Brent Adkins
Brent Adkins

Ölüm ile kaygı arasındaki bağıntı hususunda, bu noktada hükme bağlanabilecek nihai şey, ölümün gayri-ilişkisel olmasıdır. Ölümde Dasein'ın başka bir Dasein tarafından temsil edilemeyeceğini anladığımızda, ölümün gayri-ilişkisel niteliğini kavrarız. Ölüm, Dasein için, son derece bireyselleştiricidir. Donanımlarla ya da başkalarıyla kurulabilecek hiçbir

bağıntı, Dasein'ın kendi ölümüyle yüz yüze gelmesini engelleyemez. Tıpkı endişe ile birlikte meydana bireyselleşme gibi, bunun da bir tür aşkınsal egoya indirgeme işlemi olmadığını kaydetmek önemlidir. Daha çok, Dasein için uygun olan sona erme biçimi olarak ölümün başkaları namına temsil edilip deneyimlenebilecek bir şey olmadığının kabul edilmesidir. Şayet

ölüm asli bir olanaksa, ki Heidegger'in iddiası budur, o zaman Heidegger'in fenomenolojik yöntemine göre, dolaylı yoldan bile olsa, kendini konuşma ve eylemenin aşina olunan görünümleri suretinde ortaya koymalıdır. Heidegger, ölümün kamusal jargonda nasıl tezahür ettiğini göstermek için, ölüme dair sıkça dile getiren şeyleri analiz eder. Onlar genellikle şöyle derler:

Herkes ölür, fakat hemen şimdi değil. İlk başta, öyle görünüyor ki herkesin öldüğü yolundaki bu kabul, Dasein'ın varoluşu acısından asli olan ölmenin kabul edilmesidir. Bu ifadeyi daha ayrıntılı biçimde irdelediğimiz zaman, durumun böyle olmadığını görürüz. İfadenin ilk kısmını, herkes ölür, alalım. Heidegger için bu, ölümü geçiştirmenin bir biçimidir.

Onlar herkes ölür derken, akıllarında tam olarak kim vardır? Ben değilim; sen değilsin. Onlar da değil. Görünen o ki aslına bakılırsa ölen hep bir başkasıdır.

Selda Keser
Selda Keser

Kaybetmek... Hiç beklemediğin bir anda en sevdiğin insanları kaydetmek dünyanın en ağır acısıydı.

Güray Alpar
Güray Alpar

Müslüman İspanya' da öğrenim görmeye giden Hristiyanlar dönerken, yüzlerce yıl Arap bilim adamlarınca muhafaza edilmiş, Aristo'nun mantık risalelerini de beraberlerinde getirdiler ve bunları Hristiyanların entelektüel yaşamını geliştirmekte kullandılar. İslam dini bilimi ve ilerlemeyi teşvik edi­ yordu. Bu nedenle Müslümanlar Aristo başta olmak üzere bilimsel eserleri

kendi dillerine çevirmiş, astronomi, optik, hekimliğin bütün kollarına el atmış ve bu bilimleri birtakım yeni buluşlarla zenginleştirmişlerdi. Eğer Müslüman­ların bu çabaları olmasaydı ve onlar tarafından korunup "Batı Dünyası"na aktarılmasaydı, bilimde günümüzün ilerlemelerini kaydetmek asla mümkün olamayacaktı.

Charlie Gere
Charlie Gere

Bilgisayarlar ancak 50'lerin sonlarında görsel veya müzik yapabilmeye başladılar, o zamanlar da müzik ve görsellik çalışmaları sanattan ziyade teknolojik ilerleme kaydetmek amacıyla yapılmıştı.

Karim Lahham
Karim Lahham

Gözlemden önce olgunun tanımlanmasına ilişkin bir dizi resmi soru bulunur. Gözlem kavramıyla ilgili bir diğer sorun, insan bilimleriyle ilgili gerçekleri kaydetmek için kullanılan dilin dikkate alınmasından kaynaklanan bir sorundur. Söylemeye gerek yok, niceliksel olmayan dil kullanımının öznellikle eşanlamlı olduğu görüşü hala yaygın bir yanılgıdır. Bu seçimler,

nihayetinde metafizik bir girdi gerektirir. Heidegger bir zamanlar oldukça açık bir şekilde, modernitenin değerlerinin, insanın Tanrı'nın iki geleneksel niteliğine, yani her şeyi bilme ve her şeye kadir olma iddiası olarak nitelendirilebileceğini savundu.

Birincisi, ilke olarak hiçbir şeyin pozitivist bilimin sınırları dışında olmadığını savunan modern

kültürün bilimciliği tarafından yansıtılır. İkincisi ise kültürün teknik

boyutudur.

