Jineoloji Dergisi
Jineoloji Dergisi

Fakat devletli sermaye sisteminde kontrolsüz bir nüfus artışı, topluma hiçbir faydası olmayan bir ekonomi anlayışı vardır. Azami kar hırsıyla doğanın tüm kaynakları, toprak, ormanlar, hayvanlar ve su kaynakları sınırsızca tecavüze uğramakta ve talan edilmektedir. Ekolojik uyum bu şekliyle alt üst olmaktadır.

Michael Yates
Michael Yates

Ne var ki biz, sermaye birikiminin önündeki esas tehlikenin ekonomi dışından kaynaklanan beklenmedik olaylardan geldiğini düşünmüyoruz.
Bize göre, sermaye birikiminin ta kendisi, doğal bir şekilde ve hiç şaşmadan, karlılığa ve sermayenin büyümesine uzun erimli ve kolayca başa çıkılamaz engeller getirir. Bunun çeşitli olası yolları vardır. Firmalar işçilerin

yerine makineleri koydukça, üretim gitgide daha fazla ''sermaye yoğun'' hale gelir. Otomasyonun amacı olabildiğince az emekle olabildiğince fazla üretimi mümkün kılmaktır.
Şirketin biri, insan emeğinin yerine makineyi koymanın bir yolunu bularak herhangi bir malın üretim maliyetini azaltırsa, aynı malı üreten öbür şirketler de aynısını yapmak zorundadır, aksi

takdirde piyasada kalamazlar. Ondokuzuncu yüzyıldaki gibi serbest rekabetle karakterize olan bir ekonomide benzer mallar üretip benzer hizmetler sağlayan şirketler ürünlerini olabildiğince fazla kişiye satabilmek için birbiriyle yarışır. Daha
fazla satmak için yapılan bu rekabet fiyatları aşağı çeker. Bunun anlamı, zamanla her birim makine için sömürülecek emek

miktarının azalması ve aynı zamanda fiyatların düşmesidir. Bunun ardından yatırılmış sermaye başına düşen kar oranının da azalması gelir.
Karların düşmesi de sermaye birikimini azaltacaktır, çünkü işverenler kar düşükken belli bir üründen daha fazla üretmek için yatırım yapmaya pek istekli olmayacaktır. Ürünlerin satılmasının zorlaştığı bir

durgunluk sırasında bazı firmalar batacak, bu da fiilen sermayenin bir bölümünün imha olması ve ekonomi toparlandığında ayakta kalmış olan firmaların yeniden yüksek kar oranlarına kavuşmasıyla sonuçlanacaktır.
Bir başka ve bizim asıl vurgulamak istediğimiz olası yol, olgunlaşmış kapitalist ekonomilerdeki iki eğilimin etkileşiminin sonucudur: Üretimin görece az

sayıda şirketin hakimiyetine girme eğilimi ve mal ve hizmet üretiminde yatırım fırsatlarının yetersizleşmesi eğilimi. Birikimin önüne çıkan bu engelin ayrı bir bölüm altında incelenmeye değecek önemde olduğunu düşünüyoruz.

Linda Yueh
Linda Yueh

Smith ve Ricardo etkin bir biçimde çalışma ve ekonomi için mal üretimi yerine ekonomik büyüme adına ticaret fazlasının amaclanmasina ilişkin yanlışlığı ortaya çıkardılar.

Ruhi Ersoy
Ruhi Ersoy

Orta Çağ Avrupa'sında ekonomi ve güç, kilise ile soyluların egemenliğinde iken yavaş yavaş buna karşı ihtiyaç dışında imalat yapan, kâr amaçlı üretim ile ticaret yoluyla sermaye biriktiren ve artık değer üreten bir sınıf ortaya çıkmıştır. Bu zenginleşme ve birikim, o sınıfa tedricen bir özgürlük ve itibar kazandırmıştır. Müteakiben merkantilizmden

kapitalizme, fabrikasyon üretime geçiş sürecine bu kâr payı giderek yükselmiştir. Temelde Rönesans ve Reform hareketini finanse eden, Avrupa'yı bugünkü durumuna getiren hareketlerin arkasında millî burjuvazinin sermeye desteği ve bunların millî kültüre olan katkıları vardır.

