Dünyayı tanımlama becerimiz elimizdeki araçların bir ürünüdür. Hepimiz aynı dünyaya bakıyoruz, ama bambaşka şeyler görüyoruz, Üstelik bu etkiyi pekiştiren bir sistem, İnsanlara dalma İstediklerini veren otomatik bir popülizm inşa etmiş bulunuyoruz.
Herhangi bir sosyal medya platformunda oturum açıp aşılarla ilgili bilgi atarsanız, karşınıza çıkacak ilk
şey aşı karşıtı görüşler olacaktır. Bu enformasyon kaynaklarına bir kez maruz kaldıktan sonra, diğer komplo teorilerinin (kimyasal izler, düz dünyacılar, 11 Eylül teorileri) etkisi daha da güçlenir. Bu görüşler hızla çoğunluğun görüşleri gibi görünmeye başlar: Konu her ne olursa olsun, sonsuz sayıda destekleyici görüşün yankısı sarar ortalığı. Dünya
hakkında daha çok şey bilme arzumuz, muhtemel her soruya kendi çözümden yoksun yanıtlarını vermeyi sürdüren bir sisteme tosladığında ne olur peki?
Eğer görüşlerinize çevrimiçi destek arıyorsanız, bulacağınızdan emin olabilirsiniz. Hatta sürekli bir onaylama akışıyla besleneceksiniz: Giderek daha fazla enformasyona muhatap olacak, giderek daha radikal ve
daha kutuplaştırıcı enformasyonla karşılaşacaksınız.
Aum Şinrikyo'nun liderliğini yapan Şoko Asahara, Budist ve Hristiyan geleneklerinde mahşer gününe dair ortaya atılan kehanetleri uçuk kaçık komplo teorileriyle harmanlayıp, bütün bunları bilimkurgusal kıyamet tahminleriyle birleştiren iri yarı, gözleri neredeyse görmeyen bir adamdı. 13 kişinin ölümüne, 50 kişinin ağır yaralanmasına sebep olan saldırının amacı
hükümeti devirmek, ne olduğu tam belli olmayan "ahir zamanı" başlatmak ve tarikat liderinin Japonya'nın diktatörü yapmaktı.
Propaganda ve komplo teorileri aslında kardeştir. Propagandayı hegemonlar yapar, komplo teorilerini ise onların yemlediği enayiler sürdürür. Propagandayı sorgulayan bazı bilim insanları ise hegemonlar tarafından komplo teorisyenleri olarak damgalanır.
Abdülhamid Han, yaptıkları ve yapamadıklarıyla, hataları ile sevaplarıyla Türk tarihinde önemli bir yere sahip kişiler arasındadır. Osmanlı sultanlarının otuz dördüncüsü olan bu müstesna şahsiyetin dünyaya geldiği zaman şöyle göz önünde bulundurulunca, hem Osmanlı Devleti hem de Türk Dünyasının geri kalanı tam bir buhran ve keşmekeş içerisindeydi... İçeriden
ve dışarıdan kendisine karşı pek çok suikast ve komplo tezgâhlandıysa da, tam 33 sene Osmanlı Devleti'ni, hem de çok kötü şartlar içerisinde, gayet mükemmel yönetti. Meşrutiyet ortamlarında meclise giren gayr-i Türk ve gayr-i Müslimlerin bütün uğraşmalarını boşa çıkararak, vatan topraklarının zahmetsizce elden gitmesini uzun müddet engelledi. Bu yüzden özellikle
Yahudiler ve Ermeniler kendisine yönelik bir karalama kampanyası başlatmışlar ve buna bağlı olarak ne yazık ki, Türk milletinin tarih kitaplarında, gerçekler bilinip bilinmeden "Kızıl Sultan" lakabıyla anılmışsa da; bugün Sultan Abdülhamid yüce Türk milletinin nazarında hak ettiği onurlu mevkiyi almıştır.
Dünya her zaman belirsiz bir yer insanoğlu için. Başımıza nerede ne zaman bir şey geleceğini bilemeden yaşarız. Ne var ki korona günleri bu belirsizliği dikkat alanımıza çekti ve her gün 'belirsiz bir sabaha' uyanıp kayıp haberleriyle akşamı eder olduk. Ölümlü oluşumuzun dayanılmaz ağırlığı yüklenip duruyor omzumuzda.
Kaygı senaryoları, komplo teorileri,
kayıpların yası, hastaların tedavisi, sağlık hizmetlerinin akışı, dünyanın salgınla mücadelesi derken ağır haberlerle geçiriyoruz zamanı.
Korona günleri yalnızca bireysel değil toplumsal bir travma ve küresel boyutta bir tehdit aslında. Ama acıyı da, kaygıyı da, yası da, korkuyu da, umudu da tek başımıza deneyimliyoruz günün sonunda.
Karamsar düşünen kişiler, çoğunlukla komplo teorileri içinde kaybolur.
Bu nedenle ya saldırgan davranışlar ya da içedönük bir yaşam tarzı sergilerler.
