Serra Taşköprü
Serra Taşköprü

Maalesef, her suç teşkil eden eylemi adli olaya dönüştürüp yargılama yapma şansı doğmamaktadır. Üstelik, sessizlik suç aracı olarak kullanılmış olsa da, sessiz manipülasyon/ sessiz şiddet, eylemsizlik olarak görülmekte ve pasif bir eylem türü olarak yasalarda yer almamaktadır.

David Hotham
David Hotham

Atatürk'ün 1920 ile 1930 arasında gerçek­leştirdiği olağanüstü devrimlerin çoğu, dolaylı ya da dolaysız hep dinle ilgiliydi. Türkiye'yi islâmiyetten ve İslâmiyet te­mellerinden ayırma konusunda Atatürk oldukça ileri gitmiş­tir. Halifelik kurumunu kaldırmıştır. Okullarda dini eğitime son vermiştir. Osmanlılar zamanında Türklerin yaşantısında önemli bir yeri olan

tekkelleri kapattırmıştır. Fesi yasaklamış, şapkayı kabul ettirmiştir. Bu, aslında İslâmiyete karşı bir ayaklanmaydı. Çünkü, Müslüman, başındaki fesle namaz kı­larken alnını secdeye değdirebiliyordu. Şapka ise, "gâvur" giyimiydi.

Fakat, Atatürk bununla da yetinmedi. Türklerin bin yıla yakın bir zamandan beri dillerini yazmak için kullandıkları Arap

alfabesini yasakladı. Onun yerine Latin alfabesini ka­bul etti. Oysa, Arap alfabesi zor olduğu gibi, dinle de yakın­ dan ilgiliydi. Arap alfabesi yalnız Kur'andaki yazı biçimi de­ğil, bütün din edebiyatının ve camilerdeki kutsal levhaların da yazısıydı. Aslında güzel bir yazı biçimi olan Arap alfabe­si, İslâmiyet resim ve heykeli yasakladığı için, islâm sanatın­ da

doğrudan doğruya bir güzellik ifadesi durumunu almıştı. Müslüman ülkelerinin çoğunda levhalara yazılan Arap­ça metinler, âdeta büyülü bir kudret taşır. Latin alfabesini gö­ren bir Müslüman ise, gâvurla karşı karşıya geldiğini düşü­nür. Latin alfabesinden nasıl çekinildiğini anlamak için, Tür­kiye'de harf inkılâbının yapılmasının üzerinden kır yıl

geçti­ği halde, okuma yazma bilmeyenlerin oranının hâlâ yüzde kırk olduğuna bakmak yeter.
Atatürk, Islâmiyetle olan bağları koparma işlemini ta­mamlamak için, resim ve heykel sanatlanı da yürekten des­teklemiştir. Ayrıca, Türkçeye girmiş olan Arapça ve Acemce kelimelerin de ayıklanmasını başlatmış, bunların yerine Türklerin Islamiyeti kabul etmelerinden

önceki dönemde kullandıkları kelimeleri kullandırmıştır. Bu reform Türkçede öy­le bir değişiklik yaratmıştır ki, 1920lerde kullanılan Türkçe ile, bugünkü Türkçe arasında, bugünkü ingilizce ile 600 yıl önceki İngilizceden daha büyük fark vardır. Gerçekten de, Türk dilinin uğradığı değişiklik yüzün­den, halk, Atatürk'ün ilk yıllarındaki verdiği

nutukları bile anlamakta güçlük çekmektedir. Hatta Türk yazarları kendi kitaplank eski dilden yeni dile "çevirmek" gibi bir durumla karşı karşıya gelmişlerdir. Türkçeden Türkçeye sözlükler bi­le vardır.

