İsmet Özel
İsmet Özel

Hayal ve rüyanın birbirine yakın yönleri olması, birini diğeriyle karıştırmak tehlikesini doğurabilir; onun için aradaki farkı iyice belirtmeli.

Ramasvami R. Bose
Ramasvami R. Bose

Her kim bir başkasına eziyet ediyor ve buna rağmen iyi bir yaşam arzu ediyorsa, o kişi bir sonraki yaşamında asla mutlu olmayacaktır. Her kim diğeriyle iyi anlaşıyorsa ve iyi bir yaşam arzu ediyorsa, o kişi bir sonraki yaşamında mutluluk bulacaktır.

Özdeniz Pektaş
Özdeniz Pektaş

Her şeyi yaratan ve istediği zaman bunları yok edebilecek , başı ve sonu olmayan bir varlığın iradesi olamaz. İrade sahibi olmak , eylemleri bir takım doğal ya da beşeri sınırlamalara tabi , bilinçli ve ölümlü varlıklara yani insanlara özgüdür. Daha da önemlisi , bir irade ancak kendi dışında başka iradeler varsa mümkün hale gelebilir. İnsan , iradesini ya

sınırlandırır ya da diğeriyle iş birliğine sokar veya onların karşısına koyar veyahut onlardan ayrıştırır . Yalnızlığı tercih eder. Bu son durumda dahi , kendi iradesini anlamlandıran diğer insanlardır. Tanrı bunların hangisini yapar ? Bunlara ihtiyaç duyar mı ?

Jokha Alharthi
Jokha Alharthi

Hayat, gece ve gündüz olarak ikiye ayrılmıştı. Biri bizim yaşadığımız, diğeriyle içinizde yaşananlar.

Catarina Belo
Catarina Belo

Madde, daima kayıp biçim için çabaladığı ve mevcut biçimin hasretinde olduğu için, bir biçimi kaybettiğinde onu bir diğeriyle mübadele etmek için acele eder, mutlak hiçliğe katılmaktan endişeli... madde hiçliğin meskenidir.

Barbara McCombs
Barbara McCombs

Hiçbiri diğeriyle aynı olmayan öğrenciler için, onların ihtiyaçlarını ve sınıf ortamında karşılaşılacak sorunları giderebilecek yeterli "tarifler" hiçbir zaman mevcut olamaz.

Louise Erdrich
Louise Erdrich

Davulların iyileştirdiği ve öldürdüğü bilinir. Sahipleriyle bir olurlar. Yapılışını ayrıntılarıyla düşleyen insanlar taraftan ciddi nedenlerle üretilirler. Hiç biri diğerine benzemez, ancak her davul diğeriyle ilişkilidir. Birbirleriyle konuşur ve şarkılarını insanlara sunarlar.

Brian Massumi
Brian Massumi

Deleuze ve Guattari cinsiyet farklılığının gerçekliğini inkar etmez. Bunun basitçe öznelliğin kuruluşunda yatmadığını savlarlar. Onlara göre Erkek / Kadın ikili çifti, kişiyi tanımlayan kategorik şebeke üzerindeki kenetlenmiş koordinat kümelerinden bir tanesidir. Bunlar hiç kimseye (Personne) tekabül ederler. Bunlar boş kategorilerdir. "Kadın" basitçe, eksikliğinde

"Erkek[in]" hiçbir anlamının olamayacağı karşıt terimdir. Basitçe, "Erkek" olarak belirtilen şeyin üstün farz edilmesine tekabül eder. Bu ataerkil bir inşadır. “Erkek” standarttır: karşısında bireylerin yargılanacağı ve hiyerarşi içinde değerlendirileceği, toplumsal olarak inşa edilmiş insanlık ölçütüdür. “Kadın" alt-standarttır: "Erkek[e]" bir "Öteki"

karşısında üstünlük sağlayacak bir şey veren yardımcı öğedir, öyle ki onun karşısında her daim Aynı kalabilsin. Eklenti bir “Erkek” olarak “Kadın" İngiliz dilinde etimolojik olarak da saklıdır. Eski İngilizce'de bu sözcük karı-Erkek (wife- Man) anlamına gelirdi. “Erkek” (Man) ve “Kadın” (wo-Man) kategorik değerlendirmenin aynı düzeyine ve sistemine

aittir. Aynı dışlayıcı ayırıcı sentezin iki kutbunu belirtirler.

