Pierre Sorlin
Pierre Sorlin

İtalya besteci Tartini ileri yaşında, gençken düşünde Şeytan'la bir sözleşme yaptığım söyler. Şeytan gece bir keman sonatı çalmış ve Tartini ertesi gün bunu üstünkörü bir biçimde yeniden düzenlemişti.

Ömer Zühtü Altan
Ömer Zühtü Altan

Ne var ki Sanayi Devrimi’nin , yaşanıldığı dönemde geçerli klasik liberal ekonomi felsefesi ile hukuki eşitlik ve sözleşme serbestisine dayalı hukuk düzeni önce çalışma, daha sonra da yaşam koşullarının giderek ağırlaşmasına yol açmıştır. Yaşanılan olumsuzluklar, toplumların giderek başka kesimlerine de yansıyarak büyük çalkantıları beraberinde

taşımıştır.

Funda Kaya
Funda Kaya

Bu metne göre hem kadınlara yönelik şiddet hem de ev içi şiddetle mücadele Sözleşme kapsamı içinde kabul edilmektedir. Bu bağlamda kadınlara yönelik şiddet, kadınları orantısız olarak etkileyen her türlü şiddet olarak tanımlanmakta ve İstanbul Sözleşmesi'nin odağında yer almaktadır. Ancak Sözleşme'nin 2. maddesi şiddete uğrayan kadınlara özel ilgi gösterilmesi

koşulu ile Sözleşme hükümlerinin bütün ev içi şiddet mağdurlarına uygulanabileceğini öngörmektedir. Yani isteyen devlet sözleşme hükümlerini ev içi şiddet gören erkeklere, yaşlılara, çocuklara da uygulayabilir.

Ruhi Ersoy
Ruhi Ersoy

1961 yılında da Federal Almanya ile Türkiye Cumhuriyeti arasında bir işçi alımı sözleşmesi imzalanmış, bu sözleşme neticesinde aynı yıl 6.000 kadar Türk işçisi çalışmak üzere Federal Almanya'ya göç etmiştir. Bu rakam 1970'lerde 1 milyona, 1980'lerde 1,5 milyona, 1990'larda 2 milyona, günümüzde ise 2.5 milyona ulaşmış hatta aşmıştır." 1960'larda yoğun olarak

başlamak üzere Almanya'ya ekonomik gerekçelerle yerleşmeye başlayan Türk nüfusu beraberinde götürdüğü kültürel değerlerini daima korumuştur.

Graham Thornicroft
Graham Thornicroft

" 'Ehliyetsizlik' damgası vurulduğunda nadiren kaldırılmaktadır. Aynı biçimde, Rusya'da, 'yasal olarak ehliyetsizlik' demek, mülkün idare hakkı, nerede yaşayacağını seçme, sözleşme imzalama, daire kiralama, istihdam edilme, seçimlerde oy kullanma, evlenme, mahkemelerde dava ile hak arama haklarını kaybetme anlamına gelir. Bu temel haklardan sistematik olarak mahrum bırakılma

'MEDENİ ÖLÜM' olarak nitelendirilebilir. "

Patricia Springborg
Patricia Springborg

Binlerce yıl önce uzun mesafeli ticarete bağlı olarak ortaya çıkan bu Doğu toplumlarına uygulanan sivil toplum tezine yapılmış katkıların belki en keyfi ve açıkça yanlış olanı, ilk olarak Marx'ın dile getirip daha sonra Max Weber'in tekrarladığı bir iddiadır. Buna göre, Doğu'da “burjuva ticaretinin birinci temel koşulu eksiktir, yani kişinin can, tüccarın mal

güvenliği yoktur” (Marx ve Engels, 74e Russian Menace, 1953 baskısı, 40, aktaran Turner, 1984, 34). Antikçağdaki Yakındoğu toplumunun, tüccarın hakları ile malı konusundaki medeni ve özel yasalarla ilgili en eski tarih kayıtlarına sahip olması bir tarafa, bu yasıJarın ifade bulduğu sözleşme biçimlerinin öncüsü de yine muhtemelen aynı toplumdur (Rostovtzeff 1932, 8-9).

