Furuğ Ferruhzad
Furuğ Ferruhzad

kaçıyorum senden, senden uzakta açayım diye
arzu şehrinin yolunu
ve şehrin derinliklerinde ...
düş sarayının ağır, altından kilidini

Ali Seydi Bey
Ali Seydi Bey

FATİH DEVRiNDE ESKi VE YENİ SARAY
Fatih Devri, tarihin açıklık zamanına dahil olduğu
için daha geniş bilgiye sahip bulunuyoruz. Fatih, İstanbul'u fethettiği zaman, Edirnekapı ci-
varındaki Tekfur Sarayı diye anılan İmparator Sarayı­na yerleşmişti. Bir sene sonra Bayezit Meydanındaki (şimdiki Üniversite) sahada bir saray yaptırmış; Ravzatülebrar tarihinin

yazdığına göre, burası da küçük gelerek Topkapı Burası Hristiyanlıktan önce Bizanslıların büyük Puthanesi, Bizanslıların ise bulvan idi sarayını kurarak 1462 veya 1467 veya 147S'te oraya geçmiştir. Osmanlı padişahları Sultan Abdülmecit devrine kadar bu sarayda saltanat sürmüşlerdir. Bu sarayın bazı kısımları Üçüncü SeLn ve İkinci Mahmut zamanlarında

yanmıştır. Tarihçi Duka, Yeni Saray adı verilen Topkapı Sarayının başlangıçta resmi bir makam olduğunu, yani Selamlık Dairesi olarak kullanıl­dığını, saray halkının, artık Eski Saray denilmeye baş­layan birinci sarayda kaldıklarını,padişahların bazan bir iki ay kadar Eski Saraya gitmcycrck Topkapı Sarayında vakit geçirdiklerini yazar Sonraları saray mensuplarının

hepsi Yeni Saraya alınmış, Kanuni Sultan Süleyman devrinden sonra Eski Saray padişahların karıları, kızları hasekiterin oturmalarına ayrılmıştır.

Alim Baki Akkoç
Alim Baki Akkoç

Sultan Süleyman Topkapı sarayının bahçesinde bir ağacı çürüten karıncalar hakkında fetva almak ister ve şu beyiti yazar.
Meyve ağaçlarını sarınca karınca
Günah var mı karıncayı kırınca ?
Şeyhülislam Ebussuud efendide fetvayı beyitle verir
Yarın Hakk'ın divanına varınca
Süleymandan hakkını alır karınca

Jane Hathaway
Jane Hathaway

Osmanlı sarayının hadımları da bir çok imparatorluktaki saray hadımları gibi kendilerini yüksek saray kültürünün geliştirilip korunmasından sorumlu hissediyorlardı. Belki de bu nedenlerle bunlardan bir çoğu kitap meraklısı ve koleksiyoncusu olmuştu.

Ali Mazaheri
Ali Mazaheri

En güzel Nizamî (ölm. 1203) tarafından yazılan Husrev ile Şirin'in aşkları, tamamen özel olarak sözkonusu edilmeğe değer.

Bu efsanenin kadın kahramanı bir nevi Madame de Pompadour olan Şirin, zarif II. Husrev'e, ebedileşen, atasözü haline gelen bir tutku ilham etti.

Soysuz ve kötü bir kadın olan Şirin, meşru kıraliçe Meryem'i zehirledikten sonra

kendi saray mensuplarının büyük hayretleri önünde onun yerine kiraliçe oldu; saray bundan ötürü ona «soylu demek» olan Şehrazad alaylı unvanını verdi.

Binbir gece masallarının tarihî fonunu teşkil eden dekor, gerçekte, kişiliği ve özellikie saltanatı I. François'yı hatırlatan bu kıral II. Husrev'in muhteşem sarayının tasvirinden ibarettir.

Şehrazad da denilen Şirin'le II. Hüsrev'in aşk naceralarının hikâyesi saraydan şehre -Ktesifon intikal etti ve halkı eğlendirdi. Aynı tarzda hikâyeler durmadan buna eklendiler ve böylece Mas'udi'nin (ölm. 956) Pehlevî dilinden arapçaya tercümesini bize bildirdiği meşhur «Bin masal» oldular.

Bu «bin masal» da baş roller daima kiral II. Husrevle güzel

Şehrazat'a aitti. Onların maceraları, Mas'udi'ye göre Maniheizmle itham edilen ve Dicle nehrinde boğdurulan vezir Bahtakân'ın maceraları ile takviye edildi.

X. . - XIII. yüzyıllarda Suriyeliler ve Mısırlılar bu ilk kahramanların yerlerine İslâm tarihinden seçtikleri ve kendileri tarafından daha iyi tanınan benzerlerini geçirdiler.

