Murat K. Murat
Murat K. Murat

Göçmüşler, kadim bir sözü fısıldarlar. Denilir ki mana bu söze saklanmış. Söz yaratılmasa mana olmazmış. Söylendiği vakit manaya can verir, mana olmayınca âlem ölürmüş. Bu sebepledir ki söz, söylemeyecek olana emanet edilmiş. Ola ki söyleyip de âlemi öldürmesin.

Bedreddin el-Ayni
Bedreddin el-Ayni

Ehl-i Sünnetin Görüşü ve Delilleri

1- “Allah'a imân edin” şeklinde bize yöneltilen hitap Arapçadır. Araplar imân kelimesinden sadece tasdik manasını anlarlar. İmânın tasdik manasından başka bir manaya nakledildiğine dair herhangi bir bilgi sabit değildir. Zira sabit olsaydı tevatür yoluyla mutlaka bize ulaşır, meşhur bir mana olarak bilinmesi zorunlu olurdu.

Çünkü imân kelimesi Müslümanların dillerinde en çok kullanılan kelimelerdendir. Tasdik dışında farklı bir anlam bize nakledilmediğine göre imân kelimesinin asıl manası olan tasdik manasının devam etmekte olduğunu anlıyoruz.

2- Bir çok âyet, imânın yerinin kalp olduğuna delalet etmektedir. “Allah onların kalplerine imânı yazmıştır. "MÜCADELE,22,

“Ağızlarıyla imân edip kalpleri iman etmeyenler...,"MAİDE 41 âyetlerinde olduğu gibi. Savaşta 'Lâ ilâhe illallah' diyen birini niçin öldürdüğünü beyân sadedinde inandığından değil de ölüm korkusundan dolayı bu kelimeyi söylediğini belirten Üsâme'ye Hz. Peygamber (sallallâhu aleyhi ve sellem)'in “Kalbini mi yardın?” diye sorması da bu manaya delalet etmektedir.

Seyfüddîn El-Âmidî
Seyfüddîn El-Âmidî

MÜFRED (TEKİL) : Tek bir manâya delâlet eden lafızdır ki, bu lafzın parçalarından herhangi biri o manânın bir parçasına delâlet etmez. İnsan, at vb. gibi. (Mantık terimi)

 Ali Muhtar Tiftik
 Ali Muhtar Tiftik

İnanmak bir kelimeye yüklenen manaya inanmakla başlar. O kelime, o mana o kişiye bir haber, bir bilgi olarak gelmiştir.

Dursun Çiçek
Dursun Çiçek

Bugün insanı beşeri gözün gördüğüyle sınırlayan, onu et ve kemik olarak gören bir zihniyet, dağı da taş, kaya ve toprak olarak görür. Zahiri hakikatiyle bilmez ki batını idrak edebilsin... Ruhunu bilmeyen bir insanın dağı bilmesini bekleyemezsiniz. Özünü anlamaktan aciz hatta onu inkara memur bir insan neyi anlayabilir ki? Nasıl ki bir veli bir peygamberin kokusunu

taşırsa, önceki velilerin ruhunu yansıtırsa, Erciyes'e baktığınızda Tur dağındaki nuru, Hira'yı içinde saklayan nuru, Sevr'i, Uhudu, Arafat'ı göremiyorsanız aidiyet duygunuzla ve
mana boyutunuzla ilgili bir sorununuz var demektir.

Erciyes'te bir Nur göremiyorsanız, Erciyes'i bir Hira, bir Sevr, bir Uhud yapamıyorsanız, Erciyes'te olamıyor ve bekleyemiyorsanız

bir kopuş ve bozuluş hâlindesiniz demektir. Diğer deyişle ne hayata dair bir kaygınız ne de öte dünyaya dair bir çileniz var demektir. Öyleyse her dağ gibi Erciyes de bir Medine tasavvurudur... Bir hicret bilincidir... Bir hayat ve medeniyet sancısıdır... Bir bakış bir görüş, bir okuyuştur...

Oysa modern tasavvurda dağ bir düşman, bir soğukluk, bir uzaklık,

bir bedavet, bir ilkellik
ve bir vahşettir!!! Kuşatılması gereken, boyun eğdirilmesi zorunlu, ehlileştirilmesi elzem bir mekândır... Dağ sadece taş ve kaya... Gerçi taş ve kayanın işaretini, sembolünü bilen için taş
ve kaya da derinlik taşır. Lakin suret manaya “galip" modern dönemde. Geçici kalıcı olana "üstün"!..

Selma Yel
Selma Yel

Türkiye için Sevr ne manaya geliyorsa, Almanya için de Wersailles Anlaşması aynı hükümdedir.

Radva Aşur
Radva Aşur

Bazen değerini tek bir manaya indirgemenin zor olduğu eşyaları saklarız.

