Büyünün tesiri azaldıkça parçalar yavaş yavaş netleşir ve kaybolanın geri dönüşü her zaman daha sarsıcıdır.
Mesele yazmak değil eksik parçaları saklandıkları yerden çıkarmak, yapbozun parçalarını bir araya getirebilmek. Bu kayıp parçalar haberim olmadan yavaş yavaş benden çalınmış, onlarla beraber çocukluğumun karmaşık ilişkileri , bütün o belirsiz yüzler bir yerlere çekilmiş, görünmez olmuşlar
2008 küresel mali krizinin ardından yaşanan gelişmeler büyük bankalardaki ayrışmanın boyutunu açığa vurdu. Bir alay uzmanlaşmış grup büyük resme baktıklarında görebildikleri minicik parçalar için ideal riski alırken felakete götüren bütünü oluşturdular. Krize getirilen tepkininde uzmanlaşmanın önayak olduğu baş döndürücü boyutta bir inat ve kararlılıkta
ortaya konması işleri daha da kötüye götürdü. 2009 da başlatılan bir program ödemelerinde sıkıntı çeken ama bir miktar ödeme yapabilen ev sahiplerinin ipotek taksitlerini düşürmeye teşvik etti. Hoş bir fikir ama bakın uygulamada nasıl sonuçlar ortaya koydu. Bankanın borçlar üzerine uzmanlaşan bir birimi ev sahiplerinin taksit tutarlarını azaltıp vadeyi artırdı.
Aynı bankanın ipotekli mallar üzerine uzmanlaşan başka bir birimi ise ev sahibinin ipotekli evinin taksit tutarlarında azalmayı fark ederek , ev sahibinin taksitlerinin tamamına değil bir kısmının ödediğine kanaat getirdi ve eve haciz yolladı. Daha sonra bir hükümet danışmanı ''Kimse bankalar içerisinde böyle bölümler olabileceğini düşünmüyordu'' diye konuştu. Her bir
birey en akılcı eylem planı uyguladığında bile aşırı uzmanlaşma el birliğiyle bir trajediye yol açar.
“Kilisenin kapısındaki bir yazıda ‘İsa hepimizin içinde’ diye yazıyordu. Soda da ölülerin ruhlarından kalanları soluduğumuzu söylemişti. Herhalde o yüzden annemden kalan parçalar evin içinde ve küllerini saçtığımız nehirde hala vardı, tıpkı Lizzie ve benim içimde olduğu gibi. Belki ruhlar tıpkı mikrodalgada ısıttığımız donmuş bezelyelerin suyu gibi
buharlaşıyor, havada su damlacıklarına dönüşüp her tarafı kaplıyorlardı.”
"Kafamın içinde gemiler kalkıyor. Siren sesleri var. Dalga sesleri. Fazla yoğun, fazla karmaşık... Gemi, karanlığın içine yol alıyor. Peşinde ve önünde yalnızlık hakim. Gökyüzü gözükmüyor. Sis var. Sis, sanki tüm varlığın üzerine çökmüş. Rüzgarı bekliyorum fakat yok. Dağılsın istiyorum tüm belirsizlik, bilinmezlik...
Kendimi parçalara ayrılmış
hissediyorum. Her biri bir yana dağılmış. Toparlayamıyorum. Her bir parçamı hissediyorum ama hiçbirini alıp yerine koyamıyorum. Benliğim dağılmış. Orada benden eser yok. Sadece parçalar var. Ve gemi, uzaklaşıyor... "
Filozofların çoğu, metafiziğin faydasız ve vadesini doldurmuş olduğu görüşündedir. En az bir o kadarı ise, zihni ve onun evrendeki yerini anlamak için yapılması gereken en iyi şeyin sırtımızı felsefeye tümüyle dönmek olduğu sonucuna ulaşmışlardır. Bu filozoflar zihin felsefesinin, bilişsel bilim olarak adlandırılagelen şeyin bir bileşeni olduğu veya olması
gerektiği düşüncesini savunurlar. Bilişsel bilim; psikoloji, nörobilim, bilgisayar bilimleri, dilbilim ve antropolojiden parçalar içerir.
Atölyeye vardığımda akşam oldu. Dolapta bulduğum yeşil bir elmayı ısırdım. Oturup masamın başına, ak kağıda, karşılıklı aynaların çoğaldığı patika yolda yürüyen bir adam çizdim. Yolun sonunda ki bir kadın da adı geçmiş zaman aynası olan, kırılmış bu aynanın büyük parçalarını, dağılmış puzzle parçaları gibi birleştirmeye çalışıyordu. Adam,
parçalar birleşince kaybettiği yolunu bulacak gibiydi. Aynalar Geçidi adını verdiğim çalışmamda, adamın da kadının da artık aynı kişi olmadığını biliyordum.