Halife Harun al-Reşid,

II. Hüsrev’in yerine geçti; Vəzir Ca'fer, Bahtkân'ın rolünü aldı; Bağdat da Ktesifon'un yerini aldı; fakat Zubeyde Sultan yakın doğulu halkıyatçıların bütün gayretlerine rağmen «Bin masal» ın biricik kahramanı olarak tanınan sihirli ve güzel Şehrazad'ı unutturamadı.

Bu derleme sonradan, daha yeni maceralarla zenginleşti ve yakın duğu ortaçağ

İslâmiyetinin son kuşağı olan, zevklerinin bozulması ile hemaheng olarak az çok iki anlama gelen çok sayıda müstehcen hikâyeler eklediler.

Böylece VII. yüzyılda başlayıp XV. yüzyılda tamamlanan, ortaçağ boyunca doğu edebiyatının tümü gibi bir şey olup herkesin «Binbir gece masalları» adı ile tanıdığı bu hikâye gerçek bir hazine teşkil eder.


Onda hemen hemen bütün «yüzyıllar» bulunur; zira bu bir kitaptan çok bir kütüphanedir; onda bir yazar değil, yediyüzyıl boyunca birbirini izlemiş çok sayıda «hikâyeci» vardır; sözkonusu olan bir düzenleme değil çeşitli düzenlemelerdir.

Yıldıray Kara
Yıldıray Kara

Nurbanu Sultan'ın Haleflerine Oluşturduğu Paradigmalar:
Nurbanu Valide Sultan kendinden sonraki valide sultanlar için bir takım paradigmalar (değerler dizisi) oluşturdu. Padişahın annesine Valide Sultan denilmesi resmi olarak ilk defa III. Murat'ın padişahlığı sırasında olmuştur. Daha önceleri padişahın annesi; "Padişah X'in Annesi" veya "Mehd-i Ulya" ya da "Sedef'-i

Dürr-i Saltanat" gibi deyimlerle anılırdı. Valide Sultan resmi unvanının kullanılması ile birlikte Nurbanu Sultan ve halefleri en üst düzeydeki devlet görevlileri arasına girmiş oldu. Bu unvanın altında yatan anlamlara bakıldığında: Padişahın annesinin ne derece üst seviyede olduğunu, annesinin padişah olan oğlundan ayrı meşruiyet hakkı olduğunu ve ona tâbi

olmadığını göstermesi bakımından önemliydi. İkinci bir paradigma ise; Valide alayı olarak bilinen padişahın annesinin ve maiyetinin Eski Saray'dan Yeni Saray'ın harem dairesine getirilmesi ilk olarak III. Murat'ın padişahlığında Nurbanu Valide Sultan ve maiyeti için yapılan geçiş töreni ile birlikte başladı ve sonrasında da bir gelenek haline geldi. Oluşan üçüncü

paradigma ise; Valide Nurbanu ile başlayan iki minareli selatin camii yaptırımı ondan sonraki Valide Sultanlar tarafından da yaptırılmaya devam edilmesi idi. İki minareli selatin camileri, sultanlara has bir ayrıcalıktı. Ancak Nurbanu Sultan'ın da bu ayrıcalığı elde etmesi onun ne derece etkili olduğunu ve oğlu üzerinde ne derece nüfuz oluşturduğunu göstermektedir.

Haleflerinin de aynı ayrıcalıklara sahip olmaları bir ölçüde Nurbanu Sultan'ın oluşturduğu modelden, paradigmadan kaynaklanmaktaydı. Yine Nurbanu Sultan'ın oluşturduğu bir başka paradigma ise; padişahların validesinin cenazesi sırasında sarayda kalma adetinin aksine III. Murat'ın annesinin cenaze töreninde bulunması ve annesinin tabutuna cenaze namazının kılınacağı

Fatih Camii'ne kadar hem yürüyüp hem ağlayarak eşlik etmesidir. Bir başka paradigma da; Osmanlı geleneklerine aykırı düşen ancak, en büyük sembolik öneme sahip olan Nurbanu Sultan'ın II. Selim'in türbesine gömülmüş olmasıdır. Böylece Nurbanu Sultan, padişah kocası ile birlikte gömülen ilk cariye olma ayrıcalığına sahip olurken, III. Murat da babası ile annesi

arasında bir nevi bağ kurmak düşüncesinin yanı sıra kendi meşruiyetinin babası ile birlikte annesinden de geldiğini ima ediyordu.
Ayrıca daha öncelerde de var olan ancak, kendi eski milliyetinden ve dininden olan Yahudilerin Osmanlı içerisinde varlığı ve etkisi Valide Nurbanu ile birlikte daha da yoğunlaşmıştı. Nurbanu Sultan, Şehzade Selim'in haremine alınmış, Türk

ve Müslüman yapılmıştı. Ancak Türk- Müslüman kalıbı içerisine giren Nurbanu, zaman zaman milliyetçi ve eski inanç duyguları depreşerek bu kalıptan taşmalar gösteriyordu. Bunun ilk örneğini Osmanlı sarayının kapılarını dindaş ve millettaşları olan Yahudilere açması ile göstermişti. İçlerinden önemlileri arasında yer alan Yasef Nassi, garip bir nedenle Şehzade