İbrahim Bayram
İbrahim Bayram

Mustafa Sabri, “Darwin nazariyesi Kur’ân’a aykıri değildir" şeklinde dile getirilen iddiaları Mevkıfu’l-beşer tahte sultâni’l-kader adlı eserinde değerlendirmiştir. Ona göre iddia sahibi, Nisâ süresinin başındaki, “Ey insanlar, sizi bir tek candan yaratan Rabbinizden korkunuz” (en-Nisâ 4/1) âyetindeki“tek can" ifadesinden, Hz. Adem’in kastedilmediğini

savunmaktadır. Halbuki âyetin devamında yer alan, “ve ondan da eşini yaratan ve o ikisinden de birçok erkekler ve kadınlar üretip yayan...” (en-Nisâ 4/ l) şeklindeki ifadeler, burada “nefs-i vâhide”den (tek candan) muradın, “Hz. Adem olduğunu” açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Burada “Allah bizi bir maymundan yarattı, sonra da ondan eşini yaratıp ardından pek

çok erkek ve kadını üretip yaydı” gibi bir mânaya ise hiçbir ihtimal yoktur. Evrim teorisinden hareketle insanın maymundan türediği şeklindeki düşünce ile “nefs-i vâhide” kim olursa olsun türlerin bir nefisten yaratılması düşüncesi asla uzlaştırılamaz. Türleri tek bir şahsa bağlamayı kabul etmediği için bu nazariye, insan türünün, âyetteki “nefs-i

vâhide” şeklinde ifade edilen tek bir şahsa bağlanmasını da asla kabul etmez.277

Mustafa Sabri’ye göre bu iddia neticesinde, eğer âyetteki “nefs-i vâhide”den kasıt Hz. Adem ise, onların bu âyetten hareketle savundukları iddianın aksi bir durum ortaya çıkmış olur. Şayet kasıt bir maymun ise, bu da evrim teorisine uymayan bir durum oluşturur. Her iki halde

de iddia sahibi haksızdır. Öte yandan bu nazariyeyi, ne Hz. Adem’in “beşerin babası” olduğu şeklindeki tüm dinlerin kabulü olan bir anlayış ile, ne de Kur’ân’daki “Ey Ademoğulları" şeklinde geçen hitâb ile uzlaştırmak mümkündür. Ayrıca Hz. Adem’in bir anne-baba olmaksızın topraktan yaratıldığını, meleklerin ona secde etmekle emrolunduğunu ve Hz.

İsa'nın durumunun Hz. Adem gibi olduğunu ifade eden âyetler de, secde edilenin ve bu şekilde yaratılanın maymun değil Hz. Adem olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.278

Kur’ân’da geçen bu ifadeler, söz konusu nazariyenin Kur’ân’a ters düştüğünü gösterdiği gibi, onun sübüt ihtimâlini de çürütür. Bundan sonra, “şayet bu nazariye gerçekten

doğrulanacak olursa, Kur’ân’da buna mâni bir şey yoktur” demek anlamsızdır. Hıristiyan din adamları dahi, bu nazariyyenin doğru olma ihtimalini katî bir şekilde nefyedip Tevrât’a aykırı olduğundan hareketle bunu kabul edenleri küfre nisbet ederlerken, Kur’ân’a muhalefeti Tevrât’a muhalefetinden (büyük ihtimalle) daha fazla olan bu nazariyenin, bazı son dönem

İslâm âlimleri tarafından bu kesinlikte nefyedilmemesi üzüntü vericidir. Mustafa Sabri’ye göre sanki bu âlimler Hıristiyan âlimlerinin Tevrât’a güvendiği kadar

Kur an a güvenmemektedirler. Yine ona göre bazı Islâm âlimlerinin Batılı bilginlere Kur’ân’ı şirin göstermek ve Kur’ân âyetlerini onlara öğretmek adına bu nazariyyenin Kur’ân ile

uzlaşabileceğine yönelik görüşlerini Darwin bilecek olsa, o zât Kur’ân’a sempati duymak yerine onların akıllarına ve kendi kutsal kitaplarına olan inançlarına herhalde şaşırır. Kur’ân bu nazariyyenin sübüt ihtimalini nefyettiğine göre, bir Islâm âliminin kalkıp da bunun gerçekleşme ihtimaline inanması yakışık almamaktadır. Kelimeleri anlamlarından

saptırmak, en azından onları düşünülmesi uzak mânalara hamlederek bu nazariyyenin Kur’ân’a ters düşmediği izlenimini vermek asla doğru bir tavır değildir.279

Muhammed Sıddık Hekim
Muhammed Sıddık Hekim

Allahü Zülcelâl ile kulları arasında aracı olamaz dediğimiz zaman hâşâ Rasulleri inkâr etmiş oluruz. Aslında bu lâf, birçoklarının ağzında dolaşıyor. Ne manaya geldiğini düşünmeden, hiç dikkat etmeden bunu telâffuz ediyorlar. Evet şunu kabul etmek zorundayız ki, günümüzde tarikat adı altında tarikatla yakından uzaktan alâkası olmayan şeyleri tarikat diye ileri

sürüp, bu adı kullanarak bu âli ve nezih yolu kendi çıkar ve menfaatleri için kullanan bir takım menfaatperest insanlar vardır.

Max Gladstone
Max Gladstone

Dili mânâya dönüştüren şiir bile... Zamanla şiir de katılaşır, tipkı ağaçlar gibi. Esnek, kamçı gibi, yumuşak ve taze olan zamanla sertleşir, zırh oluşturur.