bir şey giymiyorsun

Ondandır libassız

oluşun, üryan akışın
Ondandır seyrin, raksın ve haykırışın
Kimin içindir aşk oyununu oynayışın?
Kendinde rumuz ve işaret taşıyorsun

Kimin için yapıyorsun bu tesbihatları?
Birlikte gösteriyorsun rumuz ve sırları
Rabbin için yapıyorsun bütün bunları
Gurbetle olan mehirden dolaşıyorsun

Kocakarı dünyanın

içinde dolaşıyorsun
Hiç uyumuyorsun ve hiç durmuyorsun
Sen böyle aynen kalbime benziyorsun
Mihnetler içindesin, zahmet çekiyorsun

Sen de zahmet çeker, mihnet çekersin
Hoş bir karakter var sende ve naziksin
Ruhun olmaksızın yerde gezmektesin
Elsiz ve ayaksız sen nerden geliyorsun?

Ne el ve ayağın, ne kol ve kanadın var

Sendeki bu dalga, kıvrım ve dolaşımlar
Sanki patlak vermiş “vur kaç”lı savaşlar
Bunun nedenini ise beyan etmiyorsun

Bunun nedenini bana tekrarlayıp söyle
Yeter artık bunun sırrını benden gizle!
Bir kez de olsa sen bunu izah eyle
Ki ben de bileyim ne hikaye ediyorsun

Ki ben de haberdar olayım meseleden
Nasıl bir

şeyden bahsedilmiş ezelden
Nasıl bir temel atılmıştır ta öncelerden
Feleğin devir ve çarkıyla dönüyorsun

Bir çark ki alem bulunmaktadır içinde
Feyiz ve bereketi bulunuyor her biçimde
Sudan temenni ettim ben soru temelinde
Hakikatin tam manasını biliyor musun?

Dört cevher hakkındaki gerçeklerden
“Unsurlar”

hakkındaki bilgilerden
Saklama bunları dost ve kardeşlerden
Ağızsız söyle bu hikmeti ki biliyorsun

Gerçi konuşma bakımından dilsizsin
Dilin yok, söz ve ifadeye sahip değilsin
Sen hal diliyle aşkını dile getirmelisin
Ağızsızsan da kudret sırlarıyla dolusun

Ağızsız, sözsüz ve ifadesiz olarak söyle
Neler biliyorsan

söyle onları hal diliyle
Hep "M", "H" ve "D" harflerini söyle
Kağıttaki metin ve beyanatı okuyorsun

Kağıtta hangi şeylerin olduğunu ispatla
Bunları ince bir şekilde kaydet ihtiyatla
Bu temeli şekillendir sen iyi bir esasla
Zira açıkça anlamıyorum ki ne diyorsun?

Dünya yurdunda dönmüşsün şaşkına
Ey su, Alemlerin

Rabbi Allah aşkına!
“Hadis” mi “Kadim” misin söyle bana
Yoksa sen de mi hikmeti bilmiyorsun?

Petrus Gyllius
Petrus Gyllius

Merhabalar
bu kitaptan elimde bulunmaktadır ilgilenen olursa satabilirim

Wayne Ellwood
Wayne Ellwood

Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması (GATT) /
Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ): GATT küresel ticareti yönetecek bir kurallar dizisi belirledi. Amaç ulusal ticaret sınırlamalarını azaltmak ve İkinci Dünya Savaşı öncesinde küresel ekonomiyi kösteklemiş olan rekabetçi ticaret politikalarına son vermekti. GATT anlaşması çerçevesinde gümrük tarifelerinin

indirilmesi için yedi tur görüşme yapıldı, 1986'da başlayan "Uruguay Görüşmeleri" bunların sonuncusuydu.

Mart 1994'te, son toplantılar dizisinin tamamlanmasının ardından, Fas'ın Marakeş kentinde toplanan politikacılar ve bürokratlar, daha gevşek bir yapıya sahip olan GATT'ın yerine geçmek üzere Dünya Ticaret Örgütü'nün (DTÖ) kurulmasını onayladılar.

