Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Yaratmak zevkinden, hayatın bizzati bir hikmet olduğu hakikatinden dem vurdu ,fakat çürük .
Ne yaratacaksın ? Yaratmak , yoktan var etmektir.
En akillimizin kafası bile bizde. Evelkilerin depo ettigi bir suru bilgi ve tecrübenin ambari olmaktan ileri geçemez .
Yaratmak dedigimiz sey ise mevcut malları seklini değiştirerek piyasaya sürmekten ibaret .
Bu gülünç

iş ise insani nasil tatmin eder.

Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

"Ne yaratacaksın? Yaratmak yoktan var etmektir. En akıllımızın kafası bile bizden evvelkilerin depo ettiği bir sürü bilgi ve tecrübenin ambarı olmaktan ileri geçemez. Yaratmak istediğimiz şey de bu mevcut malların şeklini değiştirerek piyasaya sürmekten ibaret... "

Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

En akıllımızın kafası bile bizden evvelkilerin depo ettiği bir sürü bilgi ve tecrübenin ambarı olmaktan ileri geçemez. Yaratmak istediğimiz şey de bu mevcut malları şeklini değiştirerek piyasaya sürmekten ibaret.

Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Yaratmak zevkinden, hayatın bizatihi bir hikmet olduğu hakikatinden dem vurdu, fakat çürük. Ne yaratacaksın? Yaratmak yoktan var etmektir. En akıllımızın kafası bile bizden evvelkilerin depo ettiği bir sürü bilgi ve tecrübenin ambarı olmaktan ileri geçemez. Yaratmak istediğimiz şey de bu mevcut malları şeklini değiştirerek piyasaya sürmekten ibaret.

Kırağı Şiir Dergisi
Kırağı Şiir Dergisi

Ünlü bir şair öldüğünde, yayınlanmamış, yarım kalmış şiirlerini arar buluruz. Büyük bir iş yapmış gibi okurlara sunarız. Acaba doğru mudur? Böyle davranmakla şairin mahremiyetine el
uzatmış olmuyor muyuz? Ama özellikle akademik çalışmalar için çok önemli o ürünler ortaya çıkarılmasın mı? Kaybolsun mu? Bunu da istemiyor insan! En iyisi tercihi şöyle

yapmalı: Şairin olgunlaşmış kişiliğine aykırı olanları bulduğumuz yerde bırakalım, çünkü şaire uymuyorlar. Şair tarafından reddedilmiş veya onun şahsiyetinden izler taşımayan şiirleri "onundur" diyerek piyasaya sürmeye hakkımız yoktur. Bazı şairler Necip Fazıl gibi tedbirli davranır: "Mal sahibi bensem; bunları
istemediğim, tanımadığım ve çöplüğe

attığım bilinsin.."

James Bridle
James Bridle

İlaç keşfinin altın çağı olan 1950'lerden beri, ilaç araştırma ve piyasaya sürmeyi düzenleyen mevzuatların sayısı —haklı olarak- artmıştır. Geçmişte yürütülen klinik araştırmalar doğru düzgün test edilmeden piyasaya sürülen ilaçların getirdiği korkunç yan etkilerle ve büyük felaketlerle birlikte anılır genellikle. Bu durumun en iyi —daha doğrusu en

kötü- örneği, 1950'lerde anksiyete ve bulantı tedavisi için piyasaya sürülen, ama daha sonra gebelikteki sabah bulantısını gidermek için kullanan annelerin bebekleri üzerinde korkunç sonuçlar doğurduğu kanıtlanan #halidomide'dir. Sonrasında, ilaç mevzuatı testleri daha sıkı hale getiren —ama sonuçları da ciddi ölçüde iyileştirem şekilde yeniden düzenlendi. 1962

tarihli ABD İlaç Etkinliği Düzenlemesi yeni ilaçlara hem güvenli olduklarını, hem de vaat ettikleri şeyi gerçekten yaptıklarını kanıtlama zorunluluğu getirdi — bu daha önce yasal bir zorunluluk değildi. Eroom Yasası'nı tersine çevirmek için daha riskli ilaçlara dönülmesini çok çok azımız uygun bulacaktır; özellikle de, 1980'lerde AIDS ilaçları için söz konusu

olduğu gibi, gerektiğinde istisnalar yapılabiliyorsa.

James Bridle
James Bridle

Çocukları sömürüye açık hale getiren şey çocuk olmaları değil güçsüz olmalarıdır. Serbest piyasaya dayalı, doymak bilmeyen kontrolsüz kapitalizmin en beter yönlerinin kodlandığı YouTube algoritmaları gibi otomatik ödül sistemleri, kârlarını koruyabilmek için sömürüye gerek duyarlar. Tüm sistemi çökertmeden denetim kurmak mümkün değildir. Sömürü kurduğumuz

sistemlerin içine kodlanmıştır; bu da onu görmeyi, hakkında düşünüp açıklama getirmeyi, ona karşı koymayı ve kendimizi ona karşı savunmayı güçleştirir.

