İnsanı tözden arındırarak onu özgürleştirdiğini düşünen varoluşçu gelenek bireysel sürekliliği de imkansız hale getirmekte ve birey olmayı da anlamsız ve olanaksız kılmaktadır.
Bir tanrı, bir insanın duasını gerçekleştirirse şükran belirten bir armağan sunularak karşılığı verilmelidir. Bir insan "zorunlu görev ve hizmetini" yerine getirirse bu sefer tanrı karşılığını vermelidir: Karşılık vermiyorsa bunun sebebi insanın kuralları harfiyen yerine getirmekte bilinçsizce hataya düşmesinden ya da tanrının sözleşmeyi bozmasındandır.
Bu kitaptaki tezimiz bir bakıma çok basittir. Kıtlık dikkatimizi esir alır ve bu durum sınırlı bir fayda sağlar. Acil ihtiyaçlarımızın gereğini yerine getirmekte daha iyi oluruz. Ancak daha geniş bağlamda bunun bize bir maliyeti olur: Diğer konuları ihmal eder ve yaşamın geri kalanını verimsiz hale getiririz.
İçimizden geçen şeye yeterince kulak kesilemeyiz. Daha önce binlerce kez bir araya getirilmiş kelimeleri yeniden bir araya getiririz. Zihinlerimizdeki kanaatleri kesin sayarız ve felsefe yaparken bu kanaatleri dile getirmekte kullandığımız ifadeleri de muhakkak sayarız. İfade ve düşünce stilimizin tümü, en basmakalıp çalıntı fikirlerle doludur. Kelimelerimiz ölü,
düşüncelerimiz soğuk ve aşırmadır.
Bireyin içindeki karşıt güçler ve enerjiler arasındaki bu kronikleşme, migren, ülser ya da kas ağrısı şeklinde görülen fiziksel hastalıklara yol açar. Aynı fikirde olmadığını dile getirmekte zorluk yaşayan birey, kendine döndürmenin somatik bir tezahürü olarak baş ağrısı çeker. Bir kişinin yüzündeki hiç değişmeyen gülümseme de kendine döndürmenin bir
göstergesi olabilir.
“İttihat ve Terakki üyelerinden bazılarının tutuklandığını öğrendim. Bunlar hükümeti devirmek ve cumhuriyet kurmak istiyorlarmış. Buna inanmadım. İşte bu eksikti. Düşman 40 kilometre ileride başkentin önünde duruyor, burada partiler birbirlerini parçalıyorlar.
Herkes bir şey koparmak, bir makam elde etmek veya elde ettiği makamı elinde tutmak derdine
düşmüş. Siyasi hırslar, kişisel çıkarlar ve şahsi düşmanlıklar gözleri o kadar bürümüş ki, toplarının sesleri camlarını sarsan düşmanın başkente girmek üzere olduğunu ve bulaşıcı hastalıkların korkunç ölümleri beraberinde getirmekte olduğunu kimse görmüyordu.”
Platon’un Theaetetus’taki “Bilgiyi elde edebilmek için doğru inanca ne eklenmelidir?” sorusuna pek çok kimsenin verdiği cevap, gerekçelendirmedir. Bunun yanı sıra, bir çok bilgi ve gerekçelendirme tanımlamasına göre, filozoflar olarak yerine getirmekte yetkin olduğumuz yegane sorumluluğun inançlarımızın gerekçelendirilmiş olana uyum sağlaması olduğu sonucuna
varılması cazip bir seçenektir.
IV. Mehmed'in tahta cülus ettigi donemde -ki kendisi şu an Türklerin imparatorudur ve 1648'de yedi yaşındayken imparatorluğun başına geldiğind - devlet, kendi arzulalarına göre resmi görevleri yerine getiren kadınlar ve harem ağaları tarafından yönetilmekteydi. Türkler Osmanli sarayının hiç bu kadar bozulmadiğini ve bu denli tuhaf bir davranis bozukluğunda bulunmadığını
kabul ediyorlar. Neredeyse her ay bir sadrazam atanıyordu ve birkaç gün görevini icra ettikten sonra bu sadrazam görevden alınıyordu . Çoğu zaman bu kişi hayatını kaybediyordu. Sadrazam atandığında zengin ailelerin onu ziyaret edip kendisine hediyelerde bulunması Türkiye'de adettir. Özellikle de büyükelçiler bu adeti yerine getirmekte meşhur gibidirler. O dönemde Babiáli'de
Fransa büyükelçisi olan de la Haye, o zamanlar süreklilik arz eden bu sadrazam değişikliklerini görünce padişahın gerekli yaşa gelinceye kadar işlerin böyle devam edeceğini ve bu nedenden dolayı da neredeyse her ay ve bazen daha sık değişen sadrazamlara yapacağı ziyaretlerin ve verdiği hediyelerin boşuna olacağını düşünmüş. Bunun üzerine ziyaret etmeden ve hediye
göndermeden bu sadrazam değişikliklerini sakin sakin izlemeye koyulmuş. Az bir süre sonra Köprülü Mehmed Paşa imparatorluğun mührünü almış yani sadrazam olarak atanmıştı . Büyükelçi bunun şansının ddiğerleri gibi yaver gitmeyeceğini ve bunun sadrazamlik döneminin de kisa olacağını düşünmüş; falkat yanılmış ve olaylar bambaşka bir şekilde cereyan ederek,
sadrazam vefat edene kadar(1662) görevini sürdürmüş.
Görevine başladığında herkes, Fransiz büyükelçisi hariç butün yabancı vekiller, sadrazamı ziyaret etmiş ve takdir olunduğu üzere hediyelerini kendisine takdim etmişler. Büyükelçiye birkaç kez bu görevini yerine getirmesi söylenmiş ve hatta ısrar bile edilmiş. Fakat topluluk adına bir hediyeyi israf
etmeme arzusu bunu yapmasına mani olmuş . Nihayet Köprülünün birçok büyük şahsiyetin yıkıntısı üzerine iyice yerleştiği ve görülüşe göre bir süre daha sadrazamlik yapacağı anlaşıldığında büyükelçi kendisini ziyaret etmiş hediyesini takdim etmiştir . Bu kez gerçekten beyhude bir ziyaret ve bir hediye olmuş: çünkü bu önemli karşılaşmada kendisire
gösterdiği özensizliğe ve saygısızlığa alınan vezir ondan ve hatta bütün Franz topluluğundan öcünü alma planları yapmış.. On iki yıl süre kendi sadrazamlığı ve hatta yerine geçen oğlunun sadrazamlığı sırasında Fransa ile Türkiye arasındaki kötü iletişimin kökeni ve kaynağı bu olaydır.