DTÖ, gevşek yapılı bir anlaşma olan GATT'tan farklı olarak, resmi statüsü olan uluslararası bir kuruluştur. 137 üye ülkesi, 30 "gözlemci"si bulunmaktadır ve GATT'in kapsamını yeni yönlere doğru büyük ölçüde genişletmiştir. DTÖ anlaşması 26 bin sayfadan oluşuyordu: Bu bile hem ne kadar ayrıntılı hem de ne kadar karmaşık olduğunun işaretidir. Anlaşma,

ağırlıklı olarak mal ticaretine odaklanmış olan GATT anlaşmalarını içermektedir. Buna, telekomünikasyon, bankacılık ve yatırım, taşımacılık, eğitim, sağlık ve çevre gibi 160 alanı etkileyen, yeni Hizmet Ticareti Genel Anlaşması (GATS) da eklenmiştir.

GATT en başından itibaren, iktidar konumlarından vazgeçmekte yavaş davranan Batılı sanayileşmiş

ülkelerin egemenliğindeki bir " zenginler kulübü" olarak görüldü. DTÖ zengin dünyanın bu egemenlik geleneğini devam ettiriyor. (...)

DTÖ'ye eleştirel bakanlar özellikle yeni Anlaşmazlık Çözüm Kurulu'na (DSB) kuşkuyla yaklaşıyorlar. Bu mekanizma DTÖ'ye, bir üyenin diğerine (özellikle de küresel ticaret kurallarının yorumlanmasında örgütle anlaşmazlığa

düşebilecek ülkelere) sert ticari yaptırımlar uygulamasını onaylayacak yasal araçlar kazandırıyor. Çıkarları söz konusu olan bir şirket adına harekete geçen herhangi bir üye ülke, DTÖ kurallarına aykırı olduğu gerekçesiyle diğer bir ülkenin yasa ve düzenlemelerini dava edebiliyor.

GATT, üyelerinden birini kuralları ihlal ettiği için cezalandırmak

istediğinde bütün üyelerin bunu onaylaması gerekiyordu. DTÖ'nün gücü çok daha fazla. Anlaşmazlık Çözüm Kurulu atanmış "uzmanlardan" oluşuyor ve davayı kapalı kapılar ardında görüyor. DSB yaptırım kararı verdiğinde bundan kurtulmanın tek yolu bütün üyelerin karara itiraz etmesi; bu ise neredeyse olanaksız. (...)

DTÖ'nün "en tercihli ülke" maddesi,

farklı üye ülkelerden gelen benzer ürünlere eşit muamele yapılmasını gerektiriyor. (...)

Bütün ülkelerin DSB'yi kullanarak kendi ekonomik çıkarlarını kollama hakkı var. Ancak gerçek şu ki, dünya ticaretinin belli başlı ülkeleri aynı zamanda dünyanın en güçlü ekonomik aktörleri. Dolayısıyla, mevcut eğilim, güçlü olanların yeni kuralları kullanarak

zayıf ülkelere egemen olması yönünde.

"Ulusal muamele maddesi", temel olarak bir ülkenin yabancı mallara karşı ne olursa olsun ayrımcılık yapamayacağını söylüyor. (...) DTÖ kurallarına göre, kamu sağlığını veya çevreye zarar verebileceği için bir mal ithal etmeyi reddeden ülkenin, bunu bilimsel olarak kanıtlama zorunluluğu var.

İSAM / İslam Araştırmaları Merkezi
İSAM / İslam Araştırmaları Merkezi

Temîm kabilesinin Benî Sa'd koluna mensup olduğundan Sa'dî nisbesiyle anılır. Ne zaman müslüman olduğu bilinmemekle beraber Hudeybiye'de bulunduğuna ilişkin rivayet doğru kabul edilirse (İbn Hacer, I, 320) 6 (628) yılından önce İslâmiyet'i kabul ettiği söylenebilir.