Oğuz Gökmen
Oğuz Gökmen

Eğer Türkler taassubun etkisi altında kalıp ekonomi ve sanayi alanındaki yeniliklere sırt çevirmemiş olsalardı, eğer dini tevekkülleri kendilerini uyuşukluk ve tenbelliğe sevketmemiş bulunsa idi,
bugün Dünyada hiçbir şehir, hiçbir liman İstanbul şehri ve limanı kadar geniş bir ticaretin antreposu görevini göremezdi.

Wolfgang Seiffert
Wolfgang Seiffert

Son "hamle"


Boris N. Yeltsin'in Miras ve Vasiyeti

Sovyet sisteminin çöküşü ve yeni Rus anayasasıGorbaçov’dan farklı olarak Yeltsin şimdiye kadar sürege­len Sovyet sistemini14 yalnızca canlandırmak değil, aynı za­manda onu aşmak istiyordu. Gorbaçov’dan farklı olarak yal­nızca “demokratikleşmiş” seçimler değil, özgür, gizli ve eşit

seçimler ve bunun yanında çok partili bir sistem istiyordu. Gorbaçov’dan farklı olarak yalnızca pazar ekonomisi siste­mine yakınlaşmak değil, serbest mülkiyet ve buna dayalı bir pazar ekonomisi istiyordu. Ve bu hedeflerini gerçekleştirdi.Sovyet tipi15 tek partili sistemdeki Komünist Partisi’nin tekel konumu açısından, 1978 anayasasının 6. maddesinde­ki16 bu anayasal

durumun 1990 yılında başarıyla kaldırılması ve 1993 tarihli yeni anayasanın 13. maddesi 3. paragrafıyla birlikte çok partili sistemin anayasal olarak tanınması, özel bir önem taşıyordu.Yeltsin kararlılıkla Komünist Partisi üyelerini kilit görev­lerden uzaklaştırdı ve sonunda da partiyi yasaklayıp mal var­lığına el koymaktan çekinmedi. Ardından Rus Anayasa

Mah­kemesi, Yeltsin’in, sadece parti yönetiminin feshi kararını ve parti mal varlığının bir kısmına el konulmasını onayladı. Bu­na karşılık olarak da temel organizasyonlarla ilgili yasak kal­dırılıyordu. Fakat sonunda, tekrar yapılandırılmış olan Ko­münist Partisi, Rusya Federasyonu anayasasının yasallık tanı­dığı birçok partiden biri oldu.18Fakat Yeltsin,

Komünist Partisi’ni güçten düşürme önlem­lerini alırken hiçbir zaman kendini sınırlandırmadı. Eş za­manlı olarak serbest seçim kurumunu yerleştirdi. Bu kuru­mun tepesinde de kendisi bulunuyordu: Yeltsin 1993 yılında, sözde parlamenter kurumlan feshetmeyi gerekli görse de, ilk iş olarak bütün düzeylerde19 yeni seçimlerin yapılacağını du­yurdu ve yeni anayasa

hakkında seçmenlerin oy kullanmala- nm sağladı.20 Bazı tahminlere ve kuşkulara karşın, 1999 yı­lındaki Parlamento (Duma) seçimlerinde ve 2000 yılındaki başkanlık seçimlerinde ısrar etti. Sonunda bu yolla, halka da­yanan, insan haklarını garanti eden, hukuk devletini, özel mülkiyeti, serbest, gizli, eşit ve doğrudan seçimleri tanıyıp, bunların kurallarının bağımsız

olarak uygulanmasını sağlaya­cak bir anayasayı onaylatma başarısına ulaştı. Buna paralel olarak ve anayasa esasları gereğince, Rus­ya’da, özellikle ekonomi alanında kabul edilen yeni kanun­larla birlikte kıta Avrupa’sı hukuk çerçevesinin bir parçası olan, yeni, bağımsız bir hukuk düzeni oluştu.22 Eğer bu geli­şimi eleştirenler, daha her şeyin ortaya

