İçi boş gözlerle ortalıkta amaçsız dolaşan o kadar çok çocuk var ki burada...
Bazen acılardan yapılırmış insanın en iyi ilacı. Düşündüm de önüne konulan çoğu nimete burun kıvıran, yemekleri ağzına sokulan bu evlatlar, hiç aç kalmayınca aç olanları nasıl düşünecekler de açlara merhamet edecekler.
Gerçeklerle hayal ettiğim şeylerin birbiriyle çarpıştığı ve onca güzel anımın yerlere döküldüğü odaya tekrar gitmek istemiyorum.
Mevsimler de tuhaf. Mevsimler bile sırasını şaşırmış durumda.
Buralarda karın kışın anlamı kalmamış. Kar geliyorsa sadece cebi para görenin yüzünü güldürüyor. Garip gurabanın vay haline. Donarak ölen de varmış bu memlekette, evsiz barksız olan da. Kar mı bekler bu insanlar, kıştan zevk alırlar mı hiç?
Burada büyüyen çocuklar da bir başka. Horoz şeker peşinde koşma sevdasının adı da değişmiş. Oyuncak dolu odalardan gittikçe koparılıyorlar. Varsa yoksa akıllı telefonlar.
Gökyüzünü görebilmenin imkânı
yok. Buraların göğüne kuşlar bile küsmüş, uçmuyor.
Tıpkı konuşabilmek gibi görebilmek için de önce izin çıkmalıdır.
Suskunluklarını bozan şey, içtikleri çaydaki çay kaşığı şıkırtısı olur sadece. Bu kadar uzun suskunluklarda ne mi olur dersen. Bilmem. Hayat defterlerini gözden geçirdikleri zamandır, bazı sayfalarını yeniden yazar, sevmedikleri sayfaları yırtarlar belki de içlerinde.
Böyle bir evi ayakta tutabilmek her kişinin değil er kişinin harcıdır.