Selim'e 80 bin duka altın götürmüş ve Selim'in içki alemlerine girerek gözüne girmeyi başarmıştı. Bu yakınlaşmanın tek sebebini 80 bin duka altına bağlamak doğru değildi. Bu yakınlaşmada etkisinin büyük olabileceği şüphesiz olan Nurbanu Sultan'ın girişimleri de küçümsenmeyecek kadar önemlidir. Yasef Nassi'nin Kıbrıs'ın fethi için ısrarlı olduğu ve buraya

kendisini kral ya da vali tayin ettirmek istediği söylenmekle birlikte onun bu düşüncesi gerçekleşmemişti. Ancak Kıbrıs fethedilmişti.
Yasef Nassi'nin yanı sıra Valide Nurbanu'nun döneminde Yahudi Kira Kadınlar'da Osmanlı Sarayı'nda etkili olmaya başlamışlardı. Osmanlı Sarayı'na intisap eden bu Yahudi kadınlara Kira Kadın veya Kiraca denmekteydi. Bu kadınlar Harem

dairesi içerisinde sıkışıp kalmış ve dış dünya ile bağlantı kuramayan Osmanlı Saray kadınlarının bir nevi dışarısı ile bağlantı kurma aracı rolünü üstlenmişlerdi. Bu Yahudi kadınlar Harem'deki kadınlara dışarıdan değerli eşyalar (mücevher, süs eşyaları) veya mallar getirip satmış ve Harem'den aldığı değerli şeyleri de dışarıda satmak sureti ile

değerlendirmişti. Bu görevinin yanı sıra Yahudi Kira Kadınlar gizli ve tıbbi bazı bilgileri Harem'deki kadınlara bildirmekteydi. Bu bilgiler arasında (Harem'deki kadınların Sultan'ın gözdesi olabilmek için çatıştığı bir ortamda) büyü ve sihir bilgileri ön plana çıkıyordu. Buna örnek verilecek olursa; III. Murat'ı kendisine bağlamak isteyen ve diğer kadınlardan uzak

durmasını sağlamayı amaçlayan Safiye Sultan, bu tür bilgilere oldukça sık başvurmuştu. Bu şekilde Saray kadınlarının güvenlerini sağlamayı başaran Yahudi Kira Kadınlar, zamanla daha önemli görevlere gelebilme imkânına kavuşmuşlardı. Sarayda önemli bir yer teşkil etmeye başlayan bu kadınlar, saraydan menfaati olanlar için bir başvuru merkezi haline gelmiş ve saray

ile bu kişiler arasında aracılık rolünü üstlenmişlerdi. Bu kadınlar arasında en önemlisi Nurbanu Sultan'ın ilgi ve güvenini kazanabilmiş Ester Handali (Ester Kira) adında bir Yahudi kadın idi. Ester Handali (Eser Kira), ilk olarak III. Murat'ın saltanatının başlangıcından itibaren kendini göstermiştir. Bu görüşü; 1574-1575 yıllarında kiVenedik elçilerinin Haseki

Safiye ve Valide Nurbanu Sultan ile bunların kâhyası olan Yahudi Kira Kadın (Ester Kira) ve Doktor Salomon Nathan Eşkanazi'nin yardımlarını gördüklerini bildirmeleri desteklemektedir. Yine Venedik elçilerinin bilgilerine göre Ester Kira, Valide Nurbanu Sultan'a sık sık değerli eşyalar götürerek, Nurbanu Valide'nin güvenini kazanmış, onun sırdaşı ve en önemli yardımcısı

haline gelmişti. Böylece Valide Nurbanu Sultan halefleri için yeni paradigmalar oluştururken onlara yardımcı ve dışarıdaki rüşvet ellerinden biri olabilecek Yahudi kadın geleneğini de başlatmış oluyordu.

Onur Gülbay
Onur Gülbay

M.Ö. 3 bin yıl ortalarında Mezopotomya'da hüküm süren Akad Kralı 1. Sargon, sarayının altına bir tuvalet inşa ederek tuvaletin mimari bir yapı olarak ortaya çıkmasında öncü olmuştur.

