Bir ulusun doğrudan doğruya yaşamıyla, yükselmesiyle, gerilemesiyle ilgili ve ilişkili olan, ulusun ekonomisidir. Türk tarihi incelendiğinde, tüm yükselme ve gerileme nedeninin bir ekonomi konusundan başka bir şey olmadığı anlaşılır.
Aristoteles'e göre her şeyin bir ereği vardır. İnsanın ereği ise mutlu olmasıdır. Peki, insan nasıl mutlu olabilir sorusunu cevaplarken aynı zamanda Aristoteles en iyisini arar.
Economicus kelimesinin “iyi” aramaya yönelik olan anlamı modem zamanda sadece “faydayı, menfaati” aramaya yönelik olarak dar bir şekilde ekonomi sözcüğü ile karşılanır oldu. Bu
nedenle de homo economicus nötr anlamlar üzerinden ekonomiyi merkeze alan insan manasına gelirken işlenmiş bir kavram olarak ise “faydasını önceleyen insan” manası ile şekillendi.
Homo Economicus bu iki farklı manasından yola çıkılarak geliştirilen teoriler ve modeller temelde sorunlu bir varsayıma da dayanır. Özellikle Hobbes insan ile ilgili kötümser tasviri
bu varsayımı önemli ölçüde şüphe içinde bırakır. Homo economicus'un “faydasını önceleyen insan” manası kötümser, bencil bir insan profili çizmektedir. İnsanın bu faydacı yönünün hem “ampirik” hem de “rasyonel” aklın bir ürünü olduğu ince bir tespit olarak karşımızda durmaktadır. Ayrıca liberal düşünürlerin birey profilini bu eksen üzerinden
düşündükleri ve “iyi bir yaşamın” varlığı için bu profilin deifike edilmesi oldukça önemlidir. “İyi” olanın nasıl elde edileceği bazen Nietzsche gibi filozoflar ve Freud gibi psikanalitik teorisyenler tarafından içgüdüsel yapılarla da ilişkilendirildi.
İslam ekonomi doktrini ve serbest piyasa ekonomilerini destekleyen bütün modern akademisyenler şunda uzlaşıyor gibidirler: Kapitalizmin üzerine inşa edildiği genel ilkeler, Affandi tarafından serbest bir piyasa ekonomisinin büyümesi için önemli olarak resmedilen ilkeler, Kur'an ve sünnet tarafından kabul ve teşvik edilmekte ve desteklenmektedir.
"Harvard İşletme Fakültesi, Londra ve Viyana Ekonomi okulundan önce kurulduğu görülen Hamidiye Ticaret Mekteb-i Âlîsi Osmanlı Devleti'nin ilk Ticaret Mektebi olmakla birlikte zamanımızın ticaret lise ve üniversitelerinin de temelini teşkil etmektedir."
Suriye'de 1960'ların başından itibaren Baas'ın sosyalist ekonomi politikalarının tesiriyle devletin ekonomi üzerinde etkinliğinin fazla olduğu karma ekonomik bir sistem benimsedi. Bankacılık, sigorta ve sanayi gibi önemli sektörler 1960'larda kamulaştırıldı. Özel kesimin etkinlik gösterdiği tarım, perakende ticaret ve belirli hafif sanayiler dışında ekonominin kilit
dallarının çoğu devletin kontrolündedir.
Ulus devletler, sermayenin serbest dolaşımı önünde engel görülüp dağıtılıyorlar. Ekonomi ile yola gelmeyen ulus devletler; siyasetle, bu da işe yaramaz ise askeri güçle bertaraf edilip dönüştürülüyorlar.
Ne var ki Sanayi Devrimi’nin , yaşanıldığı dönemde geçerli klasik liberal ekonomi felsefesi ile hukuki eşitlik ve sözleşme serbestisine dayalı hukuk düzeni önce çalışma, daha sonra da yaşam koşullarının giderek ağırlaşmasına yol açmıştır. Yaşanılan olumsuzluklar, toplumların giderek başka kesimlerine de yansıyarak büyük çalkantıları beraberinde
taşımıştır.
Türkiye’de yapılan ilk tarih kongresine sadece Türk tarihçiler ve profesörler katılmış,
dolayısıyla kongre uluslararası bir niteliğe sahip olmamıştır. Ancak ilginçtir, ülkede yaşanan bu gelişmeler dünyada büyük bir ilgiyle takip edilmiş, başta Sovyet Rusyaolmak üzere İngiltere 538, Almanya, Fransa ve özellikle de Amerika tarafından her türlü bilgi alınarak
çeşitli değerlendirmeler yapılmıştır. Kongrede Türklerin ne yaptıkları, Türkiye’nin nereye gittiği merak konusu olmuştur. Çünkü 1929 Dünya Ekonomik Buhranı sonrasında bütün dünya kötü günler geçirirken, yeni kurulan Türk Cumhuriyeti kendine özgü ekonomi politikasıyla hem bu krizden çok etkilenmemiş, Türk parası değer kazanmış, içe kapanarak ve hiç yardım
almadan kendi şekerini, dokumasını üretir hale gelmiş hem de kendi kültürünü, müziğini, dilini ve tarihini gözden geçirmeye başlamıştır. Türkiye’de başlayan bu kültür hareketinin yönü ise en çok tartışılan ve merakla beklenen konu olmuştur.
Kendini gerçekleştiren bir birey olmanın yollarından biri; kendini tanıma, kendi ile barışık olma, toplum içinde insanlarla yaşamanın gerektirdiği sosyalleşmeyi ve yakınlaşmayı başarma ve diğer insanlara model olma olarak ifade edilmektedir. Bilindiği gibi çağdaş toplumlar; eğitim, sağlık ve ekonomi politikalarını bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerine yardımcı
olma ve biyo-psiko-sosyal açıdan optimum düzeyde gelişimlerine katkı sağlama temeli üzerine kurulmaktadırlar. Buradan da anlaşılacağı gibi sosyal kaygı, günümüzde bireylerin kendilerini gerçekleştirmeleri, becerilerini ortaya koyarak kendilerini geliştirebilmeleri, üreten ve paylaşmayı bilen bireyler olabilmeleri ve toplum ile uyum içinde yaşamalarını engelleyen
olgulardan biridir (Yıldırım, 2006).