Yang Feng
Yang Feng

Her şeyden önce, kadınların çalıştığı mesleklerinin nitelik ve düzeyi erkeklere kıyasla çok daha düşüktür. 1990'da yapılan bir ankete göre, kadınların çalıştığı işlerin 6.79%'u bilgi temelli işlerdir. Erkeklerde ise bu oran 10,45% düzeyindedir. Tarım, ormancılık, balıkçılık,hayvancılık ve taşımacılık alanında çalışan kadınların 83.29%'luk bir paya

sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

..fiziksel-bedeni emek alanında daha dezavantajlı olan kadınlar çoğunlukla kol emeğine dayalı iş alanlarında çalışmaktadırlar,öte yandan fiziksel-bedeni işlerde avantajlı olan erkekler ise fiziksel-bedeni yeteneklerin daha önemsiz olduğu bilgi-temelli işlerde daha büyük bir çoğunluk oluşturmaktadırlar.

Yang Feng
Yang Feng

Her şeyden önce, kadınların çalıştığı mesleklerinin nitelik ve düzeyi erkeklere kıyasla çok daha düşüktür. 1990'da yapılan bir ankete göre, kadınların çalıştığı işlerin 6.79%'u bilgi temelli işlerdir. Erkeklerde ise bu oran 10,45% düzeyindedir. Tarım, ormancılık, balıkçılık,hayvancılık ve taşımacılık alanında çalışan kadınların 83.29%'luk bir paya

sahip olduğu ortaya çıkmıştır.

..fiziksel-bedeni emek alanında daha dezavantajlı olan kadınlar çoğunlukla kol emeğine dayalı iş alanlarında çalışmaktadırlar,öte yandan fiziksel-bedeni işlerde avantajlı olan erkekler ise fiziksel-bedeni yeteneklerin daha önemsiz olduğu bilgi-temelli işlerde daha büyük bir çoğunluk oluşturmaktadırlar.

Fatih Ertugay
Fatih Ertugay

Kemalizm’de devlet ve siyaset ilişkisinde göze çarpan ilk husus siyasetin asli aktörü olan ya da olması gereken halka bakış açısında yatan problemdir. Türk siyasal geleneğinde de var olan halka güven duymama, Kemalizm’de de kendisini gösterir. Bu güvensisz de demokratikleşme, temsil ve katılım alanlarında yaşanan Önemli sorunlar ve krizler olarak belirir. Halk bir kez

güvenilmez olarak resmedilince, onun siyasete karımı dahi117 söz konusu edilemez. Artık halk kendisine yol gösterecek liderlere ve partiye muhtaç, bir vasiye gereksinim duyan, kendi haline bırakılmaması gereken bir kütleye indirgenir.

Bu anlamda Kemalizm’de “halkın kendi mukadderatına bizzat ve bilfiil sahip olması” ilkesinin yerini soyut millet kavramının

alması, bu soyut varlığın iradesinin, toplumda-ki en üstün güç olarak devlette somutlaşmasını; devletin ise fiilen TBMM’de teşkilatlanmış olmasını; TBMM’deki fiili durumun ise meclis’in partinin elinde olmasını; partinin ise yönetici kadroların güdümünde olmasını ifade etmektedir.

Serkan Bayram
Serkan Bayram

İnsanlar yalnızca, toplumun gelişimi için gösterdikleri çabada eşit olabilirler. Bir toplumun, gerçek bir toplum olması için; gereken en önemli unsur da budur. Kendi alanlarında en zeki kişilere örnek olarak: Sokrates, İbni Sina, Kant, Harezmi, Da Vinci gibi kişileri örnek verebiliriz. Ama onların, diğer insanlardan üstün olduklarını yada toplum için diğer insanlardan,

daha gerekli olduklarını söyleyebilir miyiz? Eğer; onlardan daha az zeki olan işçilerin ürettikleri kazaklarla kıştan korunmasalar, onlardan daha az zeki olan öğretmenlerden eğitim görmeseler, onlardan daha az zeki olan polisler tarafından korunmasalardı, hangi başarıyı sergileyebilirlerdi. Anahtar kelime toplum ve işbirliği olarak karşımıza çıkmaz mı? İşçiler,

köylüler olmasa; doktorlar, avukatlar, iş adamları olabilir mi? Günümüz dünyasında çöpçüler olmasa, yılda kaç bin kişinin ölebileceğini hiç düşündünüz mü? Eğer çöpçüler salgın hastalıkları önlemeselerdi, doktorların ne kadar önemi kalırdı? Biri var olmadan diğeri var olamayan iki kavram arasında, önem derecesinden bahsedilebilir mi? Toplum yaşamında

insanlar arasındaki tek fark, topluma hizmet etme biçiminin gerektirdiği ayrıcalıklar olmalıdır.