Bu türden tarihsel tahrifatın kökeninde kasıt ya da doğruluktan hazzetmeme eğilimi aramak yerine, dile getirilen iddiaların ideolojik niteliğine bakmak gerekir: Bunlar kendine alan açmaya çalışan ve bu yolla kendi gerçekliklerini yaratabilmeyi uman geçici doğrulardır. Ayrıca basmakalıplaştırmanın doğasından da kaynaklanmaktadır:

Doğu'nun Batı hakkında pek az

şey bilen polemikçiler tarafından “öteki” olarak ya da Batı için geçerli olduğu iddia edilen her şeyin tersi olarak nitelendirilmesi.

Muharrem Balcı
Muharrem Balcı

Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda en ileri ülke olan İsveç, içinde cinsiyete dair hiç bir uyaranın bulunmadığı, her çocuğun ayni renk ve tarz giyinip aynı oyuncaklarla oynadıkları öncü okulları kurdu bile.77 Cinsiyetsiz okullar, Avrupa toplumundan bile “yeni bir tarikat”m dünyaya dayatılması eleştirisi ile karşılandı.73

Sözleşme

savunucularının, Yapı Kredi Yayınları'nın Kız Çocuk Hakları Bildirgesi ve Erkek Çocuk Hakları Bildirgesi isimli kitaplarından haberdar olmadığını da düşünemeyiz.

Kitaplarda; Kız ve erkek olmanın hiçbir kalıba sokulmaması gerektiği, İsteyenin istediği hayatı yaşayabileceği, Zevklerin ve yaşamın tartışmaya kapalı olduğu gibi mesajlar yer alıyor.


Söz konusu kitaplar, sosyal medyada eleştirilince yayından ve satıştan kaldırıldı. İsveç modeline ne kadar da benziyor:

İsveç’te okul öncesi eğitim veren cinsiyetsiz okullarda kız ve erkeklerin ayrı oyuncakları ve oyun alanları bulunmuyor. Aynı anda, aynı oyuncaklarla oynayan çocukların herhangi bir cinsiyete “zorlayarak” bir eğilimi olmaması

amaçlanmış. Bu iki okulun ismi Nicolaigarden ve Egalia. Egalia, Latince’de eşitlik anlamına gelen bir kelime. Okulda “çocukların belirli cinsiyet sınırları içerisine hapsedilmediği” dile getirilirken, çocuklara kız yahut erkek olduklarına dair herhangi bir ifadeyle hitap edilmiyor. Okulun temel prensiplerinden biri, kızlara kız, oğlanlara oğlan dememek! Bunun yerine

“arkadaş” veya “çocuk” diyorlar. Çocuklar daha çok isimleriyle çağrılırken, cinsiyet ihtiva etmeyen Türkçede “o” anlamına gelen “hen” zamiri de kullanılmakta. Okulda kullanılan kitaplarda sadece klasik anne-babaya değil, eşcinsel çiftlere de yer veriliyor.79 Bu tarz okulların yakın dönemde Türkiye’de de açılması taleplerinin reddi hâlinde AB kriterleri ve

AİHM ne diyecek? Bu sorunun cevabını İs' tanbul Sözleşmesi savunucularının vermesi gerekiyor. Soruyu, “Çocukları kim koruyacak?” diye de sorabiliriz:

KAOSGL Dergisi’nin 154. sayısında dosya konusu “çocuk" idi. Çocuk olmak, çocuk hakları gibi konuların yer aldığı dergide LGBT’li çocuk ve gençlerin deneyimlerine yer verildi. Ailenin “antisosyal bir

kurum” olduğu fikri üzerinden toplumsal sınıf ve cinsiyet rolleri eleştirildi. Çocukların cinsiyet haklarından ve cinsel tercihteki özgürlüklerinden bahsedildi. Derginin çizimleri Tarlabaşı Toplum Merkezi’ne katılan çocuklara ait. Merkez uzun zamandır çocuk hakları üzerine yürüttüğü çalışmalarda LGBT’yi de işliyor.80

Bugün “Onur Yürüyüşleri”

adıyla 8-10 yaşındaki küçücük çocuklar “cinsel obje” gibi giydirilerek dünyanın en “medeni” şehirlerinin caddelerinde yürütülüyor, dans ettiriliyor.

