Jean-Louis Michon
Jean-Louis Michon

" Karşılaştırmalı dinler ” alanına ilgi duymuş olan kişilerden birçoğu mitler, dogmalar ve farklı dinleri karakterize eden ritüeller arasında ortak bir paydanın, tüm kutsal yolların onları takip edenleri sevk etme amacı taşıdıkları merkezî bir noktadan hâsıl olan derin bir yakınlığın var olduğunu keşfetmiş olacaklardır.

Aynı kişiler ayrıca İslâm

çerçevesi içinde tasavvufun bu derûnî boyutunu, ilâhî huzur diyarına ulaşmaya can atanlara açılmış olan yolu fark edeceklerdir.

"Hakîkat arayışı”nda olan birçok çağdaş düşünürün -ki elinizdeki antolojiye katkıda bulunanlardan tamamı o kategoriye aittir- tasavvufu yalnızca İslâm'ın kalbi olarak idrâk etmelerinin sebebi budur.


(bu

idrâkin spesifik atıfları diğerleri yanında Geoffroy, Lings, Macnab, Nasr, ŞâhKâzımî ve Schuon tarafından yazılan makalelerde bulunabilir).

Jean-Louis Michon

Ekim 2005 / Ramazan 1426

Jonathan Clements
Jonathan Clements

O dönemde Japonların kaleme aldığı haber yazılarında ve makalelerde görülen ciddi bir ve hamasi "Çin sorunu" analizleri, söylem bakımından mesela İngilizlerin Hindistan ve Afrika için dile getirdiklerine çok benziyordu. Her iki durumda da yetersiz ve beceriksiz olduğu varsayılan yerli halkların kendini yönetemeyeceğini, dolayısıyla yönetilmeleri gerektiğini öne süren

yabancı bir güç vardı ortada.

Gaia Dergi
Gaia Dergi

17 yaşındayken babasının uygun gördüğü kişiyle, Abdülhamit’in yaverlerinden Kolağası Mehmet Faik Bey ile evlendirildi. Bu evlilik ile Fatma Aliye’nin hayatında birçok değişim gerçekleşti, en önemlisi de yazı yazmasının yasaklanmasıydı. Zira yazı yazmaya ancak 10 yıllık bir aradan sonra devam edebilecekti. Fakat yasaklanan sadece yazması değil, okumasıydı da aynı

zamanda. Öyle ki Faik Paşa, Fatma Aliye’nin elinde ilk defa roman gördüğünde itiraz edip “iffetli” bir kadının bunları okuyamayacağını söylemiş, kitaplarını yırtıp atmıştı. Dönemin zihniyeti gereği bir kadının, babasından sonra kocasına itaat etmesi beklendiği için rollerini kabullenmiş bir kadın olan Fatma Aliye, yazmayı bıraktığı gibi kitaplarını da

raflara kaldırdı.Fatma Aliye’nin yazmaya yeniden başlaması, görev için uzun süre evden uzaklaşan Faik Bey’in dönüşüyle oldu. George Ohnet’nin Volonté romanı ikisinin de hoşuna gitmişti. Çeviri aşkıyla yanan Fatma Aliye, Faik Bey’den gelen izinle tercüme etmeye başladı. “Meram” adıyla basılan çeviride Fatma Aliye, içinde yaşadığı ataerkil toplumun

baskıcılığı nedeniyle kendi ismini
kullanamamış, “Bir Hanım” imzasıyla edebiyat dünyasına giriş yapmıştır. Kadının adının
geçmesi dâhi o dönem için kabul edilemeyecek,
inanılamayacak bir şeydi. Zira sonradan bir makalesinde adını açıkladığında onun yazdığına inanılmamış, ağabeyinin ya da babasının yazdığı düşünülmüştü.

