Müslümanlar, bâhusus Türkler, bu değişen dünyada çok önemli bir yer almak istiyorlarsa, kendilerinin insanlığın ortak bilimler tarihinde çok önemli bir yeri olduğu inancını kazanmaları ve bunu yeniden gerçekleştirecek şartları kazanma sorusu üzerinde ciddi olarak durmaları gerekiyor.
Albert einstein 'a bir röportajda "dünya neden kaoslar silsilesi yaşıyor? " sorusu yöneltilir. Einstein 'ın yanıtı şöyle olur: "dünya kaosları kötü kişiler ve kararlardan dolayı değil, olanları durup seyreden ve onlara ses çıkarmayanlar yüzünden yaşıyor. "
Belencer’deki Hazar valisi37 birkaç adamıyla birlikte Semender’e kaçtı, eşi ve oğlu ise ele geçirilerek köle olarak satılığa çıkarıldı. Cerrah 100 bin dirhem verip onları satın aldı ve Hazar valiye bir himaye belgesi göndererek kaybettiği eşini, çocuğunu, kalesini ve irili ufaklı bütün varlığını Müslüman egemenliğini kabul etmesi şartıyla geri
verebileceğini iletti. Gerçi Hazar valisi bu teklifi kabul etmiştir; ama her ne kadar Belencer bir İslam şehri olduysa da, bilâhare orada ne gibi gelişmeler olduğu sorusu bu anlaşmayı muğlak kılmaktadır.
İbn el-Mukaffa ve arkadaşları arasında geçen bir tartışmada hangi milletin daha zeki olduğu sorusu ortaya atılmıştır. Hazarların ve Türklerin Arap yazarlarca, Farslar, Bizanslılar, Çinliler, Hintler ve Zenciler (Negroes)den sonra sıralanması onların o dönemdeki kültür düzeyinin düşüklüğünü göstermekte veya en azından Araplar bu şekilde düşünmektedir. Bu
durumda Türklerin ve Hazarların pek de iyi bir üne sahip olmadıkları anlaşılmaktadır. Ancak onlar oldukça farklı karakterlerde tanımlanmaktadırlar: “Türkler zayıf köpeklerdir, Hazarlar otlayan sığırlardır”.32
28 Şubat post-modern darbe sürecinin kaotik ortamındaki 1990’lı yıllar ve sonrasında ise İslâmcı Milli Görüş Hareketinin içinden gelmesine rağmen, yeni kurulan bir parti olarak AKP’nin (%34,28 oy oranıyla, 363 vekil ve %66 temsil hakkı kazanmıştır.) iktidar oluşuyla, Kemalist kesimde meydana gelen “laiklik elden gidiyor” endişesinin yaşandığı 2000’li yıllar
Türkiye’sini yaşamış birisiyim. Siyasetin ancak bir tarih tabanına oturtularak var olduğundan hareketle gerçekten de Türkiye’de farklılaşan siyasi hareketler ile bir hafıza patlaması yaşanmaktaydı. O zaman ise “Neden farklı hatırlıyoruz?” sorusu benim için önemli bir soru haline geldi.