İslami sosyal düzen, bu tanımlamanın zıt uçlarında durmaktadır. Toplumun çok katmanlı boyutu, vahyin amaçlarında ve bir yaşanan gerçeklik olarak Peygamber figüründe teleolojik olarak damgalanmıştır. Bu yörünge; pratik olarak, her alanın, kendisine emanet

edilen sosyal organizasyonla kendi özel düzeyinde başa çıkma yetkisine sahip olduğu anlamına gelen yetki ikamesi ilkesine" da anmaktadır.

Frank H. Brooksbank
Frank H. Brooksbank

Fazlasıyla hürmet gören bir diğer tanrı da Thoth'tu. Kutsal zekayı temsil ediyordu, bu sayede bilgelik ve ilim tanrısı olmuştu.
Osiris'in huzurundaki yargı sahnesini işleyen tasvirlerde Thoth, insanın kalbinin tartıldığı kantarın yanında dikilmekte, elindeki tablet ve kamıştan kalemle, verilen yargıyı kaydetmek için beklemektedir. Bu sebeple ona "Katip" dendiği de

oluyordu.
Resimlerde bir kelaynak başıyla resmedilmiş. Kelaynak başının üstünde ise hilal şeklini almış ay da bulunuyor; bu, onun ayrıca zamanı da ölçtüğü anlamına geliyordu.

L. Hilal Akgül
L. Hilal Akgül

Osmanlı Devleti'nin Türkiye Cumhuriyeti'ne güçlü bir sanayileşme özlemi devrettiğini kaydetmek gerekir.Bu özlemin en somut göstergesi sanayi kuruluşlarına bir dizi ayrıcalık tanıyarak onları özendirmeyi ve böylece sanayiyi geliştirmeyi hedefleyen Teşvik-i Sanayi Kanunu'dur.

Georges Didi-Huberman
Georges Didi-Huberman

Kabuğun gövdeye tutunduğu kısım -bir bakıma altderi - için ise Latinler, ilkinin tam olarak öteki yü­züne karşılık gelen ikinci bir kelime icat etti: Yazı malzemesi olmaya cortex'ten daha elverişli kısmı karşılayan liber kelimesini. Böylece doğal olarak adını, hatıralarımızı parça parça kaydetmek için bunca gerekli olan şeylere verdi: Yüzeylerden oluşan,

ağaçlardan elde edilen selülozdan yapılan ve üzerinde kelimeler ile imgelerin buluştuğu şeylere. Düşüncemizden dökülen ve kitap [livre] adını verdi­ğimiz şeylere. Derimizi yüzmemizle [ecorchement] dökülen şeylere, bir araya getirilip düzenlenen imgeler ile metinlerin kabuklarına.

Ferhat Barış
Ferhat Barış

' Başkasının mutsuzluğundan, özgürsüzlüğünden, hakkının gasp edilmesinden mutlu olanlar, hatta bunu kendine amaç edinenler var. Kendi vatandaşına özgürlük veremeyen bir memleketin, Afrika'nın bilmem neresinden Aids mikrobunu Güneydoğu'daki köylüsüne zerk etmeyi başarmasını alkışlamak lazım? Yoksa kendi evladını göz göre göre zehirleyip toprağa yollayan bu nesli

tarihin utanç hanesine kaydetmek mi?'

Ayşe Gülnihal Küken
Ayşe Gülnihal Küken

Çağdaşlarından Nizami-î Aruzî Ömer Hayyam ile ilgili bir anısını şöyle anlatır: ''Ömer Hayyam'a ölümünden yirmi yıl önce (1113) Belh'te rastladım. Ömer Hayyam ve Hoca İmam Muzafferi İsfizarî Belh'te, Köle Tüccarları sokağında oturan Ebu Said Carrah'ın evinde konuk olarak bulunuyordu. Ününü bildiğimden bir sözünü kaydetmek üzere onu bir gölge gibi izledim. Bir

merakım neticesinde onun; 'Mezarım birkaç sene sonra ağaçların üzerime çiçeklerini serptiği bir yerde olacak' dediğini duydum. Onun gibi bir adamın gelişigüzel konuşmadığını bildiğim halde bu konuşma bana saçma ve olanaksız bir şeymiş gibi geldi.
Hayyam'ın ölümünden 4 yıl sonra Nişabur'dan geçtim. Bir bilim adamına duyulması gereken saygıyı duyduğumdan

mezarını ziyarete gittim. Bir rehber beni oraya götürdü. Mezarı bahçe duvarının dibindeydi. Şeftali ve armut ağaçlarının dalları kabrin üzerine uzanmış, çiçeklerini boydan boya üzerine dökmüştü. Kabrin üzerinde sanki çiçeklerden bir halı vardı.''