İran'ın fethi esnasında müslümanlarla barış antlaşması yapan Ahvaz'ı savunmakla görevli

İranlı kumandan Hürmüzân'ın antlaşma şartlarını bozma tehdidinde bulunmasının ardından Basra Valisi Utbe b.Gazvân'ın durumu Halife Hz.Ömer'e bildirip yardım istemesi üzerine Hurkūs Hz.Ömer tarafından kumandan tayin edilerek Ahvaz'a gönderildi. İran ordusunu yenilgiye uğratıp Ahvaz'la birlikte Tüster yakınlarına kadar uzanan bölgeyi ele geçiren Hurkūs topladığı

cizyeyi halifeye gönderdi. Daha sonra Hürmüzân'a karşı sürdürülen mücadelede Basralı ve Kûfeli kumandanların emrinde çeşitli görevler ifa etti (Taberî, IV, 76-79).

Hurkūs, Hz.Osman'ın yönetiminden şikâyetçi olup 35 (655-56) yılında Medine'ye giden 600'ü aşkın Basralı'ya öncülük yaptı (a.g.e., IV, 349). Hz.Ali'nin halife olmasından sonra Hz.Âişe, Talha

ve Zübeyr'in öncülüğünde gelişen olaylarda onlara karşı Basra'yı savunan askerî birliğin başında bulundu. Basra'nın Talha ve Zübeyr kuvvetlerinin eline geçip Hz.Osman'ın şehid edilmesi olayına karışanlardan bir kısmının öldürülmesi üzerine Temîm kabilesinin himayesine girdi. Sıffîn Savaşı'nda kabilenin reisi Ahnef b.Kays'ın tesiriyle Hz.Ali'nin yanında yer

aldı. Savaş sürerken hilâfet meselesinin hakemlere havale edilerek çözülmesi için Hz.Ali'ye teklif götürüp bunda ısrar edenler arasında bulunan Hurkūs, meselenin hakemlere havale edilmesine rızâ gösterdiği için Hz.Ali'yi günah işlemekle suçladı. Hz.Ali ile yaptığı şiddetli tartışmalarda ona karşı çıkışının Allah rızâsından başka bir gaye taşımadığını

belirterek hilâfet konusundaki hükmün hakemlere değil Allah'a ait olduğunu savundu (İbn Kesîr, VII, 285). Buna karşılık Hz.Ali, Muâviye ile yazılı bir antlaşma yapıldığını ve ilâhî emre göre (en-Nahl 16/91) sözleşmelere uyulması gerektiğini söyleyerek asıl günahın antlaşmadan caymak olduğunu anlatmaya çalıştıysa da Hurkūs fikrinden vazgeçmedi.

Ebû

Mûsâ el-Eş'arî Hz.Ali tarafından Dûmetülcendel'e gönderildiği sırada Abdullah b.Vehb er-Râsibî (Abdullah b.Sebe)'nin evinde toplanan Hâricîler Kûfe'den ayrılmaya karar verdiler. Hurkūs bu toplantıda dünyaya meyledilmemesi ve zulme karşı çıkılması konusunda bir hutbe irat etti. Daha sonra söz konusu grup içlerinden Zeyd b.Hısn et-Tâî'yi emirliğe aday gösterdi. Zeyd

bunu kabul etmeyince Hurkūs'a teklifte bulundular, o da kabul etmedi (a.g.e., VII, 285). Hurkūs, Hâricîler'in Nehrevan'da Hz.Ali'ye karşı giriştikleri savaşa yaya askerî birliklerin kumandanı olarak katıldı ve Abdullah b.Vehb er-Râsibî (Abdullah b.Sebe) ile birlikte öldürüldü (38/658).

