Atatürk’e inanmak, O’nun yolunda yürümek bir ibadetten başka bir şey değildir. Artık her türlü işimize başlarken, her türlü müşkülatla karşılaşırken Atatürk’ün manevi, kutsal ruhundan da kuvvet alabiliriz.
Besmelemiz şu da olabilir:
‘Atatürk’ü yaratan Tanrı’nın adı ile başlarım.’
Bu da fatihamız olabilir:
‘Bütün Alemler’in Rabbi olan, esirgeyen, yargılayan ve Atatürk’ü yaratan Tanrı’ya şükürler olsun. Tanrım, Seni severiz, Senin yarattıklarını severiz, Sen’den yardım dileriz. Bizi, Atatürk’ün gösterdiği dosdoğru yola ilet, nimetine erenlerin, gazabına uğramayanların, Atatürk yolundan sapmayanların dosdoğru yoluna…”
Bizi ilk günlerde dağıtıp, iktidarı tek başına ele almamakla o mu hata etti? Yoksa, Gürsel'e Devlet Başkanlığı, Komite Başkanlığı, Başbakanlık, Silâhlı Kuvvetler Başkumandanlığı gibi tarihte Atatürk dahil kimseye verilmeyen görev ve yetkileri vermekle bizmi hata ettik? Şu an kestiremiyorum, fakat muhakkak ki taraftarlardan birisi büyük hata yaptı. O günlerde,
isteseydi Gürsel bizi, biz arzu etseydik Gürsel'i tasfiye edebilirdik, hiçbir şey değişmezdi. Ismarlama lider, başsız Cunta olmayacağını daha sonraları anladık, acısını çektik, belki de memleket hâlâ bu hatanın neticeleri yüzünden bunalımlar içinde sallanıyor.."
Ancak Atatürk hiçbir zaman İslamiyeti terk etmekten yana da olmadı. Camide ibadeti yasaklamadı. Dini görevlerin yerine getirilmesine izin verdi ve Türkiye halkının çoğunluğu, eskiden olduğu gibi dinine bağlı kaldı. Ulema, yapılan reformları kösteklemek için açık bir girişimde bulunmadıkça devlet de din adamlarına karşı gelmedi.
“–Atatürk’le olan yakınlığınızı biliyoruz. Atatürk’e ait bir hatıranızı anlatır mısınız?
-Bir gün Çankaya sofrasında şiirden ve şairden söz açıldı. Şairlerimiz birbiriyle karşılaştırıldı. Gerçek şair kime derler sözü ağızdan ağıza dolaştı. Bu sefer, Atatürk sofradaki konuklarına aynı soruyu sırayla sormaya koyuldu:
-Şair kime
derler?
Bu işten anladığı bilinenler:
‘Gönülden kopan duyguları ahenkli kelimelerle kâğıda geçirebilen kimsedir.’
‘Uyanıkken rüya gören ve bu rüyayı kendisi yorumlayan adamdır.’
‘Bir hummanın ateşinde sayıklayan kişidir. Deliden farkı düzgün sayıklamasıdır.’
Gibi şeyler söylediler. Bunların hiçbirini gerçek şairin şanına uygun
ve yeter bulmayan Atatürk, mahsus, şiirle hiçbir ilgisi olmayan birine dönerek soruyu tekrarladı:
-Şair kime derler?
-Şiir yazana şair derler, efendim.
Birinciliği o kazandı ve toptan alkışlandı.” (Behçet Kemal Çağlar)
Although Atatürk, in a complete break with the past, established a secular government, Islam continues to have a pivotal role in the life and character of the nation.
Turkish society can be broadly divided into four subgroups: Atatürk supporters(secularists), Leftists, Islamic fundamentalists, and Modern Islamists.
Atatürk supporters uphold links with the West and look
for modernization at every opportunity. They are educated, middle-class, progressive citizens who are muslim. They revere Atatürk, and often can be heard to mourn that there is no one like him today. They are fiercely loyal to the values of democracy, liberalization, and modernization stressed by him.
Türkiye’de Millet Mektepleri’nin açılması
düşünüldüğü günlerde, okur yazar oranı hiç de iç
açıcı bir durumda değildi. Örneğin 1920’lerde
okuma yazma oranı %9-10 civarında idi. Bu
rakam 1940’larda ancak %30 civarına
ulaşabilmiştir. Atatürk bu acı tabloyu
değiştirebilmek için okuma yazma öğretmeyi
ulusal bir görev olarak
benimsemiş ve olayı bir seferberlik şeklinde
başlatmıştır.
Köy enstitüleri çok değil bir yirmi yıl daha yaşasaydı, bugün Türkiye çoğu sorunlarını çözmüş, ulusal geliri çok daha fazla; köyleri, kentleri daha başka bir ülke olabilirdi!
Köy enstitülerinden mezun olmuş insanların hemen hepsi, Atatürk ilkelerine yürekten bağlı, yurtsever, çalışkan, yiğit kişilerdir. 1950’lerden sonra siyasal iktidarların baskıları
karşısında yön değiştirmiş, ödün vermiş kişiler çıksa da köy enstitülü öğretmenlerin büyük çoğunluğu zalime boyun eğmemiştir.