“ İnsanların, hakkında çok az şey bildiğimiz duygusal güçleri, onları kendi İnsanî çıkarlarına ters düşen kamplara katacak kadar kuvvetli olduğu sürece, bu insanların ekonomik yargılardan hareketle kendilerini yeni bir dünyanın inşasına adayacaklarına nasıl inanabiliriz? Attila Jösef
Hangi yaşta olursa olsun birey, ailenin çocuğu olarak kalmaktadır. Her birey gibi yaptığı yanlışlarda, hayal kırıklıklarında bir dayanak aramakta ve bunun için en yakınındaki yere yönelmektedir. Bu anlarda ebeveynlerin takındıkları tutumlar bu iletişimin sürdürülebilirliğini sağlamakta ya da sonlandırmaktadır. İçinde etkin bir dinlemeyi barındırmayan, kalıp
yargılardan arınamamış, çözüm ya da alternatif yolların birlikte inşasından uzak yargılayıcı söylemler beraberinde ciddi iletişimsel ketlenmeleri de getirebilmektedir.
"Felsefenin muhakeme araçları, aceleci ve düşüncesiz yargılardan uzaklaştırıcı duruşu, çözümleme ve tartışma anlayışı zihnimi uyanık, yani canlı tutuyor. Dogmacılıktan ve önyargılardan, düşüncenin dinamizmine zarar veren tüm bu görünmez düşmanlardan uzakta oluyorum. Olduğum yere demir atıyorum, bütün gücümü orada kalmaya, canlılığımı sürdürmeye
veriyorum."
1. Yunan tragedyasının malzemesi gelişigüzel değildir, fiktif de değildir. Yazarlar konularını daha çok mitos'tan alırlar. Mitos, önde gelen Yunan kral ve prens çevrelerinin gerek kendi aralarındaki, gerekse tanrılarla aralarındaki ilişkiler üstüne geleneksel anlatılar toplamıdır. Yüzyıllar boyu gelenekleşen bu anlatılar, Yunanlı için eğitiminin bir parçasıdır.
Günümüz Avrupalısının 20.yy.a dek İncil'le büyümesi gibi, o dönem Yunanlısı da o anlatılarla büyüyordu. Tragedya yazan, bu mitos'un bilindiğini esas alabilir ve onu serbestçe açımlayarak işleyebilir, araştırarak ve derinleştirerek (kısmen de çeşitlendirerek) onunla oynayabilir. Seyircinin sanattan aldığı zevk, büyük ölçüde, yazarın o anlatılara ilişkin uygun
versiyonlar üstüne ya da doğrudan onlarla yaptığı açıklamaları ve çeşitlemeleri algılamasında ve değerlendirmesinde yatar. Dolayısıyla Yunan tragedyası -günümüz tiyatro biçimlerinin çoğunun tersine- gerek malzeme üstüne ve gerekse estetik yargı ilkeleri üstüne yazar ile seyirci arasında önden var olan bir sessiz anlaşmadan serpilip gelişmiştir.
2.
Tragedya yazan, ortak malzeme havuzu içinden, zaten kendi başına da en çok duyguyla yüklü olan ögeleri seçer: öldürme, intihar, evliliğe ihanet, ensest, çıldırma, kendini sakatlama, aldatma, gammazlama, evlatlıktan ret, zorla ayrılma ve yıllar sonra bir anda birbirini yeniden bulma vb. Tüm bu olağan dışı olayların duygusallığı,
(a) bunların aile bireyleri
arasında (yani doğal yakınlığı bulunan bireyler arasında) geçmesi,
(b) seyre sunulan ailelerin doğrudan yönetici kesimden olmaları, böylece kamunun ilgi alanına girmeleri ve kendi aile felaketleriyle her seferinde topluluğu da kendi acılarının içine çekmeleri yoluyla daha da yükseltilir. Böylece olay, her ne kadar kurguya göre karanlık bir geçmişte olmuş gibi
görünse de, m.ö 6./5. yy'daki Atina site devleti toplumunun seyircisi için, salt insani değil, aynı zamanda siyasi bir model durumuna gelir (ve aynı nedenle, egemenlik yapılarında ki tüm tarihsel değişimlerin ötesinde, taa günümüze dek daha sonraki dönemlerin seyircisini de bir model gibi etkileyebilir).