İskender’in hayatı bize, birden sınırsız güç elde eden ve yüzbinlerce insanı kontrolsüz yönetme şansını yakalayan insanın karakterinin nasıl değiştiğini gösteriyor. Şüpheci ve zalim olma, insanları hor görme ve komplo korkusu ancak ve ancak daha önce hiçbir insanın sahip olmadığı güce ulaştıktan sonra başlamıştı. Dalkavukluk ve herkesin kendisine tapmasının
etkisiyle onun iyi huyları bile dejenere olmuş; hırsa, kibre, cesarete, çılgınlığa, gurura ve magalomaniye dönüşmüştü.
Üstatları ve erginlenmişleriyle bu komplo ve gizli cemiyet alemi, kozmik tarihsel değişim açıklamalarına duyulan açlık karşısında kendinden geçen yayıncıların bu alemden faydalanışları, ltalyan felsefeci ve filolog Umberto Eco'nun muazzam hicvine de konu olmuştur. Foucault Sarkacı'nda (1988) üç yayınevi editörü, Belbo, Diotallevi ve Casaubon, prensip yoksunu
patronları Signor Garamond tarafından bir gizli ilimler dizisi hazırlamakla görevlendirilir. Marksist ideolojinin modası geçmiştir; Garamond, bir inanç öbeğinin yerini bir diğerinin almasından kaynaklanan bir boşluk tespit eder piyasada. "Bir altın madeni bu. Bu insanların her şeyi yuttuklarını anladım, yeter ki sizin dediğiniz gibi 'hermetik' olsun, yeter ki okul kitaplarında
okuduklarının tam tersini söylesin. Hem bunun kültürel bir görev olduğuna da inanıyorum. Doğuştan iyiliksever değilim ben, ama şu karanlık günlerde birine bir inanç sunmak, doğaüstüyle ilgili bir ışık tutmak ... " Hem tapım meraklılarını hem bilim çevrelerini içerecek dev bir okur kitlesi görür Garamond: "Haydi, şimdi iş başına beyler. Kitaplıklara gidin,
kaynakçalar derleyin, kataloglar isteyin."
Malzeme devşirmeye koyulan editörler, bir yandan da kendi "gizli dünya tarihi" değişkelerini kurmaya başlarlar; bu hayali tarihin merkezinde -onların deyişiyle- "Plan" yer almaktadır. Tapınakçılar hakkında bir tez yazmış olan Casaubon'un teşvikiyle, Tapınakçıları sırrının kuşaklar, ülkeler aşılarak bugüne
ulaştırıldıgı fikrini işleyip inceltirler. Güzel Philippe de sırrı elde etmek istemiştir haliyle, zira insanlık tarihindeki bilinmez gücün anahtarıdır bu sır ...
Ne ki editörler komplo teorilerinin baştan çıkarıcılığını hafife alıp kendilerini bu işe iyice kaptırırlar: "Sanırım, öyle bir an gelir ki, inanıyormuş gibi yapmaya alışmakla, gerçekten
inanmaya alışmak arasında bir ayrım kalmaz," der Casaubon. Ayrıca ciddi ciddi Tapınakçıların sırrı aracılığıyla evrenin anahtarına ulaşmaya çalışanların kararlığını da hafife alırlar - "Plan"ın mutlaka var olmasını isteyen, bu derin psikolojik ihtiyacı karşılamak-için her şeyi yapabilecek kimselerdir bunlar. "Gerçekten bir Plan varsa, başarısızlığa
uğramak söz konusu değildir. Yenik düşmüş olabilirsiniz, ama sizin suçunuz değildir bu. Bir Kozmik isteme boyun eğmek utanılacak bir şey değildir. Korkak değil, kurbansınızdır."
Tapınak söylenleri gayet kalıcı olmuş, gerçek Tapınakçıların modern çağdaki imgesine, tarikatın 1119-1314 arası belgeli tarihinin katkısı kadar büyük bir katkıda
bulunmuştur. Gnostisizm gibi bu söylenlerin de uzun ömürlülüğü esneklikleriyle ilgilidir belki; zira bunlar, hem komplocu tarih kuramlarının muhafazakar ve radikal taraftarlarınca, hem ortaçağ nostaljisine gömülmüş romantiklerce, hem sözde-dini ritüellere ve teatralliğe düşkünlüklerini açıklamak için renkli bir tarih arayan farmasonlarca, hem de kolay kandırılabilen
kimselerin sırtından kazanç sağlamaya bakan şarlatanlarca kullanılmıştır. Bir akşam Casaubon Tapınakçıların hikayesini anlattığında, dinleyicileri arasından bir kız ne kadar etkilendiğini dile getirir. "Çok hoştu," dedi Dolores, "tıpkı bir film gibi." Belbo ise bu kadar kolay etkilenmez. Kafaların çekildiği bir gecenin sonunda, birisinin deli olduğunu nasıl
anladığı sorusuna tereddütsüz cevap verir: "Onun için her şey her şeyi kanıtlar. Delinin bir saplantısı vardır, bunu doğrulamak için her şeyden yararlanır. Kanıtlamakta hiçbir sınır tanımayışından, esin pırıltılarından yararlanmasından tanırsınız deliyi. Size garip gelecek, ama bir deli eninde sonunda Tapınakçıları atar ortaya."