Öğretmenliği hayatının bir gereği gibi gören birisi, ona başka bir şey yapamazmış gibi hissettiren o duygu işte, öğretmenliği kutsallaştıran.
Gelecek geçmişten hesap sorar, bu hep böyle oldu. Yaptığımız şey yaşamak değil, dünü çizmek. Anladım ki mutluluk budur, dünün güzel olması. Bilincimiz, o hiç değiştiremeyeceğimiz yerde, dünde değil midir?
Dün bir kez, sadece bir kez güzelse eğer, güzel olmaya devam eder hep ve bugünü de güzelleştirir. Ya bir insanın dünü güzel değilse... O zaman ne olur? O
zaman bugünü de güzel olmaz. Ve dün güzel olmamaya devam eder. Bu durumda yarının iyi olacağı umudu da döner gider.
Okumak ve çatışmakla evlenmek hep çatıştı. Doğmak, büyümek, ölmek kadar tabii olan evlenip çoğalmak eylemini biz nasıl oldu da hayatımızdan bu kadar çıkarabildik? Oysa kendiliğinden, kolayca, zahmetsizce hayatınızda yer edinmeli değil mi? Tabiatına aykırı davranan biziz.
Dünleri biz değil, defterler ve fotoğraf bilir.
"Düşünceleriniz, yorumlarınız, sevinçleriniz ve güzelliğiniz hayatımın belki de bir saniyesinden daha azını etkileyecek. Unutulacaksınız. Siz sadece kendinizi seviyor ve önemsiyorsunuz. Bir başkası da sadece kendini seviyor ve önemsiyor. Herkesin sevdiği aslında kendisiyse o halde neden yarışıyorsunuz? Kendinizi sadece kendinize biraz daha beğendirmekten, kendinize biraz
daha tapınmaktan başka ne yapıyorsunuz? Siz internet insanlarına en büyük cezayı ben veriyorum. Unutulacaksınız."
Mutluluk ve huzur insanı güzelleştiriyor. Başına her ne gelirse gelsin huzuru yakalamayı bilen biri gençliğin onu terk etmeye başladığında da başka türlü bir güzelliğe kavuşuyor.
Ne kadar yazarsam yazayım, tek bir gerçeği değiştiremiyorum: Başlangıcı... Başlangıç hayatın en önemli ve bize bağlı olmayan yeri. İnsan nefret etse de başlangıcını değiştiremiyor. Geçmiş de tıpkı takibini engelleyemediği gölge gibi insanın peşini bırakmıyor. Bazen gölgem beni, bazen de ben gölgemi, takip edip duruyoruz.
Her şeyi biliyor gibi, kendimden emini aklıma gelenleri, gelmeyenleri ve hatta, yapılması gerekenleri, gerekmeyenleri, isteklerimi aldığım kararları, gülmeye çalıştığım durumları, okuduğum romanların adlarını, sayfa sayılarını yazıp duruyorum. Yazmak bana iyi gelsin diye yazıyorum.
Benim hikayemi kim biliyor, kim anlatıyor? Neden romanlar benden, bizden bahsetmiyor. Bütün diyaloglarda susmasına, içinden konuşup durmasına rağmen okuyucunun anladığı ve en sevdiği bir roman kahramanı olsaydım. Beni herkes anlasaydı, herkes herkesi işte böyle roman kahramanını anlar gibi anlasaydı. Ne hissetiğimi hiç söylemeseydim ama anlaşılsaydım.
Yazarım laf
cambazlığını seven biri olsun isterdim, o zaman ben de hazırcevap ve ukala olurdum. Ve bir başkahraman olarak çevrem öğretmenlerle değil de tuhaf ve kimsenin aklına kolay kolay gelmeyen işler yapan insanlar insanlarla dolu olurdu. Ve ben de onları tanıdıkça değişir, değişik olaylar yaşardım. Hafif şımarık tavrımla bütünleşen okuyucunun kendine güveni gelirdi. benim
sayemde ve kendini maceradan maceraya atacak olaylar yaşayacağının hayalini kurardı, gayriihtiyari. Ve okuyucum, o laf cambazı yazarın romanına aldığı, hiç bilmediği - adını dahi duymadığı- şarkıları , filmleri, okumaya hevesli bir öğrenci saflığıyla not alırdı. Bir not defteri de olmadığından tüm bunlar telefonunda bir zaman sonra silinmek üzere kayıtlı
dururdu.
Ben laf cambazı yazarın ilk kahramanı olmak isterdim, tüm bilgi ve birikimini, marifetini döktüğü ve sonra da kuruyup kaldığı ilk romanının. Bir sonraki romanı çok merak dilirdi, fakat nedense bu ikinci roman okuyucuyu hayal kırıklığına uğratırdı. Fakat ben unutulmazdım.
İnsanların namusu ve şerefi üzerine yaptığı tanıklığın yetmediği bir çağda gerçekler görecelidir kızım. Kölesi olduğun her ne ise gerçekleri o belirler.