Melek Dosay Gökdoğan
Melek Dosay Gökdoğan

Fatih, askeri ve siyasi alandaki üstün yeteneklerinin yanı sıra, zamanındaki taassuptan sıyrılacak kadar da açık fikirliydi. Bunun en güzel örneği, İtalyan ressamı Bellini'ye resmini yaptırması ve sarayının duvarlarını fresklerle süsletmesidir. Şeriatça yasaklanmış olmasına rağmen, Fatih'in böyle bir girişimde bulunmaya cesaret edebilmiş olması zihniyeti hakkında

önemli bir ipucu vermektedir.

Fatih Tetik
Fatih Tetik

... Meşrutiyet sarayının (Dolmabahçe Sarayı) tenhalığının en önemli sebeplerden biri sadece ihsan ve itibara ulaşmanın yolunun artık Babıali ve Harbiye Nezareti'nden geçmesi değildi. Daha önemlisi artık Padişah'la yan yana görünmekten duyulan endişenin varlığı da bu yalnızlıkta etkili olmuştu. Eskiden olduğunun aksine Sultan'la birlikte görünmek mükafata değil,

mücazata yani cezalandırma, sürgün ve politik mevki kaybına yol açabiliyordu ...

Jean Chardin
Jean Chardin

IV. Mehmed'in tahta cülus ettigi donemde -ki kendisi şu an Türklerin imparatorudur ve 1648'de yedi yaşındayken imparatorluğun başına geldiğind - devlet, kendi arzulalarına göre resmi görevleri yerine getiren kadınlar ve harem ağaları tarafından yönetilmekteydi. Türkler Osmanli sarayının hiç bu kadar bozulmadiğini ve bu denli tuhaf bir davranis bozukluğunda bulunmadığını

kabul ediyorlar. Neredeyse her ay bir sadrazam atanıyordu ve birkaç gün görevini icra ettikten sonra bu sadrazam görevden alınıyordu . Çoğu zaman bu kişi hayatını kaybediyordu. Sadrazam atandığında zengin ailelerin onu ziyaret edip kendisine hediyelerde bulunması Türkiye'de adettir. Özellikle de büyükelçiler bu adeti yerine getirmekte meşhur gibidirler. O dönemde Babiáli'de

Fransa büyükelçisi olan de la Haye, o zamanlar süreklilik arz eden bu sadrazam değişikliklerini görünce padişahın gerekli yaşa gelinceye kadar işlerin böyle devam edeceğini ve bu nedenden dolayı da neredeyse her ay ve bazen daha sık değişen sadrazamlara yapacağı ziyaretlerin ve verdiği hediyelerin boşuna olacağını düşünmüş. Bunun üzerine ziyaret etmeden ve hediye

göndermeden bu sadrazam değişikliklerini sakin sakin izlemeye koyulmuş. Az bir süre sonra Köprülü Mehmed Paşa imparatorluğun mührünü almış yani sadrazam olarak atanmıştı . Büyükelçi bunun şansının ddiğerleri gibi yaver gitmeyeceğini ve bunun sadrazamlik döneminin de kisa olacağını düşünmüş; falkat yanılmış ve olaylar bambaşka bir şekilde cereyan ederek,

sadrazam vefat edene kadar(1662) görevini sürdürmüş.

Görevine başladığında herkes, Fransiz büyükelçisi hariç butün yabancı vekiller, sadrazamı ziyaret etmiş ve takdir olunduğu üzere hediyelerini kendisine takdim etmişler. Büyükelçiye birkaç kez bu görevini yerine getirmesi söylenmiş ve hatta ısrar bile edilmiş. Fakat topluluk adına bir hediyeyi israf

etmeme arzusu bunu yapmasına mani olmuş . Nihayet Köprülünün birçok büyük şahsiyetin yıkıntısı üzerine iyice yerleştiği ve görülüşe göre bir süre daha sadrazamlik yapacağı anlaşıldığında büyükelçi kendisini ziyaret etmiş hediyesini takdim etmiştir . Bu kez gerçekten beyhude bir ziyaret ve bir hediye olmuş: çünkü bu önemli karşılaşmada kendisire

gösterdiği özensizliğe ve saygısızlığa alınan vezir ondan ve hatta bütün Franz topluluğundan öcünü alma planları yapmış.. On iki yıl süre kendi sadrazamlığı ve hatta yerine geçen oğlunun sadrazamlığı sırasında Fransa ile Türkiye arasındaki kötü iletişimin kökeni ve kaynağı bu olaydır.