Yazdıklarının bir kadının kaleminden çıktığına inanılınca da sert eleştirilere maruz kalmıştı.
Meram sonrası yazı serüveni devam eden Aliye Hanım’ın bu çalışması yoğun ilgi görünce yazdığı makalelerde Mütercime-i Meram takma adını kullandı.

Hakan Reyhan
Hakan Reyhan

MOLLANUR VAHİDOV’UN TERCÜME-İ HÂLİ

Mollanur Vahidov’un tercüme-i halini tam olarak yazıp çıkarmaya şimdilik pek imkan yoktur. Bunun için gerekli olan malzemeyi hemen bulup, toplayıp tamamlamak mümkün değil, vakit de müsait değildir. Burada biz hayat hikayesi adı altında onun yaptığı işlerden en mühimlerini saymakla yetinmeye mecburuz. Elbette onun hayatını

bütün açıklığıyla gözler önüne serecek bir tercüme-i hali yayınlayacak vakit de gelecektir. Mollanur Vahidov Perm vilayetinin Kungur (Güngör) şehrinde 1885 yılında dünyaya geldi. O zamanlar babası Mollacan ufak-tefek şeylerin ticaretiyle uğraşıyor ve o şekilde yaşıyorlardı. Mollanur sekiz yaşma kadar Kungur ilçesinin Kazı köyünde annesinin değirmeninde kaldı.

Dokuz yaşındayken onu Kungur merkezine getirip şehir okuluna verdiler. Bu okulda iki yıl okudu. Babası Mollacan Vahi­dov’un ticari işlerinin kötüye gitmesinden dolayı ailecek Kazan’a göçtüler. Babası orada çay tüccarı Kobkin Koznit- sofun hizmetine girdi. Bu arada, babası, fakirliklerine aldırmadan, Mollanur’u Riyalni Oçilişça adındaki okula verdi. Yoldaş Mollanur

1907 yılında bu okulu birincilikle bitirip Petersburg’daki Teknik Enstitü’ye girdi. Bu enstitüye girişinin dördüncü yılında siyasi suçtan dolayı onu okuldan çıkardılar. O zamanlar devlet okullarından kovulan öğrenciler ve solculuğu yüzünden okuldan dışlanan profesörler için yegane ilim yurdu kendisini solcu olarak tanımlayan, o yoldaki faaliyetleriyle ünlü olan

Psiko-Nöroloji Enstitüsü’ydü,
enstitüyü herkes öyle bilirdi. Epey zorluklar, güçlükler çektikten sonra Mollanur da bu enstitünün iktisadi ilimler bölümüne girmeye muvaffak oldu. Ancak onun devrimci tabiatı buraya da sığmadı. Ona burada da siyasi suç isnat edildi. Bu yüzden Mollanur, başka okullara giriş hakkından da mahrum edilerek, buradan da kovulup

çıkarıldı. Bundan sonra Kazan’a geri döndü. Bir süre öğretmenlik yaparak geçindi. Daha sonra Yol İdaresi’nde çalışmaya başladı.Mollanur’un siyasi çalışmaları Riyalni Oçilişça’da bulunduğu dönemde başladı. Vahidov, o zamandan beri Sosyal Demokrat Parti’ye katılıp onlarla birlikte gizli faaliyetlerde bulunmaktaydı. Petersburg’da bu çalışmaları daha da

yoğun­laştırdığından Hükümet onu okuldan okula kovdu. En sonunda okula girme hakkını tamamıyla elinden aldılar. Çünkü Vahi­dov, Hükümet için çok tehlikeli olmaya başlamıştı, bu yüzden onu öğrencilerin arasından ayırmak gerekiyordu. Mollanur’un Petersburg’daki çalışması hakkında Aynilhayat Namina yoldaş yazacaktı, maalesef Kazan’da olmadığından

sözünü yerine getiremedi. Bu yüzden Vahidov’un çok önemli bir dönemi kapalı kalmış oldu. Kazan’a tekrar geri dönüp Yol İdaresi’nde çalışmaya başladıktan ve işçiler ile köylüler arasına katıldıktan sonra gizli siyasi çalışmalarını daha da sıklaştırdı, güçlendirdi. Bir yandan propagandayla uğraşırken diğer yandan devrim yolunda halkı örgütleme