Stuart Litvak
Stuart Litvak

Günümüzde içinde her türlü kitabın bulunduğu bir kitapçıya girilebilir ve kimilerinin kapaklarında şimdi tuhaf kaçan fakat etkili bir şekilde -veya bazı durumlarda etkisiz olarak - şu şekilde pazarlanan sözler bulunan, 'kendi kendinize-yapın' formatında geniş bir seçme eserler dizisi bulunabilir. Çoğu okuyucunun bildiği gibi/ kişi eğer tavsiye edilen bir kitap ismine

yönelmeden baskı sayısı fazla olan kitapların içine dalarsa beklenmedik ölçüde kafası karışabilir. Yemek pişirme ve araba tamiri gibi somut ve belirli konularda uzmanlık arayanlar genellikle kaşları fazla çatılmadan uygun bir öğretici kitap bulurlar.

Ne var ki konusu insan olan çalışmalar alanına gelince manzara değişir. Örneğin sağlık ve tıp, psikoloji ve

eğitim alanlarında öğüt çok daha dolaylı verilir, çoğunlukla bilgi ve analiz içeren satırların arası okunur, Bu konuların bilimsel çerçevesi nedeniyle acemi olanlar bunların içeriğinin büyük kısmının somut bir şekilde öznel 'olguya' dayandığını düşünmeye yönelebilirler. Ancak bununla temel bir aşinalık kazandıktan sonra kişi sunulan çeşitli materyallerin

geçerliliğini, konusunu ve çapını takdir etmeye başlar. Bu yön tayininden önce raflarda ihtiyaç duyduğu en faydalı kitabı seçebilir veya seçmeyebilir veya belki de çok daha sonra gerçekten doğru seçim yapıp yapmadığını anlayacaktır.

Felsefe, din ve mistisizmin ücra köşelerinde bu yön tayini işi daha karmaşık ve daha az anlaşılır hale gelir. Şevkli

okuyucu bunu tümüyle gözden kaçırabilir. Ezoterik kitap başlıkları aydınlanma vaadiyle, 'içine atla - su çok güzel!' diye bağırarak okuyucunun dikkatini çekmek için feryat ederler. O da genellikle buna uyar ve çok geçmeden su boyunu aşar.

Sufiler yanlış eğitilmiş bir kültürün tecrübesiz insanların olağanüstü tehlikeler içeren herhangi bir bilgi alemine

böylesine paldır küldür yaklaşımını tasvip ettiğini söylerler. Tıpkı sağduyunun, kendi başlarına elektrik tesisatı döşemeye kalkan, elinden iş gelen çoğu amatörün sonunda kolayca kendisini yaralayabileceğini ya da öldürebileceğini söylemesi gibi, bireysel olarak mistik ya da ezoterik bilgi arayışında da prensip olarak benzer bir ayrım gözetilmelidir.

Maalesef, Batıda durum genellikle böyle değildir. Ezoterik (ve özellikle 'okültl') arayışlardaki tehlikeler öncelikle tekamülle ilgili ve inceliklidir, fakat ortaya çıktıkları zaman kişiyi fiziksel bir hastalık ya da kaza kadar zayıf düşürürler. Buradaki büyük kayıp gerçek bir yerine getirme potansiyelidir. Aşkın zihin durumuna ulaşmak için arayış içinde olan kişi

gerçek ergisinin kendini bilmekle başladığını kolaylıkla unutabilir. İşte burada ihtiyat gereklidir. Bunun için, ezoterik-eğilimli kitap karıştırıcımız, önce içsel dürtülerini gözlemekten ve uygun psikolojik, sağaltıcı ya da eğitimsel dış kaynaklardan bilgi aramaktan yarar sağlayabilir. Bu şekilde sağlanan faydalar ayartıcı değil önleyici ve en azından bir

alıştırma olarak kesinlikle sağlıklı olacaktır.

Bu kitapta sunulan bilgi ve düşünceler en iyi şekilde (yukarıdakilerin ışığı altında) Doğuyla ilgili, fakat tarz olarak Sufilerin kendi yazdıkları kitaplardan farklı olarak telakki edilebilir. Sufiler yazılı materyalleri çok ustalıklı ve teknik bir şekilde bir tepki ve algı alanı yaratmak üzere kullanırlar.

Ne var ki, bu şekilde kullanımın ancak, belli bir öğrencinin olduğu yerden olmak istediği yere gitmek için neye gereksinimi olduğunu tek başına bilebilen yaşayan bir öğretmenin yönettiği gerçek bir okulun 'uydurma olmayan' çerçevesi içinde mümkün olduğunu vurgularlar. Başka herhangi bir formatın en iyi haliyle eksik, en kötü haliyle de gerçek tehlikenin pusuda olduğu

bir arena olduğunda ısrar ederler.