3. Tragedya yazarının seyirci önünde geliştirdiği
olağandışı durumlar (mitos'taki gibi) oldukça zayıf nedenselliklere dayalı salt art arda gelen olaylar biçiminde bırakılmaz; olaya karışanların - katillerin evliliğe ihanet edenlerin, karasevdalıların, elebaşların ve aldatıcıların vb. (ve kurbanlarının) - bakış açısından hiç zaman sektirmeksizin ve kendiliğinden, o anın tüm duygularıyla, öfke ve nefret, sancı,
kıskanma, art hesap, hayal kırıklığı, acı, alay, yergici taşlama, iktidar hırsı, tutkunluk, kendini yitirme gibi insani duyguların her çeşidiyle açıklanıp ruhsal olarak motive edilir. Daha geniş topluluğun gerçekte ancak sonradan (faillerin, kurbanların, ilgililerin, olaydan epey uzaklaştıktan sonra ve belli açıklamaları yapmalarıyla) öğrenebileceği olay, böylece
seyircinin gözünde, olaya kanşanlann kesişen nedenlerinden dolayı karmaşık ama anlaşılır biçimde akıtılır, yaşatılır ve aynı zamanda yarattığı (çoklukla ayırıcı ve yıkıcı) etkilerle oyuncuların yargısına ve onlar üzerinden seyircinin yargısına bırakılır. Bu yolla seyirci, bir olayın tümünü, yaşamda asla aynı saydamlıkta görülemeyecek ve ardından
da aynı otantiklikle asla yeniden kurgulanamayacak bütünlükte, beraber yaşar.
4. Olaya karışanlar, onların eşleri, çocuktan, kardeşleri, dosttan, astları vb. seyircinin tam o anda oluyormuş gibi birlikte yaşadığı eylemlerine ve tepkilerine, akıllıca kurulmuş ve nedenselik bağlan iyi düşünülmüş konuşmalarla açıklama getirirler. Böylece olay, çeşitli
yönleriyle yansıtılmış olur ve gerek olaya, gerekse eylemcilerine yönelik keskin suçlamalar ile etkili desteklemelerin gidip gelmesi, pek çok değerlendirme olanakları sağlar. Bu yolla seyirci, çabukça ve kabaca verilecek yargılardan sürekli uzak tutulur ve daha mesafeli bir bakışa çekilir. Seyirci nihayet bir yargıya vardığında, bu yargı (ki Yunan tragedyasında tümden
göreceli de değildir) pek çok bakış açısından geçtiği için, iyice düşünülmüş, daha içten kabullenilmiş, kısacası: daha temelli (dolayısıyla çoğu kez daha insani) olur. Böylece Yunan tragedyası, toplum için, üstlendiği tüm öteki işlevler yanında insanın, sorumluluğunu taşıyabileceği bir yargıyı oluşturması işlevinin okulu da olmuştur (bu
eğitsel birikim, günümüz tiyatro biçimlerinin kural olarak tümden dışındadır oysa).