Alfabenin değiştirilmesi, dilin arınması, kırk yaşından küçük kuşaklarj hemen bütünüyle İslâm kültüründen uzaklaş­tırmak gibi bir sonuç

doğurmuştur. Batılaşma konusunda al­fabe değişikliği,devrimlerin en önemlisi sayılabilir. Paris'ten ya da Arap ülkelerinden Türkiye'ye gelip de, her yerde Latin harflerini gören turistler, ister istemez içlerinden "Burası Av­rupa," diye geçirmektedirler. Atatürk bununla da yetinmemiş, Şeriat'ı kaldınp yerine Batı hukukunu getirmiştir. Yasalarda Türk halkının

yaşantı­sına uygun bazı değişiklikler yapılmakla birlikte, aslında Av­rupa yasaları yürürlüğe konmuştur. îslâmiyetin en kutsal yönlerinden biri de yasa olduğuna göre, böyle bir devrimi bir islâm ülkesinde gerçekleştirmek, gerçekten şaşkınlık vericidir. Türkiye'den başka hiç bir İslâm ülkesi, Şeriat'ı kaldıramamış, en ilerici geçinenleri bile yal­nızca

kuralları yenileştirmek ve günün şartlarına uydurmak­la yetinmişlerdir.
Atatürk, Türk Anayasası'ndan devletin İslâmın olduğu ibaresini de çıkartmış, Türkiye'yi "laik" bir devlet yapmış­ tır. Türkiye laikliği kabul etmekle, resmen İslâm âleminden çekilmiştir. Fakat, Türkler bugün her zamankinden de çok Müslümandır. Devlet olarak Türkiye'yle Türk halkı

arasında çok garip bir fark vardır. Türkler Müslümandır ama, Türkiye ar­tık bir İslâm ülkesi değildir. Bu alanda da Atatürk eşi görül­memiş bir şey gerçekleştirmiştir. Başka hiç bir İslâm ülkesi, Türkiye gibi "laiklik" yolunu seçememiştir.

Gerald L. Schroeder
Gerald L. Schroeder

"Evrenimiz hayatın ortaya çıkması için o kadar iyi ayarlanmıştır ki bir ayarlayıcı varolmalıdır!" türünde insanmerkezcil bir prensipten öte sunmakla kalmıyorum, burada gördüğümüz şey, "iyi-ayarlanma" meselesinden çok daha önemlidir. Biz burada doğada hakim olan yasalarda da, bilinçli düşüncenin üretildiği beyni oluşturan maddenin parçacıklarında da "bulunmayan"

ve kendini sürekli olarak ifşa eden akli, düzenli kompleks bilgiyi görüyoruz.

Timur Kuran
Timur Kuran

Tarih boyunca iktidar sahipleri, baskıya boyun eğrneyen  politik azınlıkları ezme yetkisine genellikle sahip olmuşlardır.  İlke olarak demokrasi, çoğunluk yönetimi ile politik azınlıkların kendilerini dile getirme özgürlüğünü kaynaştırır. Yasalarda yer alan bu haklar, politik çoğulculuk normları aracılığıyla  korunrnaktadır. Ne var ki, insanların koyduğu

hiçbir yasa değişmez değildir ve alışılmadık bir tehditle karşılaşan toplum,  çoğulculuğu lüks olarak görecektir. Zaten en özgürlükçü hukuk düzenleri bile, konuşma özgürlüğünün kaldırılabileceği  dururnlar olduğunu kabul eder.

Mahmut Kaya
Mahmut Kaya

Birden fazla kadınla evlilikler, Suriye toplum yapısında tarihsel kökenleri olan bir evlilik türü olup aynı zamanda yasalarda da yer almaktadır. İslam dininde ruhsat olan bu uygulama, resmî normlarla erkekler açısından meşru ve yasal bir hak haline dönüştürülmüştür.

Blandine Kriegel
Blandine Kriegel

Düşünce akımlarında ne kadar çelişki varsa yasalarda da o kadar çelişki olur

Hacay Yılmaz
Hacay Yılmaz

Bu yasalarda kimin nasıl, nereye kadar hakkı olduğu nasıl ayarlanır? Yasa koyucular kimler oluyor? Nasıl ayarlarlar? Yasa uygulayıcılar nasıl hareket ederler? Ya da bu yasalar nasıl kağıt üzerinde kalırlar? Ya da o haklara sahip olanlar nasıl kullanırlar? "Herkesin haklarının belirtildiği" o yasaların güvencesi ne?