çıkmadığını23 veya başkanın Rus anayasasındaki güçlü konumunun Parlamento (Duma) ve hükümet lehine zayıflatılması gerektiğini24 söylü­yorlarsa, o zaman onlar, yeni anayasa ve hukuk düzenini ger­çekleştirme sorunlarını bunlann kendisiyle karıştırıyorlar ve genelde anayasanın istikrar sağlayan rolünü, özelde başkanın fonksiyonuymuş gibi algılayarak hata

yapıyorlar. Oysaki Rusya’daki sistem değişikliğinin on yıllık döneminde, yalın/, ca hukuk sistemindeki değişikliğin dönüşüm süreci için en önemli koşulu teşkil etmediği, aksine “hakkaniyet laktö rü”nün de, Rusya’da ulaşılan politik durumdan artık geriye dönüşün mümkün olmamasının en önemli şartını oluşturduğu anlaşılmıştır.25 Bu, anayasanın

bütünü için ve özellikle ser­best seçimlerin ve başkanın anayasal kurumlar haline getiril­mesi için geçerlidir. Bunu her şeyden önce 1999 parlamen­to seçimleri ve 2000 başkanlık seçimleri göstermiştir

Suat Kamil Aksoy
Suat Kamil Aksoy

Değer yasası, üretimin genel yasası olarak kabul edilmelidir. Marksist olup bu kabulü reddedenler, kendilerine artık başka bir sıfat bulmalıdır. Üretimin iç bağıntısı, toplumun emek zamanının değişik üretim dallarına belirli ve zorunlu bir dağılımı olarak açımlanmaktadır. Bir yanlış anlaşılmaya meydan vermemek için, belirli bir tür ihtiyacın tamamen keyfi

nedenlerle iki katına çıkması durumuna bakacağız. Böyle bir durumda, bu ürünlerin üretilmesi için gerekli emek zamanı da iki katına çıkacak ve emek zamanının üretim kolları arasındaki dağılımı değişecektir. Buradan yola çıkarak, emek zamanının üretim kolları arasındaki dağılımının, taleple değişeceği sonucuna varılabilir. Böylece değer bağıntısının

da biraz keyfi olduğu düşünülebilir. Gerçekten de ihtiyaçlar büyük oranda keyfidir. Halbuki, yasa kavramı keyfiyetle bağdaşmaz. Açıklama basittir. Üretimin iç bağıntısı, ihtiyaçların verili olduğu koşullardaki zorunluluğu anlatmaktadır. Zaten her durumda bir yasallığı ayrıştırmak için çok sayıdaki parametre sabit kabul edilmek durumundadır. İhtiyaçlar keyfi

bile olsa, ihtiyaçların ne olduğu ortaya konduktan sonra, emek zamanının dağılımına bakıldığında geriye değer bağıntısı kalır. Zaten ürün başına gerekli emeğin değişmemiş olması, değer bağıntısının korunduğunun göstergesidir. Kısaca yasa kavramına ilişkin bir bilinç bulanıklığına da değinmeliyiz. Bilim hem toplum için hem doğa için yasallıkları

ortaya çıkarmaya çalışır. Bu sayede nesnesini bütünsel olarak anlama imkânı edinir. Yasa insanın öznel iradesinden bağımsız durumları anlatır. İnsan, bunların bilgisine erişebilir. Ama etkileyemez. Eğer etkileyebiliyorsa bahsi geçen şey yasa değildir. Değer yasasıyla ilgili ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla değer yasası, yasa olarak görülmemektedir. Yasanın

etkinliğini artırmak, kırıntılarına varıncaya kadar yok etmek, bir devrim yoluyla geçersiz kılmak, yasanın bir teknik olarak kullanılması, yasanın lanetlenmesi, yasanın planlamanın kontrolüne girmesi, hep insan iradesine bağımlı bir şeyden bahsedildiğini göstermektedir. Bütün bunlar ya yasa kavramının yerli yerine oturtulamaması ya da değer yasası diye bir şeyin