Sadece burada değinilen unsurlar göz önüne alındığında, potansiyel heveslilerin öz-potansiyel ve aşkınlıkla ilgili materyali yanlış okuma eğiliminde olmaları şaşırtıcı değildir, yani, sıklıkla bilgiyi işlevle, yüzeysel olanı esas olanla vs. karıştırırlar. Bu kitaba Sufizmi öğreten bir araçtan ziyade Sufizm üstüne

bir yorum olarak yaklaşılmalıdır- Kitabın içerdikleri, insanın kaderiyle ve kültür akımlarıyla birlikte devinen yaşayan bir Sufizm şeklinin hala mevcut olduğunu onaylamaktan başka bir şey başaramayan belli bir se viyede ilgiyi yansıtmaktadır.

Sufi akımına bir başlangıç olarak yazar okuyucunun ilerki sayfaları bilgilendirici ve faydalı bulacağına inanıyor ve

bu konunun içine dalmanın canlandırıcı ve keyifli olacağını umuyor.

A. Hadi Hairi
A. Hadi Hairi

Osmanlılara göre, savaş alanında arka arkaya gelen zaferler de bu düşüncelerini teyit ediyordu. Bu yüzden onlar Avrupa'ya yönelik uygun bir bakış açısı oluşturamadılar. Buna bağlı olarak da; Avrupa seviyesinde, kültürel ve Islami özelliklerine de bağlı kalarak bilgi ve uzmanlık alanında yenileşme yolunda, askeri, ekonomik, sanayi ve yönetim alanlarında önemli adımlar

atamadılar.

Güler Kara
Güler Kara

Bir ilişki ilk başladığında 'mış','miş' ise;gidişatı da 'meli','malı' diye yaşanıyorsa büyük tıkanıklıklar yaşanacaktır bir gün bir noktada;kadın-erkek farketmez. Kişisel alanlarında kısıtlamalara gitmeden saygıyı her geçen gün sevgi ve emek vererek çoğaltabiliyorsa işte o ilişki sürecektir ömür boyunca. Kadın,annelik yapmadan;erkek çocukça davranmadan her

iki tarafta kendi sorumluluklarını bilerek elele yürürler hayat yolunda. Beklentilerin fazlaysa,hayallerin yek taraflıysa,hele bir de 'değiştiririm' ya da 'değişir nasılsa'diyorsan yorulan taraf sen olursun sonunda."

Ikuo AMANO
Ikuo AMANO

1929’da Fen ve mühendislik bölümlerinden mezun olanların %76’sı, hukuk edebiyat ve iktisat mezunlarının ise ancak %38.1’i iş bulabilmişti. Yüksek öğretim yapanlar, iş bulmadaki bu aşırı güçlüklerin yanı sıra eskiden sahip oldukları ayrıcalıklı statü de yavaş yavaş kaybederek geçmişte hiç düşünmedikleri iş alanlarında çalışmak zorunda kaldılar. Bu

mezunlar kendi uzmanlık alanlarının dışında kalan, öğretmenlikleri, şirketler memur kadrolarına, seviyede memurluk gibi işlere dağıldılar.

Irmak Koruculu
Irmak Koruculu

1975 yılında Freda Adler Suçta Kız Kardeşler isimli kitabını yayımlamış,bu kitapta kriminolojide suçluluk açıklanırken cinsiyet farklılığının etkisinin de göz önünde bulundurulması gerektiği vurgulanmıştır.Adler bu kitabında;özellikle İkinci Dünya Savaşı döneminde erkeklerin silah altına alınması nedeniyle boş kalan iş kollarında kadınların çalışmaya

başlamasıyla,toplumsak rollerde değişimler yaşandığını ve bu değişimlerin kadınların hayatın sadece yasal alanlarında değil yasadışı alanlarında da yer almalarına sebep olduğundan kadınların da erkekler gibi suç işlemeye başladıklarını savunmuştur.Gerçekten de bu döneme ilişkin suç istatistikleri Adler’in savını desteklemektedir.Bu dönemde kadın

suçluluğunda ciddi bir artış yaşanmış,hatta kadınların suç oranlarının erkekler ile kıyaslandığında 6-7 kat daha fazla olduğu görülmüştür.Ancak savaşın bitmesiyle birlikte erkekler iş hayatlarına geri döndüklerinden erkek suçluluğu yeniden kadın suçluluğundan daha yüksek istatistiklere kavuşmuştur.Ancak Adler’a göre;kadınlar bir kez evlerinden

çıkıp,sosyal yaşama ve iş hayatına atıldıktan ve yeni rollerini benimsedikten sonra bu kazanımlarını korumaya çabalayacaklar ve kadınlar özgürleştikçe yalnızca erkeklerle aynı statüleri elde etmekle kalmayacak,aynı zamanda erkeklerle benzer nitelikte suçlara da yöneleceklerdir.Bu da kadın suçluluğu oranını yükseltecektir.

Jo-Ann Krestan
Jo-Ann Krestan

Gerek iş dünyasında, gerek yaşamımızın diğer alanlarında olsun, ne kadar fazla sorumluluğu kaldırabildiğimizi gösterirsek, üstümüze o kadar daha fazla sorumluluk yüklenir.