5. Tragedya yazarının, görülmemiş bir düşünsel yoğunluk ve sanatsal bütünlükle seyircinin önünde sergilediği bu çok derin etkileyici, yoğun bir irdelemeye zorlayıcı olay, hoşça vakit geçirtmeye yönelmiş eğlence endüstrisinin bir ürünü olarak, her akşam dünyanın
her yerinde kültürel açıdan yükseltilmiş boş zaman doldurmanın bir biçimi olarak sunulmaz; tragedya, yurttaşlar topluluğunun dinsel şenlik yaşantısının bir parçasıdır; Atina tiyatrosunda yalnızca bir kerelik bir sahnelenme için yaratılır ve seyirci tarafından, yani kentin tüm yurttaşları tarafından, kendi sorunlarının soyutlanmış biçimde kamusal işlenişi
olarak algılanır. Bu nedenle Yunan tragedyası, kamusal bir toplum tepkisi'dir. Bu ise ona,toplum yaşantısı içinde, modem tiyatro biçimlerinin asla ulaşamaması bir yana, kural olarak düpedüz özüne yabancı oldukları bir anlam kazandırır.
ibn Rüşd'ün yapıtları, çağlar boyunca Doğu ve
Batı düşüncesini etkilemeyi sürdürdü. Ondan en çok etkilenenler, büyük Musevî bilgini İbn Meymûn, Hristiyan düşünür Akinolu Thomas ve Protestan reformcu Martin Luther olmuştu. İbn Teymiye ve Hocazâde, ondan etkilenen Müslüman bilginlerdi.
İtalyan kilisesinin papazları, İbn Rüşd düşüncesine iki yüz on
dokuz noktada karşı çıkmış ve onun kitaplarını okuyanlar için idam kararı vermişlerdi. Bu aptal karar yüzünden, birçok İtalyan düşünür, ölüme mahkûm edilmişti. Ama doğruları ve gerçekleri öldürmek olanaksızdı. Nitekim engizisyonun sona ermesinin üstünden üç yüzyıl geçtikten sonra Almanya, Avusturya, Fransa, Hollanda, İtalya, İngiltere ve birçok Batı
ülkesinde doğubilimciler, onun düşüncelerinde uzmanlaşmışlardır. İbn Rüşd'ün anısını yaşatmanın en güzel ifadesi olarak kitapları, on iki cilt hâlinde İtalya'da basılmış ve hem İtalya, hem de Fransa üniversitelerinde ders
kitabı olarak okutulmuştur.
Modern çağda da İbn Rüşd üzerine çalışmalar Doğuda ve Batıda sürmüş, birçok dünya
başkentinde ibn Rüşd'ü konu alan dernekler kurulmuştur. O, şu sözleriyle düşüncelerini sonsuzluğa taşımış, büyük bir filozoftur:
"İnsanın görevi, toplumun mutluluğu için çalışmak, iyilik ve güzelliği tekeline almamaktır. Kadın da erkek gibi toplumun hizmetinde olmalıdır. İyilik ve kötülüğün ölçütü, yalnızca toplumsal yarardır. Din, kuramsal
düşüncelerden değil, dinsel yargılardan ve ahlâkî amaçlardan oluşur. Ornek toplumda 'benim malım', 'senin malın' ayrımı yoktur. Böyle bir toplumda, hiç kimse için yabancılık söz konusu değildir.
Çünkü orada özgürlükler, herkes içindir. Zorba, açlık ve korkuyla dolu bir zümrenin esiridir. Zorbanın kendisi, en büyük açtır. Dilediği yere gidemez, dilediği
şeye bakamaz ve benliğine egemen olamaz. O, köleliğe en yatkın olandır. Arzularına gem vurabilmek mümkün değildin Sürekli üzüntü ve keder içindedir. Çünkü yoksul, çekilmez ve kaba bir benliğe sahiptir. Dostu yoktur. Bana göre bütün zorbalar, talihsiz ve
sıkıntılı kimselerdir.”
Aydınlanma düşüncesi, sosyal bilimlere şu çok açık programı dikte etmekteydi: Tarihsel ve kültürel ön yargılardan arındırılmış insan doğasına ilişkin ezeli ve ebedi hakikatlere/doğrulara dayanan bir sosyal bilim metodolojisi(yöntemi) geliştirmek ve insanlar hakkında bilimsel yasalar formüle etmek için doğa bilimlerinin nomolojik-tümevarımcı yöntemini takip etmek.