gerçekte var olmadığının gizlenmiş itiraflarıdır. Halbuki, insan yasaları kendi iradesini bunlara uydurmak için arar. Tam burada sözü Stalin’e vermekte yarar var: “Marksizm, -ister doğa yasaları, ister ekonomi politik yasaları olsunlar- bilim yasalarını, insan iradesinden bağımsız olarak etkilerini sürdüren, nesnel süreçlerin yansımaları olarak anlar. Bu yasaları

keşfetmek, tanımak, incelemek, onları eylemlerimizde hesaba katmak, toplumun yararına işletmek mümkündür, ancak bunları değiştirmek ya da yok etmek mümkün değildir. Hele yeni bilimsel yasalar oluşturmak ya da yaratmak tamamen olanaksızdır.”
Elbette Stalin sadece değer yasasına ilişkin olarak böyle konuşmuyor. O ekonomi-politiğin yasalarının nesnel niteliğini,

bunların insan iradesinden bağımsız oluşunu birilerine anlatmaya çalışıyor. Zira karşısında bu bakımdan aşırı uçlarda yer alan sayısız kadro bulunuyor. Günümüzde, yani Stalin’in artık pek önemli olmadığı koşullarda, karşı sözlerin daha baskın olmasında şaşırtıcı bir yan bulunmuyor. Ancak Marx, Engels, Lenin tarafından söylenmiş sözler var. Marksizm

kulvarı içerisinde yer alanlar bahsi geçen yasalar söz konusu olduğunda cepheden karşı durmuyorlar. Yine aynı otoriteler tarafından savunulmuş fikirlere yaslanarak yanılgılarını sürdürmeyi başarıyorlar . Elbette tüm Marksistler tamamen aynı görüş açısı içerisinde yer almıyorlar. Ama onların aralarındaki farklar burada bizi pek ilgilendirmiyor. Biz ortak

yanılsamalarla ilgileniyoruz.

Samuel Segev
Samuel Segev

Emin El Hafız, 1921 yılında Suriye'nin ekonomi başkenti Halep'te dünyaya gelmişti. Fransız mandasının bitiminden sonra 1946 yılında polis eğitim merkezine gönderilmiş, 1948 yılında İsrail'e karşı Golan tepelerinde savaşmıştı. 1958 yılında Birleşik Arap Cumhuriyeti'nin kurulmasını desteklemişti. Ancak Nasır Baas partisini feshetti, Suriye'nin kritik kurumlarını ve

orduyu ele geçirdi. Kurulan Birleşik Arap Cumhuriyeti, El Hafız'ı hayal kırıklığına uğratmıştı.

Nuri Başar
Nuri Başar

Merhum Erbakan Hoca’nın Başbakan olduğu 54. REFAH-YOL Hükümeti döneminde Siyonistler Amerika Dış İşleri Bakanlığında bir araya gelirler. Tarih: 25/01/1997

Türkiye’de ekonomi düzeliyor. Ekonomisi düzelen Türkiye bize itaat etmez. Erbakan, Orta Doğu ve Uzak Doğu’ya iki seyahat yaptı. Oradaki ticaret hacmini genişletti ve bizim pazarlarımızı elimizden aldı,

buna izin veremeyiz. Bir de D-8’leri kuruyorlar. D-8’lerin aktif olarak hayata gelmesi, bizim iki cihan savaşında milyonlarca insanın canı pahasına kurduğumuz ekonomi düzeninin çökmesi demek olur. Buna tahammül edemeyiz.
Bu sıkıntıdan kurtulmak için:
1-Refah Partisi’ni kapatalım.
2-Kapatmak yetmez bölelim.
3-Bölmek yetmez kaynaklarını kurutalım.

Diye üç karar alırlar ve bir ay üç gün sonra o meşhur 28 Şubat krizi patlak verir.

Martin Gilbert
Martin Gilbert

Londra'da bir kışlaya tayin edilirse, haftada bir yahut iki saat ekonomi ya da modern tarih öğrenmek için bir öğretmen tutmayı düşünüyordu: "Bana belli bazı konuları gösterecek ve beni o konularda bir şeyler okumaya yönlendirecek biri lazım. Şimdiye dek alıştığım rastgele kitap okumaları, birbiriyle bağlantısız ve bir araya gelmeyen şeylerden oluşan bir keşmekeşten

başka bir sonuç vermedi."