Toplumsal cinsiyet eşitliği projesi içindeki “Cinsel tercih/ yönelim” kavramının/durumunun, devletin farklı cinsel yönelimleri olan insanları şiddetten koruma yükümlülüğünü ifade ettiği ve eşcinselliğe ilişkin hiçbir değer yargısı içermediği iddiası ile cinsel tercih/yönelim masumlaştırılmaya çalışılmaktadır. Kavramın aslı cinsel yönelim değil cinsel
tercihtir.ı Cinsel tercih/yönelim kavramı/durumu sadece devletin bu insanları da şiddetten koruma yükümlülüğünü değil, aynı zamanda her tür ifade özgürlüğü adı altında afişe olmayı, toplumu inanç ve kültür değerlerini tahrip ve tahrik etmeyi ve şiddeti davet etmeyi de beraberinde getirmektedir.
Toplumda eşcinsellere karşı, sırf eşcinsel oldukları
için değil, görünür olmanın da ötesinde özendirici toplumsal faaliyetleri nedeniyle tepki vardır. Bu tepki de, toplumun inancında bulunan “ifsad” kavramı kapsamındadır. Bireysel açıdan hak sahibi olmakla, örgütsel olarak haklarını kullanmak adına toplumun ahlakına aykırı faaliyetler eşit görülüp ifsada meşruiyet kazandırılmaktadır. İstanbul Sözleşmesi bu
ifsada (örgütsel eylemlere) meşruiyet kazandırdığı için de tepki doğurmaktadır.
Yüzyıllarca, diktatörler hapishaneleri tehlikeli, tahrik edici ya da hüküm sürmekte olan düzene karşı isyan uyandırıcı fikirlere sahip insanlarla doldurdular...
“Yüksek Vekaletin Alçak Vekiline;
ANKARA
Ben, 3 Mayıs 1944 hadiselerine öncülük yapmak, gençliği kışkırtıp tahrik etmek suçuyla, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin, Felsefe Şubesi’nin son sınıfının son noktasından bir telefon emrinizle atılan ben, Osman Yüksel!... İstanbul’a sürülüp, örfi idare komutanlığının emrine teslim edildikten,
tabutluklara tıkılıp, zincirlere vurulduktan sonra, suçsuz olduğum anlaşılmıştır. Kader beni yine sizin karşınıza dikmiştir. Hakkımı istiyorum efendi, hakkımı!... Senden bahşiş istemiyorum!... İmtihan hakkımı ya verirsin, ya zorla alırım…
Beni tuttuğum yoldan Yücel değil, ecel gelse döndüremez!...”
İlk isyan 1890 yılında Erzurum’da ortaya çıkmıştır. Bu isyanı aynı yıl İstanbul’da düzenlenen Kumkapı nümayişi izlemiştir. Arkasından 1892-93 yıllarında Kayseri, Çorum, Yozgat ve Merzifon’da, 1894’te Sasun’da, 1895’te Zeytun’da çıkarılan isyanlar ve 1895’te Ermenilerin Babıali’ye yürümeleri ve büyük protesto gösterileri gelmiştir. 1896’da Van’da
bir isyan çıkarılmış ve büyük devletlerin müdahalesini çekebilmek için İstanbul’daki Osmanlı Bankası işgal edilmiştir. 1903’te Sasun’da ikinci bir isyan çıkarılmış, iki yıl sonra ikinci Abdülhamit‘e bir suikast düzenlenmiş ve 1909 yılında Adana’da büyük bir ayaklanma daha çıkmıştır. Bu isyanların temel amacı hükümetin olaylara şiddetle müdahale
etmesini tahrik etmek, olaylar sırasında yaşanan Ermeni kayıplarını Avrupa kamuoyuna Müslüman Osmanlıların hristiyan Ermenileri katlettiği şeklinde sunmaktır. Bu amaç o dönemde Osmanlı İmparatorluğu’nda görev yapan Avrupalı diplomatların raporlarında da açıkça görülmektedir. Örneğin, İstanbul’daki İngiliz Büyükelçisi Sir Philip Currie, İngiliz dışişleri
Bakanlığı’na gönderdiği 28 Mart 1894 tarihli mesajında, “Ermeni devrimcilerin amacının huzursuzluk çıkarmak, Osmanlıların şiddete tepki göstermesini sağlamak ve böylece dış güçlerin müdahalesini çekmek” olduğunu belirtmiştir.
Tecavüz kurbanının sanki kendisi tahrik edici şekilde giyinmese ya da müsaitmiş gibi davranmasa bu olayı önlemesi mümkünmüş gibi düşünerek başına gelenlerden kendini sorumlu tutmasının önüne geçmek mümkündür.
Elde edilen doyumlar, gereksinimleri yatıştıracağı yerde daha çok tahrik eder
Rus ve Osmanlı Ermenilerini Türkler aleyhine tahrik ve şiirleriyle Müslümanları hor görme ve aşağılama ve
'' Ya Rab! Sen Ermeni milletlerine merhamet et, düşman Türk’ü kahr ve yok et '' gibi ilahiler tertip ediliyordu.