Yavuz Sultan Selim hanım ve Yıldırım Bayezid Han'ın üstünde baştan sona kadar ayeti kerime yazılı hırkaları, kaftanları vardı. Bunları namazda ve harp esnasında teberrüken giyerlerdi.
"...En ufak bir tacizde o adam cezasını çekecek."
"Bunun işe yarayacağından emin misiniz? Televizyonlarda sürekli görüyoruz; kadınlar birçok şikâyette bulunuyor, ama bu korunmalarına yetmiyor. Sonunda bir bakıyoruz şikâyette bulunan kadınların ölüm haberi. Umarım sizin şikâyetiniz amacına ulaşır."
Bu da neydi şimdi? Neler olmuştu böyle? Yaşananlar gerçek miydi, yoksa hayal mi? Kuzey yerinde duramıyor, sinirden tüm vücudu titriyordu. Mutfağa geçti, buzdolabından su şişesini alıp hepsini içti. Sakinleşmeye çalıştı; ama bir türlü başaramıyor, bir ileri bir geri gidip geliyordu. Ceren'in böyle bir şeye nasıl cesaret edebildiğine şaşırıyordu. Daha önce Kübra ve
Kenan ile yaşadığı olaydan ders almadığı anlaşılıyordu. Kaldı ki Aslım, kızların içinde ona en yakın olan kişiydi. Fırsat buldukları her an yan yanalardı ve yedikleri içtikleri ayrı gitmiyordu. "Şimdi ne yapmalıyım? Bu durumu Aslım'a söylemeli miyim?" diye düşündü. Telefonu eline aldı, Aslım'a mesaj yazıp yazıp siliyordu. Sonunda telefonu bıraktı. Bir süre
daha beklemeye karar verdi, bekleyip neler olacağını görmek istiyordu.
"Misyonerlik faaliyetleri açısından Türkiye, Asya'nın anahtarıdır."
American Board'ın 1 Aralık 1833'te Ortadoğu'ya gönderdiği talimat ise tam bir ibret belgesidir. "Bir fetih savaşına girmiş askerler olduğunuzu unutmayın. Bu mukaddes ve vaat edilmiş topraklar silahsız bir haçlı seferiyle geri alınacaktır."
Sultan İkinci Abdülhamid'in Türklere küçümseme imasında bulunduğu için Shakespeare'in oyunlarından bir kısmının sansürlenmesini yada Hz. Muhammed'e (s.a.v) hakaret ettiği için Dante'nin İlahi Komedya'sının yasaklanmasını, basın organları yolu ile kendi kamuoylarına, kasıtlı ve yanlış olarak "Avrupa'dan gelen bütün eserler Türkiye'de sansürleniyor ve yasaklanıyor"
şeklinde anlatmışlardı. Onlara göre Abdülhamid şehirde telefonlara bile izin vermemekteydi. Çünkü telefonlar, O'nun casuslarından daha hızlı mesaj ulaştırmaktaydı.
"Dur bir dakika, dur." dedi Kuzey. "Baştan anlat şu meseleyi. Ne demek kaybolmuş?"
Hülya toparlanıp konuşmaya başladı "Biliyorsunuz geçen Cuma İstanbul'a gidecekti. İstanbul'daki arkadaşı Miraç'ın annesini aramış ve uçaktan inmediğini söylemiş.
...
"Sence ne oldu Kuzey? Seni mi cezalandırmak istiyor, yoksa gerçekten kayıp mı?"
-Aşk, öleceğini bile bile onun peşinden gitmektir ve aşk, belki de hiçbir zaman sana gelmeyeceğini bile bile ondan vazgeçmemektir...
Kuran-ı Kerim Hicaz'da nazil oldu, Mısır'da okundu, İstanbulda yazıldı.
Kuzey, Aslım'ın yanından çıktı ve arabasına atlayıp oradan uzaklaştı. Aslım halâ ayaktaydı ve Kuzey'in ardından öylece bakakalmıştı. Bilge ise deponun kapısından gizlice onları izlemişti, çünkü hiçbir ayrıntıyı kaçırmaması gerekiyordu.(Bilge depoya gideceğim deyip yanlarından ayrılmıştı aslında ama her sayfada yeni bir gizemin içinde buluyorum kendimi.)
Hindistan Müslümanları, Sultan İkinci Abdülhamid Han tahttan indirilmeden evvel İttihad ve Terakki idaresine bir mektup yazarak:
“ Lütfen Abdülhamid Han'ı tahttan indirmeyin. Çünkü Osmanlı gemisi ancak onun gibi tecrübeli bir kaptan sayesinde selamet sahiline çıkabilir” demişlerdi.
American Board'ın Dahili İşler Başkanı C. Patton'a göre çekilen inanılmaz acılara rağmen Birinci Dünya Savaşı yine de kendileri açısından çok iyi olmuş, özellikle sonuçları açısından, yeni bir dünyanın kurulması için çok müspet bir hizmet yapmıştı. Patton bu konuda şunları söylüyordu: "Tanrı, Hristiyan Amerika'yı dünyanın ıslahı için kullanmış ve
Amerika medeniyeti ile bütün milletlere örnek olmuştur. Artık bundan sonra hem dünya ticaretini, hem de dünya siyasetini ve demokrasisini Anglo-Saksonlar kontrol edeceklerdir. Bütün Hristiyanlar Amerika'nın önderliğinde dünyaya hakim olmak için var güçleri çalışacaklardır. Misyonerler de bu çalışmalarda en ön saftaki yerlerini alacaklar, bu yeni dünyada; çok büyük, ani,
köklü ve kalıcı değişikliklere liderlik edeceklerdir.
"Misyonerler, Havaililerin varlıklarını bile kendileri için tehlikeli gördüklerinden ve kötülüğün en ağırını yapılmadıkça rahat edememe tıynetinde olduklarından, Havaileleri yok etmek için Havai adalarının havasının bulaşıcı hastalıklara iyi geldiği propagandası ile frengi, uyuz ve benzeri bulaşıcı hastalık taşıyan birçok kimseyi bu muhacirlerin arasına
katıp bölgeye yerleştirirler. Ve bunlarla iç içe yaşayan yerel halka, bulaşıcı hastalıkların tamamını aşılayarak onları ölüme mahkum ederler."
Washington Osmanlı Konsolosu Münci Bey
"Kuzey ne yapıyorsun?"
"Ne olsun Nurcan biz de eve girecektik şimdi. Sen nasılsın? Aslım biraz kötü olduğunu söylemişti."
"Evet öyleydi, ama iyiyim şimdi. Yalnız Kuzey bir problem var."
"Ne oldu?"
"Aslım'a ulaşamıyorum."
Kuzey'in sesi titredi "Ne demek ulaşamıyorum?"
Aslım'a ne oldu acaba? Ceren'in ölümünden sonra artık iyice şüpheli bir
hâl aldı olaylar.