Kendisi bilmiyordu , hiç kimseler de bilmiyorduydum. Ama yürünecek yolu vardı.
Kû- yı dilârâya hû demeye ,
Kalbin hassas terazisine düşmeye,
Çok çile,
Çok gözyaşı,
Çok zaman vardı.
Geceydi...
Güneş ölmüştü
Ve yüreklerden havalanıp uçan
O kederli güvercinin adının
İman olduğunu bilmiyordu kimse
'
ve yüreklerden havalanıp uçan,
o kederli güvercinin adının,
iman olduğunu bilmiyordu kimse...
'
güneş ölmüştü
ve yüreklerden havalanıp uçan
o kederli güvercinin adının
iman olduğunu bilmiyordu kimse..
Yıllar önce James Churchward’ı okurken, hiç Anunnakilerden bahsetmediğini görmüş ve şaşırmıştım. Ya bilmiyordu ya da riske girmek istememiş ve hiç kitaplarında onlardan bahsetmemişti. Oysa tüm kadim tabletler, semboller, antik yapılar ve hatta kutsal kitaplar da onlardan bahseder. Sembolleştirilerek verilen bilgiler, tıpkı bir matematik formülü gibidir; X ve Y yi bulup
formüle yerleştirdiğinde, sonuç nettir. Anunnakiler de böyledir işte. Bütünün bana göre en büyük ve halen resmi olarak kabul edilmeyen parçası, bu antik astronotlardır. Görüyorum ki burada, Peru’da da Anunnaki anlatımı yok. Sümerlerin ‘Göksel ataları’ Anunnakiler, dünya gezegenine indikleri andan itibaren tüm coğrafyalarda medeniyetler kurmuşlardır. Her
coğrafyada, tanrılar olarak görülmüş ve antik halkların yazılı ve sözlü edebiyatında yer almışlardır. Her kültür onları birbirinden çok farklı adlarla andığı için, birbirinin aynı mitolojiler içinde bile, farklı isimlendirildikleri için karışıklık yaşanmıştır. Kayıp parçalar iyice artmıştır bu yüzden. Örneğin, dünyaya ilk inen Alalu’dan sonra
gelenlerin, yani “ilk 50“ denilen Anunnakilerin yöneticisi olan Enki, tüm mitolojilerde yer alır. Türklerde Erlik Han, Hintliler de Shiva, Yunanda Poseidon, Zerdüştlükte Ehrimen, Mısırda Ptah diye geçer adı. Bunun gibi devam eder diğerleri de.
Selahaddin'in kendisi fevkalade bir şahsiyetti. Cihad ya da Hıristiyanlara karşı kutsal savaş çağrısında coşkuluğu bitmek bilmiyordu ama aynı zamanda sabırlı bir devlet adamı ve kahraman bir savaşçıydı. Hıristiyanlar bile ona saygı duyuyordu, çünkü katliamların savaşta normal olarak karşılandığı bir dönemde Selahaddin en üst düzeyde insani tavır gösteriyordu.
"Kan dökmekten sakının, çünkü akan kan asla uyumaz" diyordu. Hıristiyanlar ona Humphrey de Toron adlı bir Haçlı tarafından şövalye unvanı verildiğini ve savaş ilişkilerinde düşmanlarının hepsinden daha şövalyece davrandığını söylüyordu.
gidecek yeri olmayanları, kapanına kolayca hapseden bir dünyada yaşadığını henüz bilmiyordu zeynep.
Oysa henüz bilmiyordu prenses: Hayatın akışı sözleri tutmak için yeterince planlı değildi.
Ölmüş
İnsan hayatında tek bir ana takılıp kalabilir miydi bunu bilmiyordu Akın. Ancak tek kelimeden oluşan o cümleye takılı kalmıştı. Karşısında cansız, kıpırtısız öylece ona bakan kadına tepkisiz, donuk gözlerle bakmaya devam ediyordu. Kadın yine gözlerinin önünde ölmüştü. Yaşadığını gördüğündeki sevinci kursağında kalmıştı...
.... Çünkü bilmiyordu millet, pancar nedir, şeker neyden hasıl olur. Rusya’dan kelle şekeri gelirdi o zamanlar. Derlerdi ki, şekerin mayası kemikmiş değildi tabii, insan kemiği, hayvan kemiği yani. Rivayetmiş meğersem... Macar çekti çizmeleri, geldi köylere kadar. Gösterdi elindekini, dedi: 'Efendiler! Bu pancardır.’ öğrendik hepimiz. Nasıl dikilir, nasıl sulanır, ne
zaman sökülür filan... ” dedi. (Aydın Engin, “Bir Şeker Hikayesi: Alpullu Şeker Fabrikası”, 75 Yılda Çarklardan Chip’lere, İstanbul, 1999, s.40.);