En rahatsız edici yanı, bu sömürünün bilimkurgu hikâyelerindeki gibi fabrikaların robot işgücüyle dolduğu ve bu robotlara yapay zekânın amirlik ettiği belirsiz bir gelecekte değil de, bire bir aynı

işlemleme mekanizmaları tarafından körüklenen ve oyun odasında, oturma odasında, evde ve cepte gerçekleşen bir sömürü olmasıdır. Bu denklemin iki tarafında da olan insanlara oluyor: Denklemin bir tarafında bu videoları izleyip uyuşanlar, dehşete kapılanlar var; diger tarafında da düşük ücretlerle hatta ücretsiz çalışarak, sömürülerek, istismar edilerek bunları

üretenler. Aralarınaysa, iki taraftan da kâr eden ve büyük ölçüde otomatikleşmiş şirketler çörekleniyor.

Nerede üretilirse üretilsin, nasıl ve hangi açık niyetlerle yapılırsa yapılsın; bu videolar kâr amacıyla çocuklara gösterilmek üzere tasarlanmış bir sistemden doğmuştur. Bunun bilinçsizce üretilen, ortaya çıkan sonuçlarıysa her yerdedir.

Oğuzcan Kınıkoğlu
Oğuzcan Kınıkoğlu

Buna benzer bir başka örnek ise Thalidomide'dir. Hayvanlar üzerinde hiçbir yan etki göstermemişken, piyasaya sürüldükten sonra ilacı kullanan hamile kadınların bebekleri kolsuz ve bacaksız doğmuştur. Günümüzde deney savunucuları Thalidomide'in gebe hayvanlar üzerinde denenmemiş olmasından ötürü bu istenmeyen sonuçların ortaya çıktığını savunmaktadırlar. Ancak

yapılan çalışmalar Thalidomide'in bebeğe zarar veren moleküllerinin metabolizma hızlarının fareler, tavşanlar ve insanlarda çok farklı olduğunu göstermiştir. Bu demek oluyor ki Thalidomide gebe hayvanlar üzerinde de denenseydi ilaç yine piyasaya çıkardı. Bugün gebelerde kullanımı sakıncalı bulunan ilaçların aslında büyük çoğunluğu, insanlar tarafından

kullanılmaya başlandıktan sonra gösterdiği yan etkiler yüzünden teratojen olarak kabul edilmiştir; hayvan deneylerinden direkt elde edilen bilgiye göre değil.

Murat Zurnacı
Murat Zurnacı

"Küçük büyük,zengin yoksul,özgür köle,herkesin sağ eline ya da alnına bir işaret vurduruyordu. Öyle ki bu işareti yani canavarın adını ya da adını simgeleyen sayıyı taşımayan ne bir şey satınalabilsin ne de satabilsin. Bu konu bilgelik gerektirir. Anlayabilen canavarı ait sayıyı hesaplasın. Çünkü bu sayı insanı simgeler. Sayısı 666'dır"
(Vahiy-13)

Burada canavarın adını simgeleyen sayıyı hesaplamak ve bu sayı ile yani canavarın işareti ile insanların damgalanmasından bahsedilmektedir. Roma döneminde köleler askerler damgalanırlarmış. Bir tanrıya olan bağlılıklarını belli etmek için o tanrı ile ilgili dövmeler yaptırırlarmış.Tevrat-Hezekiel-9:4-6'da insanların işaretlemelerinden bahsedilir.Burada da canavar ve

Mesih karşıtı olan ismin sayı değerinin 666 olacağı işaret edilmektedir. İbranice Yunanca ve Arapça harflerin her birine karşılık gelen bir sayı değeri vardır. Böylece bir ismin harflerinin sayı değerleri toplanarak o ismin toplam sayı işareti bulunmuş olur.
İlk canavar Babil'di ve dolayısıyla ilk Deccal'de Babil Kralı Nebukadnessar olmalıdır. Yunan dilinde

Nebukadnessar isminin sayı değeri 666'dır.
İkinci en ünlü anti Hristiyan Roma İmparatoru Neron'dur ve Neron Sezar isminin İbranice karşılığı 666'dır.
Son 2000 yıl boyunca canavarın sayısı olan 666 rakamını çözmeye çalışan çok sayıda yorum piyasaya sunulmuştur.
"Vahiy Yorumu" kitabının yazarı Carlos Madrigal de 6 rakamı ile ilgili olarak şunu yazar: "

6 şeytanın isyanına uymuş olan insanın yaratıcıya ulaşmak ve kendini kendi yaratıcısı olarak ilan etmek için sarfettiği bütün boş çabaları simgeler. 6 asla 7 olamayan sayıdır! Bununla birlikte okuduğumuz şekilde belirtildiği gibi şeytan-insan işbirliğinin son başkaldırısının simgesi olan 666 aynı zamanda bir kişinin ismini simgeliyor.