Herhangi bir kategoriye bütünüyle tesadüf eden hiçbir beden yoktur. Bir beden ona tahsis edilen kategoriye sadece bir sınır olarak yaklaşır: cinsiyet şebekesinde onunla tesadüf etmesi amacıyla seçilmiş koordinata göre toplumun onun için inşa ettiği bağlantlara ve yörüngelere itaat etme

derecesine dayanarak az çok "kadınsı" veya az çok "erkeksi" bir hale gelir. "Erkek” ve "Kadın”ın böyleyken, mantıksal soyutlama olmaktan başka bir gerçekliği yoktur. Neyin soyutlamaları olduklarına bakacak olursak, bunlar tatbik edildikleri insan bedenleri değil, ama toplumun, altındaki bedenlerin birer bağımlısı olmasını beklediği alışkanlık-biçimlendirici

bütün-çekicilerdir (aşk, okul, aile, kilise, kariyer: her bir cinsiyet kategorisinin alt tipleri etrafında dönen yapay kapalı enerjetik sistemler). "Erkek", "Kadın" ve onların birçok alt-kategorisi, toplum tarafından teşvik edilen nesne seçimlerinin ve yaşam tarzlarının (istikrarlı dengeler) kalıplaşmış kümelerini belirtir. Bedenlerin mümkün olduğunca somutlaştırmaya

zorlandığı klişelerdir bunlar. Hiçbir beden "erkeksi" ya da "kadınsı" değildir. Birisi sadece ona tahsis edilen klişeye yaklaşır; yaratıcılıktan ayrılan bitimsiz bir sapma içinde, mıknatısla daha yakından çekildikçe daha fazla mesafe alan metal gibi. Tek sonuç ölümdür. Cinsiyet, sapma-halindeki-arzudan (herkesin gizli potansiyeli ve doğum hakkı) ayrılan ölümcül bir

ıraksamadır. Mineralsi bir özdeşleşmeye benzer; tepkisel bir örtü, molar bir üst-kodlamadır (yeniden-üretim). Bir beden herhangi bir cinsiyete sahip değildir: cinsiyetleştirilmiştir. Cinsiyet ona socius tarafından tahsis edilir. Ortaya çıkan adalet sarayının değil ama başka bir suç fabrikasının duvarlarını örmekte kullanılan tuğladır: aile kalesi. Cinsiyet mahkumiyetin

bir biçimidir, bedenin bağlayıcı ve dönüşümsel kapasitesinin toplumsal olarak işlevsel bir kısıtlanışıdır. Her ne kadar bütünüyle toplumsalsa da, cinsiyet tabii ki de bedenlere rastgele kategoriler tahsis ediyormuş gibi keyfi değildir. Cinsiyetleştirme, bedenin biyolojk olarak belirlenebilmesi amacıyla toplumsal olarak belirlendiği süreçtir: anatomik farklılığa

tutturulmakla, kader olarak kalıba dökülen toplumsal yönlendirme.

Kalıplaşmış kadın cinsiyeti, daha büyük bir belirsizlik (“yanardöner") ve devinim ("hafifmeşrep") ihtiva eder ve paradoksların orantısız yüküyle birlikte ataerkil gelenekle doludur (bakire / fahişe, anne / sevgili). Üst moleküler hal, "normalde" karşılıklı olarak dışlayıcı olan durumları