Şah Hatai- Şah İsmail Safevi
Türkiye'de «Hatay» kelimesi, Hatay vilâyetinin Türkiye'ye ilhakından sonra, yani üç sene evvelisine kadar bilinmediği ve kullanılmadığı gibi, bu sözün şümul ve mânası dahi yanlış anlaşılır ve (hata) şeklinde tefsir ediliyordu. Bu kelimenin büyük bir Türk kabilesinin adı olduğunu kimse bilmezdi. Bugün de yine (Hatay) sözünün
yalnız Türkiye'de bir vilâyet adı olduğu ve Hataylı denince yalnız orada yaşayan Türkler kastedildiği, başka yerlerde dahi bu adda bir Türk zümresinin varlığından haberi olanlar azdır. Türkiye Fransa arasında dört, beş sene evvel Hatay meselesi alevlendiği sıralarda bir Fransız gazetesi muharriri Antakya'daki Türklere şu suali sormuştu: «... Siz Hataylılar, eski
yurdunuz olan İran'daki Azerbaycan ülkesine - Tebriz bölgesine dönmek istemez misiniz?» Bu sual Hataylılardan büyük bir kısmının Azerbaycan'da yerleşmiş olduğunu ve Avrupalıların bunu bizden daha iyi bildiğini gösteren bir delildir. Bunun bizce bilinmemesi ne kadar hazindir... «Hata» değil, (Hatay), (Hitay) veyahut (Kıtay) şeklinde kullanılması gereken bu kelime büyük
bir Öztürk boyunun adıdır, ki bu Türk boyunun önemli bir bölüğü İran Azerbaycan'ında yaşamaktadır. Tebriz şehrinin kâmilen Türk olan 300 bin nüfusunun 40 bine yakın bir kısmı Hataylıdır. Bunların mahalle adı (Hataylı mahallesi), göçe (sokak), hamam, mescit ve hattâ asırlık çınar ağacının adı bile (Hataylı çınar) dır. Hataylıların bir kolu da Erdebil
şehri ve civar köylerinde yerleşmiştir. Bunun gibi Azeri Türk şairlerinden büyük Fuzulî’nin de mensup bulunduğu (Bay At) Türk kabilesinin bir kısmı Arabistanda Irakta Kerkük civarında, bir kolu İranda Sultanâbâd şehri ve çivarında, bir bölüğü de Kafkasya Azerbaycan'ının Gökçay kazası Berküşad nahiyesinde yerleşmiş bulunuyor. Bu yayılmanın bazı yanlış
tefsirlere yol açmasından olacaktır ki Fuzulî’yi Profesör Rıza Şefak «İran Edebiyat Tarihi» adlı eserinde İran şairi olarak göstermektedir. İşte adını yukarıda kaydettiğimiz Şah Hataî, Şah İsmail, Safevinin babası dahi bugünkü İranın Erdebil şehri çevresinde yerleşen Hataylı bir Türk Beyinin neslinden türediği için kendine ecdadından yadigâr kalan bu Türk
adını bir şeref ve övünç lâkabı ol rak almıştır. Bu şair, Çaldıran muharebesinde Yavuz 'Saltan Selim tarafından mağlûp edilen meşhur Şah İsmail Safevi’dir ki (Şah Hataî) lâkabile Azeri-Türk edebiyatında mühim bir mevki işgal etmektedir. Mufassal İran edebiyat tarihini yazan İngiliz âlimi Eduard Braun, Şah İsmail’e dair mezkûr eserde 50 sahifelik bir yer
ayırmasına rağmen Şah Hataî’nin edebî yazıları hakkında malûmat vermemektedir. Ona ait yazılarında sırf dinî, siyasî, içtimai, felsefi malûmat neşretmektedir, iki Türk sultanı olan ve çarpışan orduları dahi münhasıran Türklerden ibaret olan Yavuz Sultan Selimle Şah İsmail arasında vuku bulan Çaldıran savaşından önce teati edilen mektup, nota ve ültimatomlar
tafstlâtı ile izah edildikten sonra, Braun şöyle diyor: «... Yavuz Sultan Selim mektuplarında kendisini efsanevi İran şahlarına benzetir, Şah İsmaili ise, «Türk Efrasyab» diye tahkir etmek istiyordu... Şah Hatai’nin orduları Mosulu, Şamlı, Rumlu ve ilh.. gibi Türk kabilelerinden mürekkepti. Savaş alanında onlar daima Türkçe. - Kurban olduğum, sadaka olduğum, mürşidim,
pirim.. gibi cümleler kullanırlardı. Hattâ; Şah İsmail'in payitahtını Isfahana naklettikten ve vefatından da 'yüz yıl geçtikten sonra yine Türk dili Safevîler sarayında en mühim dil sayılırdı..» (İran Edebiyat Tarihi, Profesör Eduard Braun, Tahran, 1316 Şemsî). Şah Hataî, 1478 milâdide Erdebilde doğmuş, 16 yaşlarında Tebrizde saltanatını ilân etmiş, 1523
tarihinde de vefat etmiş. Büyük Fuzulî’den sonra başlıbaşına bir şiir mektebi tesis eden kuvvetli bir şairdir. El yazma divanı Erdebildeki makberesindedir. Hece ve aruz vezninde tasavvufî şiirleri pek kuvvetlidir. Aşağıdaki parçalar onundur;
«Gel gönül, gel hoş görelim bu demi»
«Bu da böyle kalmayı bir gün ola»
«Kişi çekmek gerek gussayi gami»
«Haktan gelir, her ne gelse bir kula»
«Biz de biliyoruz dostu kardaşı»
«Bulamadım bir kara gün yoldaşı»
«Dost geçinip yüze gülen kallaşı» (gelleşi)
«Bahasıdır, satmak gerek bir pula..»