Bir LGBT grubu tarafından “süper özgürlük” diye paylaşılmış 8 yaşında bir başka erkek çocuğu. Çocuk videoda şunları söylüyor: “Bence herkes istediği her şeyi yapabilir. Eğer aileniz bundan

rahatsızsa yeni bir aile bulursunuz. Arkadaşlarınız rahatsızsa yeni arkadaşlar bulursunuz.”

8 yaşında bir çocuk bunları “özgürlük kavramı” üzerine yaptığı engin araştırmaları neticesinde söylemiyor. Bunlar çocuğa ezberletilmiş. Hasta aileleri ya da LGBT dernekleri aracılığı ile verilen eğitimlerde.

8 yaşında kadın görünümüne

girmiş erkek çocuğunun ELLE Sponsorluğunda servis edilip 10 milyon görüntülenme alması artık “normal” bir durum. Bunu eleştirmek “homofobik gericilik” oluyor!8ı İstanbul Sözleşmesine eleştiri getirmek de bu çevreler tarafından “homofobik gericilik’le suçlanıyor.

Sayısız örnekle çoğaltılabilecek bu rezaleti görmezden gelerek “komplo teorisi”

diye anmaya devam mı edeceğiz? Ben etmiyo. rum ve soruyorum: Çocukları kim koruyacak?32

Tüm bunlar Toplumsal cinsiyet eşitliği ve bunu güvenceye alan İstanbul Sözleşmesinin bir gereği/uygulaması hâline gelirse ne olacak? Şimdi Sözleşme karşıtlarını homofobik/transfobik gericilikle damgalayanlar, bu sapkınlıklara izin verilmemesini, engellenmesini AİHM’e

taşıdıklarında çıkacak sonucu bugünden öngörebiliyoruz. Feminist veya eşcinsel olmadıkları hâlde Sözleşmeyi savunanlar da sonucu Öngörebiliyorlar mı?

Muharrem Balcı
Muharrem Balcı

...Öte yandan, toplumsal cinsiyet eşitliği tanımındaki “toplum” kavramı, geleneksel değerler, örf-adet, din, namus anlayışı gibi inanç ve değer yargılarımız birer “önyargı” ve “ayrımcılık kaynağı” diye gösteriliyor. İstanbul Sözleşmesinin 12/ 1. Maddesinde,

Taraflar, kadının aşağılığı iddiasına veya kadın erkek için kalıp rollere

dayanan ön yargıları, örf ve adetleri, gelenekleri ve tüm diğer uygulamaları ortadan kaldırmak/kökünü kazımak amacıyla kadın ve erkeklere ilişkin toplumsal ve kültürel davranış modellerinde değişim sağlamak için gerekli tedbirleri alır.

12/5. Maddesinde de tekraren,

Taraflar; kültür, gelenek, görenek, din veya sözde “namusun” işbu Sözleşme

kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemi için gerekçe oluşturmamasını sağlar.

hükümleriyle, ayrımcılığın asıl kaynaklarının, din, örf, gelenek, namus anlayışları olduğu vurgulanıyor. Burada sadece bazı uygulamalar değil, din ve gelenek anlayışlarına toptan karşıtlık vardır. Hem de kökünün kazınması’na kadar götüren bir karşıtlık. Örneğin,

toplumsal cinsiyet eşitliği savunusu yapan temel metinlerden birinde şu ifadeler yer almaktadır:

...bu dinlerin dayattıkları toplumsal cinsiyet kalıp yargılarını ve eşitsiz cinsiyet ilişkilerini sorgulama; kısacası din olgusuyla bir hesaplaşma gereksinmesiyle yüz yüze olduklarını düşünüyorum.“

