Taviz vererek yaşadığım bir dini hangi yüzle tebliğ edebilirim ?
Buhari, Rasûlullah صلى الله عليه وسلم şöyle buyurduğu rivayet eder: ‘Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et’ denildi ki: ‘ Mazluma yardım ederim de zalime nasıl yardım edebilirim ki: Rasûlullah صلى الله عليه وسلم buyurdu ki: ‘ onun zülmüne engel olursun. Böylelikle zalime de yardım etmiş olursun’
Bak işte yalnız kaldın
Artık tamamen yalnızsın
Hatta, ben bile kalmamışım
Sonsuzlukla baş başasın
Oysa seni korumak için saklamıştım
Dedim, belki yara almazsın
Tüm çocuksu hallerim
Ve aşağılayıcı metinlerim
Dedim, belki görmelerini engellerim
Zaten ne kadar anlayabilirlerdi ki
Zaten ne kadar dokunabilirlerdi ki
İncitmeden seni
Bilirsin işte
Misafirler eğlenmek ister nihayetinde
Ve bir de
O güç yoktu içimde
Anlatacak, her şeyi herkese
Ne fark eder ki işte, deyişlerimle
Zaten ne kadar anlayabilirlerdi ki
Zaten ben bile anlayamamışım ki
Belki şimdi salsam seni…
Ne fayda
Korkaklığım sinmiş içine
Ürkek ürkek yürürken yolda
Kim sahip çıkar ki sana
Boş ver, boş ver, diyemiyorum
Boş ver, asla!
Belki de sevemeyişimizde suç bizde
Belki de, sadece
bazı zamanlarda
Şimdi kim sahip çıkacak bana
Sana bile sahip çıkamamışken daha
Senden gittiğimi bile fark etmemişim
Yalnız başıma yürümüşüm bu çamurlu yollarda
Hadi gönlüm
Kimimiz var ki daha
Senin benden
Benim senden başka
Beni affetmelisin
Nasıl tahammül edebilirim yoksa
Bu iki yitik varlığımla
17/01/2009
Kültürümüzde sabretmek, derdini kimseye anlatmamak olarak algılanmaktadır. Aslında sabır, olayların üzerini örtmek değil, ben bu durumla nasıl baş edebilirim demektir. Etkilenme düzeyini en aza indirip duyguları kontrol altına alabilmektir.
Şerefini kirletmek. Bu deyim onu çok etkilemişti. Gerçekten de bunu yapabilir miydi? O anda nefsi tekrar devreye girdi. "tabii ki yapabilirsinsen insansın buna ne kadar dayanabilirsin ki ? Allah tarafından kalbi yıkanan bir peygamber olmadığına göre beni ne kadar dindirelirsin ki? Aç bir aslan gibiyim ben. Beni her zaman doyurman gerek ve ben hiç doymam bunu biliyorsun. Gerçekten de
ne kadar dayanabilirim ki ? İçimde her zaman doyurmam gereken bu şeyi nasıl tatmin edebilirim ki?" Bunları düşünürken sağ tarafından gelen ses her şeyi değiştirdi. "Unutma aslanlar terbiye edilebilir. Sen de nefsini terbiye edebilirsin."
"Eğer birisi beni olduğum gibi severse sonunda kendime bakmaya cesaret edebilirim belki. Bu olasılık benim için oldukça uzak."
Psikologlar ve psikiyatrlar bizim sinemamızda
Psikolojisi bozuk insanlardır
Ve elindeki steteskobu bir kalaşnikof gibi taşımayan
Cerrah ayıplanır
Size yardım edebilirim diyorsunuz
Söyleyin o zaman baba demeyen bir papağan insanı
Neden ağlatır.
(Sayfa 238-239)
(...)
Bu münasebetle bir Alman kuruluşunun komutanına şu soruyu sormuştum: “Yüzbaşım niçin sizden diğer Alman birliklerinde olduğu gibi, müttefikimiz hakkında hemen her gün yapılan şikâyetlerden hiçbirisini duymuyorum?” O da bana gülerek şu cevabı vermişti: “Buraya geldiğim gün, buranın ambar memurunu ziyaret ettim ve onunla kahve ve
sigara içtik ve kendisine memleketi hakkında sevgimizi gösteren birkaç söz söyledim ve veda ederken de ihtiyacı olduğu zaman otomobilimden istifade edebileceğini bildirdim. O bu teklifimden şimdiye kadar hiç faydalanmadı. Fakat o benim dostumdur ve neye ihtiyacım olursa ondan tedarik edebilirim ve bir zorluk olduğu vakit bizzat Türk dostuma gider ve bu şekilde daima istediğimi
elde ederim”. Bunun üzerine yüzbaşıya: “Çok rica ederim bunu diğer arkadaşlarınıza anlatınız ve onlara da bu usulü tavsiye ediniz” dedim. Cevaben Yüzbaşı: “Bunu zaten yaptım, fakat her defasında bunu anlayacak kimseler bulamadım. Hatta birçokları bu usullerle iş görmek bir Prusyalı subayın şerefiyle uyumlu değildir. Türkler sözleşme gereği erzak ve yemek
vermek mecburiyetindedirler, bunun için bu işe memur astsubayı nizamî olan makbuzuyla ambara göndermek yeter cevabını verdiler” dedi.
Teorik olarak itiraz edilemez fakat psikoloji bakımından yanlış bir fikirde olan ve doğudaki bir cephenin özel hal ve şartlarına gayet az alışabilen bu arkadaşların memnuniyetsiz ve bedbaht olduklarını anlıyorum. Fakat kendileri
doğudaki görevlerinde bu usulü takip etmeselerdi daha iyi yapmış olurlardı.
Türkler tarafındaki hoşnutsuzluk da, yabancı birliklerin çok fazla isteklerde bulunmalarından, bunların kendilerinden çok daha iyi ve bol miktarda iaşe edilmelerinden kaynaklanmaktaydı.
En ilkel şartlar içinde en asgarî bir hayat yaşayan Türk subay ve erlerinin kendilerine oranla Alman,
Avusturyalı ve Macar arkadaşlarının çok mükemmel iaşe edildiğini ve çok iyi bakıldığını görünce; haset duymalarını gayet insani ve tabii bulmak gerekir. Kuzey ikliminde büyümüş bir Avrupalının vücudunun alışmış olduğu gıdanın kendikilerinden bambaşka olduğuna akıllarının ermemesi anlaşılmaz bir durum değildir.
Sâbûr Zü’l-Ektâf da şöyle derdi:
“Ben ancak bedenleri zapt edebilirim niyetleri değil, adâlete göre hükmederim rızaya göre değil ve amelleri araştırırım, sırları değil.”