«Hataî, dünyanın ötesi fâni»
«Bizden evvel bunda gelenler hani?»
«Sanma dâim şâd yürüye düşmanı»
«Bir gün ola nöbet ona da
gele..»
GAZEL
«... Görüp kûyünde didarın rakibi, çekme gam hergiz
«Meseldir günderenler ağlamaz gülşende harından.
«Geçüp her masivadan talibi didâr olan âşık
«Elin çekmek gerek ey dil, cihanın cümle varından
«Hayali yâr ile kani olup meyli visal etme
«Şikâyet eylemez sadık olanlar ruzigârından.
«Hataî ölmeğe
can vermeyip meydanı aşk içre
«Yezid olsun, dönerse Mürtazanın Zülfikarından.»
RACİ
Adı: Mirza Ebulhasan. Tebrizlidir. Hicrî 1293 de Mekkeden dünerken denizde boğulmuştur. 250 sahifelik taş basması olan divanının 3/4 türkçedir.. Kaside, gazel, hiciv ve mersiyelerden ibarettir. Aşağıdaki parçalar onundur.
GAZEL
Menim bü âlem içre bir karâ gözlü nigârım var.
Gece gündüz firakında ne sabr-ü ne kararım var.
Ederler,
derdi bilmezler, beni teklif gülzâre
Yüzün yâdile bilmezler bir âlem Nevbaharım var.
Mene sen cevı- kıl daim; men eylim sabr ey zâlim!
Senin çoktur eger zûrun, menim de birce Tanrım var,
Dedi (Râcî) : bu mihnetten, çık ey can kurtulum gamden
Dedi: aheste; sabreyle, menim bir intizârım var..
GAZEL
Ne aşk olaydı, ne âşık, ne
hüsnü dilber olaydı
Ne âyine, ne safa, ey gönül ne cevher olaydı..
Ne zülf olaydı, ne âriz, ne hâl olaydı, ne hat,
Ne mişk olaydı, ne hunâb-i dideyi ter olaydı.
Ne hicr olaydı,nıe feryad, ne figan, ne bu ne o
Rümûz âşk ne dillerde ezber olaydı..
Mezâk Râci ne şirin olaydı, ne bile telh,
Ne hicr remz-i helahil, ne vesl-i şekker
olaydı..
Adları ve şiirleri yukarıda yazılan şairlerden başka Tebriz şehrinde ve civarındaki asıl Türk kanlı halk arasından sayısız değerli şairler yetişmiştir. Bunlardan bir kısmının adlarını aşağıya yazıyoruz: Revnek, Remzi baba, Zikri, Şakir. Bezmî, Bahar, Bekaî, ülfet, İştiyak Esrar, İrşad, Çelebi bey, Naci, Razî, Zahid, Mazlum, Şaik, Şahid,
Şemsî Sadık, Safi, Muhlis, Mest Tebrizî, Müznib Tebrizî, Muztarr, Mevvac, Mahcur, Müebbed vs. vs.. Bu Türk şairlerinin eserleri Şehinşah Pehlevi'nin emriyle toplattırılıp imha edilmiştir, ki oradaki Türklerin varlığını tekzibe imkân hasıl olsun Fakat, Türk güneşini söndürmek «şehnameciler» e nasib olmayacaktır. SAN’AN AZER