Toplumsal cinsiyet eşitliği savunucularına göre,

Müslüman toplumlarda, toplumsal eşitsizliklerin kaynağı denilen şey, din ve dinî metinlerdir. Diğer kutsal kitaplarda olduğu gibi, Kur’an-ı Kerim’de de geçen Lut kavmi, eşcinsel ilişkiler ve kadın ile erkek ilişkileri üzerine olan ayetler ile Arapçanın yapısından kaynaklı dişil ve eril (müzekker-müennes) kelimeli ayetlerin tamamı bu konunun kapsamına girer. İstanbul

Sözleşmesi, tam manasıyla yürürlüğe girerse, ya Kur’an’ın ve diğer kutsal ve dini içerikli kitapların (İncil, Tevrat, Talmud, Buhari, Tirmizi, Müslim, hatta Mesnevi vb.) yok edilmesi ya da “yeniden yazılması’ gerekecek.45

-----

Muharrem Balcı
Muharrem Balcı

Cinsel tercih özgürlüğü İstanbul Sözleşmesine göre 0-18 yaş arasındaki 'kadınları’ da kapsamaktadır. O hâlde kanunlarda çocuk sayılan 0 ~18 yaş aralığındaki çocuk/kadınların da cinsel tercih/yönelim özgürlüğü vardır. Zira Sözleşme kadınları şiddetten korumayı amaçladığı kadar, onların cinsel tercih özgürlüklerini de güvenceye almaktadır. Bu kabul

aynı zamanda 0-18 yaş aralığındaki kadınların karşı cinsle veya aynı cinsle veyahut yetişkinlerle her tür cinsel temasta bulunmasına imkân vermektedir. Bunu adı pedofilidir. Dolaylı açıdan İstanbul Sözleşmesinin pedofiliye yol açtığını ifade etmek abes sayılmamalıdır.

Burada karşılaştığımız bir itiraz şudur:

Sözleşmenin 3/f maddesinde

018 yaş arasındaki çocukların kadın sayılması, kız çocuklarının şiddet görmesi hâlinde onların Sözleşmedeki koruma hükümlerinden mahrum edilmemesi içindir.

Bu itirazı iyi niyetle yapılmış bir itiraz şeklinde alıyoruz elbette. Ancak çocukların haklarını koruma düzeyinde başta BM olmak üzere uluslararası anlaşmalar vardır ve Türkiye bunların

tamamına imza koymuş, onaylamış ve yürürlüktedir. Millî kanunlarında gerekli düzenlemeleri de yapmıştır. Kültürümüzden hiç çıkmayacak şekilde, 0-18 yaş arası dişiler kız çocuklarıdır. Onları kadın diye kabullenmek ve çocuk haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerin muhatabı yapmak, Batı zihniyetinin bir ürünü olarak, kadına tanındığı gibi cinsel

tercih özgürlügü tanımak olur ki, yukarıda da belirttiğimiz gibi bu pedofiliye yol açar.

Nitekim -bu çalışmanın merkezindeki konu olmamakla birlikte- yine BM Çocukların Cinsel Suiistimal ve Cinsel lstismara karşı Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesinde (Lanzarote Sözleşmesi)“ bu yorumumuzu çağrıştıracak hükümler, 13 yaş sonrasına ilişkin

cinsel özgürlüklere cevaz veren istisnalar mevcuttur.” İstanbul Sözleşmesinin Giriş kısmında ilk paragrafta Lanzarote Sözleşmesine atıf yapılmaktadır. BM Lanzarote Sözleşmesi metnindeki istisnai hükümlerin çocuk istismarına yol açabileceği bizzat kendi kurumsal Raporunda90 doğrulanmaktadır. İlginçtir, Lanzarote Sözleşmesinin hukuki değerlendirmesi bu çalışmanın

sonlandırıldığı günlere kadar yapılmamıştı. Türkiye’de ilk defa Mücahit Gültekin’in video konuşmasıyla yorumladığı Lanzarote Sözleşmesinin hukuki değerlendirmesini bir genç hukukçu Ebubekir Esad Baş yaparak, İstanbul Sözleşmesindeki tuzakların benzerlerinden kamuoyunu hukuki yönden aydınlatmış oldu.