çabası içerisine girdi.Şubat devrimine kadar olan çalışması hakkında bu kadar bilginin dışında şimdilik başka bir bilgimiz bulunmamaktadır. Şubat devriminden sonra resmi düzeydeki çalışmaları çeşitli makalelerde biraz bahsedilmektedir. Burada sadece isimlen sayılacaktır.1. Şubat devriminin oluşumu sırasında o, Şehid Ahmediyef, Koliyev, Şefıullin, Emine Muhiddinova

ve başka birçok devrimciyle bir araya gelerek Kazan’da Müslüman Sosyalistler Komitesi’ni kurdu. Komite’nin tüzüğünü Parti’ye tasdik ettirip Kazan’m fabrikalarında ve bazı kenar şehirlerinde şubelerini açtılar. Komite’nin başkanı Mollanur’du. Çalışmaların çoğunu o yapar, arkadaşlarını motive eder, moral verirdi. Bu görevini sürdürürken önce Millet

Meclisi’ne sonra da Oçridilka’ya seçildi.2. Petersburg’da Galimcan İbrahimov ve Şerif Manatov ile birlikte Müslüman Komiserliği’ni kurdu. Mollanur, Komiser­liğin Başkanı-Başkomiseri; teorik ve pratik önderi oldu.3. O dönemdeki 1.Müslüman Alayı ’nın Komutanı Yusuf İbrahimov, Komiserliğe bağlı Askeri Şube açıp, ayrı Müslü­man Askeri Fıkraları kurmaya

başlamıştı. Yusuf İbrahimov, Halk Komiserleri şurası tarafından Türkistan Cumhuriyeti’nin kurulması işine gönderildiği için Askeri Şube’nin başına Mollanur geçti. Daha sonra bu şube “Merkezi Müslüman Harbi Heyeti” adıyla ayn bir cemiyete dönüştürüldü. Vahidov bu örgütün de başına geçti. Onun başkanlığında askeri birliklerin toparlanması ve

düzeltilmesi işine devam edildi. Bu amaçla Tatar-Başkurt taburu kuruldu. Bu tabur, Ubeydullin komuta­sında Çeklere karşı savaşıp büyük hizmetler verdi.4. Çekoslavak haydutları Ufa ve Samarra’yı alıp Kazan’a yaklaşmaya başladığında Mollanur Yoldaş başında olduğu Tabur’da kalan savaşçıları ve Askeri Komisyon’un bütün hizmetçilerini alarak Çeklere karşı

müdafaaya yardım etmek için Kazan’a gitti. Bu müdafaaya katılanların birçoğu çok zorlu şartlar altında kurtulsalar da o, 9 Ağustos’ta yakalanıp 19 Ağustos gecesi saat 02:00’de burjuvazi militanları tarafından şehit edildi. Yakalanışı hakkında ayrıca malumat vereceğim.

Geza Vermes
Geza Vermes

1950'lerde Kumran Tarikatının dini görüşü üzerine yazılan ilk makalelerde ciddi bir hata yapılıyordu; Parşömenlerin, Kumran Tarikatına özgün bir dini ifade ettiğini düşünen araştırmacı­lar, bu yazıtları Musevilik inancından bağımsız bir başlık altında değerlendiriyorlardı. Bugün, elli senelik araştırma ve bilgi topla­ma sürecinden sonra, cemaat teolojisini,

eski Museviliğin öğreti­sel uyarlaması biçiminde değerlendirebiliyoruz.
Ancak inançların ve geleneklerin sistematik incelemesi, gele­neksel anlamda Yahudi kültürünün parçası olmadığından, bu ge­lişmeleri takip etmekte zorluklar yaşıyoruz.