Zaten anlatmak istediğim bir şey var, bin bir şekle sokup söylemek arzusuyla yandığım bir tek şey: O da sizi sevdiğim.
Zaten anlatmak istediğim bir şey var, bin bir şekle sokup söylemek arzusuyla yandığım tek şey: O da sizi sevdiğim. Bunun dünyanın teşekkülünden beri kaç milyar defa tekrar edildiğini unutmuyorum, fakat siz söyleyin, canlılığından bir şey kaybetmiş mi? Kâinatta hiçbir mevcudun olamayacağı kadar taze ve olgun değil mi?... Bu öyle bir kelime ki, doğuyor ve doğuşuyla
beraber kemali de içinde getiriyor. Sizi seviyorum...
Çok güzel, insan sevmekte de, nefret etmekte de hürdür. Bazı şeyleri sevmemekten sizi kimse menedemez. Bu hislerinizi açığa vurmak, hatta nümayişler tertip edip avaz avaz "Kahrolsun" diye haykırmak, en dokunulmaz haklarınız arasındadır.
Yalnız merak ettiğimiz bir tek cihet var. Evet birçok şeyler kahrolsun, mahvolsun, yere batsın. Fakat ne yaşasın? Birçok şeylerin
aleyhindesiniz. Gazete yırtıyor, kitap yakıyor, profesör ve rektör dövüyorsunuz. Fakat sevdiğiniz nedir? Neyin uğrunda, neyin lehinde bağırıyor, heyecanlanıyorsunuz? Bunu daha hiçbirinizin ağzından duyamadık. Evet ikide bir "Yaşasın Türk milleti" diye bağırdığınız oluyor, ama bu Türk milletinin yaşaması için bir şey yaptığınızı, birazcık gayret sarf ettiğinizi
göremedik. Milletlerinin sahiden yaşamasını isteyen memleketlerde olduğu gibi, sizin
rahatınızdan, maddi nimetlerinizden keyfinizden, eğlencenizden fedakârlık ederek korkunç bir sefalet ve gerilik içinde kıvranan milletinizi yaşatmağa çabaladığınız duyulmadı.
Bakın çocuklar... Şuna buna kahrolsun demekle millet yaşamaz. Millet, sizin salonlarda toplanıp cezbeli
dervişler gibi çırpınmanızı değil, kendisine elinizi uzatmanızı bekliyor. Yazın plajlarda, çalgılı bahçelerde safa süreceğine köylere, fakir mahalle dağılıp kendisini cehaletten kurtaracak şekilde onunla meşgul olan gençleri gözlüyor. Kitap yırtan değil, kerpiç kulübelere kadar kitap götüren aydınları, gazete çıkarıp eline ulaştıran idealistleri bekliyor. Pek
çok olan boş zamanlarında yurdun bin bir köşesine dağılıp orağa, harmana yardım eden, veremle, frengi ile sıtma ile trahom ile savaşa atılan, kafası da kolu da halkın emrine verilmiş milliyetçi gençliği arıyor.
Bunun dışında kalan gençlerin ne milliyetçilikle ne milletle bir ilişkisi yoktur.
Niçin ölmekten bu kadar korkuyorsun? Niçin ölümden bu kadar korkuyorsunuz?
Ölüm bugünkünden daha çok yaşamak demektir; ölüm ilelebet ve bin bir şekilde yaşamak demektir.
Benim için sadece hayat ve insan vardır, bin türlü tezahürleri ile bugün realist, yarın romantik, öbür gün naturalist olan "hayat ve insan". Muharrir yalnız görüşünde değil yazısında da bu hayat gibi olmalı yani her şeyden evvel bir "insan" olmalıdır.
Zaten ben bu izm'lerden pek bir şey anlamam. Benim için sadece hayat ve insan vardır, bin türlü tezahürleriyle bugün realist, yarın romantik, öbür gün natüralist olan hayat ve insan.
"Böyle bir geceyi bütün varlığımızla içemeyişimizin sebebi, kafamızı birçok saçma şeylerin doldurmuş olmasıdır. On bin, yirmi bin sene evvelki insanlar gibi olabilsek tabiatı onların gözüyle görebilsek, muhakkak ki şimdi burada böyle sukunetle oturamazdık... "
On bin, yirmi bin sene evvelki insanlar gibi olabilsek, tabiatı onların gözüyle görsek, muhakkak ki şimdi burada böyle sükunetle oturamazdık. Onlar güneşi, ayı, falanca büyük tepeyi veya filan bulutu ve yıldırımı babalarının hayrına mı Allah yaptılar? Onlar tabiatta saklı duran ruhu bizden iyi anlamışlardır. Halbuki bizim bunu yapmamıza imkan yok. Minimini
kafalarımızı ukalaca kitaplar, birbirinden çürük bilgiler, neticesi olmayan hesaplar ve Allah kahretsin, karmakarışık menfaat düşünceleri dolduruyor...
Söyle, hangi ilim, hangi şiir, hangi aşk, hangi devlet bu manzaradan daha güzel, daha muhteşemdir? Buna rağmen burnumuzu kaldırmadan bozuk kaldırımlarda yürüyüp gitmekte devam ediyoruz. Dünyadaki insanların
acaba kaç binde biri şu anda başını aya çevirmiştir?