Güçlü yazı özlüdür. Nasıl ki bir çizimin gereksiz çizgileri ve bir makinenin gereksiz parçaları olmaması gerekiyorsa; bir cümlenin de gereksiz sözcükleri, bir paragrafın da gereksiz cümleleri olmamalıdır. Bu, yazarın bütün cümleleri kısa yapmasını ya da ayrıntılardan uzak durup konuları yalnızca ana hatlarıyla ele almasını gerektirmez.
Bazı kalplerin sessizliğinin sebebi,söyleyecek bir şeylerinin olmaması değil, söz hakkı verilmemesiydi kendilerine.
“Çocukların sesini dinlersek oyunsuz okul olmaması gerektiğini hemen anlarız.”
Herkesin hayatını kendi istediği gibi kurması gerektiğini ve beraberliklerin kişisel özgürlüklere engel olmaması gerektiğini düşünür aşk. Diğeri bencilcedir çünkü.
İslam düşüncesine kaynaklık eden soyut mutlak algısı yani saf tevhid, İslami akla epistemolojik imkânlar olarak geri dönmekte ve İslami akıl bu sayede varlık âlemine dair soru sorabilme ve cevap elde edebilme imkânına kavuşmaktadır. Bu da varlık âlemine yönelik olarak İslami aklın önünde ontolojik anlamda hiçbir sınır ve engelin olmadığı anlamına gelmektedir. Oysa
mutlağın somut olarak algılandığı kültürlerde bunun tam tersi bir durum yaşanmış ve sınırlı olarak tasavvur edilen mutlak, akli soru ve cevapların yerini almıştır. Mutlağın ötesi olamayacağından akıl bu sınırlara çarptığında etkinlik alanı sona ermiştir. Akıl ancak bu ilişki soyut lehine genişledikçe hareket etme alanı bulmuş ve bu oranda ortaya felsefe ve
bilim koyabilmiştir. Bu soyut mutlak algısının ontolojik sonucu ise mukayyet olanla mutlak olan arasında herhangi bir çatışma alanının yaşanmaması olmuştur. Çünkü İslam düşüncesine kaynaklık eden mutlak tamamen soyut ve mukayyet varlıklar da somut olduklarından bunlar arasında herhangi bir ontolojik çatışma yaşanmamaktadır. Böylece İslam medeniyetinin felsefi ufkunu
oluşturan soyut mutlak algısı mukayyet varlıkların ontolojik var olma zeminiyle birlikte bunların açıklanabilmesinin epistemolojik imkânlarını oluşturmaktadır. Başka bir deyişle İslam düşüncesinde mutlakla mukayyet olanın iç içe geçtiği bir ontolojik çakışma yaşanmadığından mutlak algısı metafizik bir ilke haline gelerek epistemolojik bir açıklama işlevi
görebilmektedir. Yani mezkür ontolojik çakışmanın olmaması İslam düşüncesine mutlağı metafizik bir ilke haline getirerek bütün epistemolojiyi bunun üzerine kurabilme imkânı sunmaktadır. Dolayısıyla İslam düşüncesi açısından mutlağın ontolojik olarak soyut olması gerçek anlamda bir epistemoloji yapabilmeyi sağlayan bir imkân olarak ortaya çıkmaktadır. Çünkü
ontolojik olarak soyut olan bu mutlak, hiçbir akli soru ve cevabın yerini almayarak ortaya gerçek anlamda bir epistemoloji çıkmasının yani bilgi üretilmesinin yolunu açmaktadır. Bu sayede Müslümanların inandığı mutlak, mümkün varlıkların ontolojik var olma zeminini oluşturarak mutlağın soyut olması onlara varlık alanına çıkma şansı vermektedir, aksi takdirde
varlıkları mutlak tarafından ortadan kaldırılacağından aslında hiç var olmayabileceklerdi ve bunlar hakkında soru sorarak makul bir cevap beklemenin ontolojik zemini haline gelmektedir. İslam düşüncesindeki anlamıyla mutlağın, hiçbir felsefi soru ve cevabın yerini almamasının yani hiçbir sorunun cevabı olmamasının anlamı da işte budur.
Dünyanın en yoksul insanlarının birçoğu, arazinin ve malın mülkün sahibinin kim olduğunu doğru olarak ortaya koyması için güvenilir bir kayıt tutma sistemi olmaması nedeniyle kolayca evlerinden ve arazilerinden atılabilecekleri şartlarda yaşıyor.