Huneyn veya Hayber Gazvesi ganimetlerini dağıttığı sırada Hz.Peygamber'i âdil

davranmamakla itham eden ve Hâricîler'in ilki sayılan Zülhuveysıra et-Temîmî ile Hurkūs b.Züheyr'in aynı kişi olduğu konusunda bazı rivayetler bulunmaktadır (Demîrî, I, 330; İbn Hacer, I, 320). Diğer taraftan pazılarından birinde kadın memesi gibi sarkan bir et parçası bulunduğu için Züssüdeyye diye anılan, Nehrevan'da Hâricîler'le birlikte öldürüleceği Hz.Ali'ye

daha önce Resûl-i Ekrem tarafından haber verildiği belirtilen, Hz.Ali'nin de savaşta ölenleri incelerken koltuğundaki işaretten kendisini teşhis ettiği söylenen kişinin Hurkūs'la aynı şahıs olduğu konusunda da bazı bilgiler nakledilmektedir (Bağdâdî, s. 76, 80-81; Şehristânî, I, 115). Ganimetleri taksim ederken Hz.Peygamber'e itiraz eden kişinin adı kaynaklarda Abdullah

b. Zülhuveysıra, İbn Zülhuveysıra, Zülhuveysıra yahut "bir kişi" şeklinde geçmekte (Müsned, I, 380, 411; II, 219; III, 56, 65; Buhârî, "Edeb", 95,"Menâḳıb", 25, "İstitâbetü'l-mürteddîn", 7; Müslim, "Zekât", 140-142, 148), bu rivayetlerde Hâricîler'in bazı özelliklerine temas edildikten sonra önderlerinin pazılarından birinde et parçası bulunan siyah bir kişi

olduğu ifade edilmektedir. Bu kişiyle ilgili rivayetlerde Nehrevan'da öldürülen ve Resûl-i Ekrem'in belirttiği özellikleri taşıyan şahsı gördüğünü söyleyen Ebû Saîd el-Hudrî isim belirtmemiştir (Müslim, "Zekât", 143). Heysem b.Adî'nin nakline göre Nehrevan'da öldürülen Züssüdeyye, Becîle kabilesinin Urene koluna mensup simsiyah ve asker içinde kötü kokan bir

kişiydi (İbn Kesîr, VII, 290). Bu hususlar dikkate alındığında Benî Temîm kabilesinden Zülhuveysıra ile Becîle kabilesinin Urene koluna mensup Züssüdeyye'nin aynı kişi olmadığı, Hurkūs b.Züheyr'in ise her ikisiyle de alâkası bulunmadığı ortaya çıkmaktadır.

Hurkūs b.Züheyr müstesna Hudeybiye'ye katılan herkesin cennete gireceğine dair rivayetle (İbn

Hacer, I, 320) bazı Hâricî kaynaklarında yer alan ve Hurkūs'un cennetle müjdelenenlerden olduğunu belirten rivayet (Şemmâhî, s.49) siyasî görüşleri farklı zümrelerce uydurulmuş olmalıdır. Zira Hâricîler'in muhaliflerince nakledilen ilk rivayet sahih hadis kitaplarında yer almamaktadır. Bu konuda rivayet edilen hadis, hiçbir kimseyi istisna etmeden Hudeybiye'ye iştirak eden

herkesin cennete gireceğini haber vermektedir (Müttakī el-Hindî, I, 102; XII, 40). Hâricîler tarafından nakledilen ikinci rivayete de sahih hadis kitaplarında rastlanmamaktadır. Esasen Hurkūs b.Züheyr'in sahâbî olmadığına işaret edenler de vardır. İbn Abdülberr'in el-İstîʿâb'ında Hurkūs b.Züheyr'e yer vermemesi de dikkat çekicidir. Onun sahâbî olduğunu belirten

kaynaklar Taberî'nin bir rivayetine dayanmaktadır (Târîḫ, IV, 76).

Hâricî fırkalarından Sufriyye'nin Hurkūs b.Züheyr'in tesirinde kaldığı kabul edilmektedir.