çakıştırma kapasitesini içerdiği için, Deleuze ve Guattari, kişileştirilmiş-bireyin yeniden üst-molekül oluşu için kadınsı klişenin erkeksi olana göre daha iyi bir çıkış noktası takdim ettiğinde ısrar eder. İşte bu yüzden “kadın-oluş" dedikleri şeyi her iki cinsiyet için önerirler. Kadın-oluş, belirlenimsizliği, devinimi, ve kalıplaşmış kadın geçmişinin

paradoksunu, şimdide işlediğince socius tarafından desteklenebilir olduğu bir noktaya doğru taşımayı kapsar–ötesine geçildiğinde, tanımdaki eksikliğin bir yörünge seçmekteki olumlu bir güç olduğu sınırın üzerinde bunu yapar (olasılık dünyasından gücüle doğru giden bir sıçrama-atılım). Kaçınılmaz olarak bu, geleneksel olarak hedefledikleri için ve onlar

vasıtasıyla, kategorinin yeniden tanımlanmasını içerir: "yanardönerlik,” evin ya da işe ait başka sıkıcı arenaların sınırları içinde kalmalarına karşı kadınların tarafındaki politik bir (geleneksel evliliğin bariyerlerini yıkmaya, karşılanmamış ev emeğine, ve genel olarak kadınların çalışmasına dair feminist proje): "hafifmeşreplik” sanatsal bir

yaratıcılık dahilinde çok yönlülüğe yükselecek şekilde icra edilir (kadın yazarlığının yaratıcılığı). Hafife alınan bir kategoriden kolektif özgürlüğün yüksek derecesine; değer biçmeden yeniden-değerlendirmeye. Yeniden-değerlendirmek dışında, kategori değiştirmenin de bir yeri vardır. Kadınsı klişe stratejik olarak suiistimal edilebilir: örneğin, kendisine

toplumsal olarak tahsis edilmiş duygular ve etkiler yörüngesinden kaçmayı dileyen bir erkek tarafindan devralınabilir (birçok tarzda, cinsiyet-değiştirme operasyonuyla, gay ilişkideki pasif partner olarak, "kadın-kimliğine" sahip heteroseksüel olarak yaşamakla). Ya da hedefteki bir beden tarafından böylesi bir aşırılığa taşınabilir, bir kadın tarafından böylesi bir

hünerle icra edilebilir, öyle ki, işler tersine dönebilir ve erkekler kendi kimliklerinin tuzağına düşerler ("kadınsı tavır").

Ailevi bir üst-kodlama varolduğu sürece, molar Erkek tarafından, yani engelleyici uygulama tarafından tasvip edilmeyenleri savunan ve onlara yetki veren bir cinsiyet politikasına ihtiyaç duyulacaktır. Geleneksel arenada, toplumsal üst-kodlama

tarafından standart-altı koşullara sürülmüş bireylerin durumunu yükseltmeyi amaçlayan eylem, oluşun kaçınılmaz bir görünümüdür: kadınlar, gayler, ve başka cinsel azınlıklar, eşit olduklarını beyan ederek kendi kolektif potansiyellerini çok daha fazla elde ederler. Ama bir kategorinin yeniden-değerlendirilmesi veya hatta yeni kategoriler icat etmek tek başına yeterli

değildir. "Kadın"ların “Erkek"lerle ya da herhangi bir kategorinin bir diğeriyle eşit olduğunu vurgulamak, sadece molar niteliğin ayrıcalıklarına ve sınırlamalarına eşit haklar tanır. İnsanların bedenlerinin, kendi potansiyellerini yeniden talep etmeye bütünüyle muktedir olabilmeleri için, önce molar sistem tasfiye edilmelidir. Varolan düzene dahil olma gereği vardır,

ama tek başına bir amaç olamaz. Çünkü temel olarak aynı-oluş[tur]–molarlaşmaktır–bu. Eğer koruyucu bir mekanizma, öteki-oluşlar için politik olarak kullanılmazsa sonuç olarak bir öz-yıkımdır. Dahil olma, atılımı mümkün kılan stratejidir.

Deleuze ve Guattari icin nihai amaç, ne bir kategoriyi yeniden-tanımlamak, suistimal etmek, veya stratejik olarak

abartmak, ne de yeni bir kimlik icat etmektir. Onların amacı, özdeşlik aygıtını aynılık eşiğinin ötesine tekilliğe doğru itmek için kategorik şebekeyi bütünüyle parçalamaktır. Takribi olarak kapalı bir sistemdeki mütakabil farkların kısıtlamalarından bedeni alıp (ayrımcı bir ikili mantık dayatan üst-kodlayıcı diferansiyel şebekenin tesis ettiği, dışsal

sınırların çeşitlenmesi), onu yitirgenliğin mutlak farkına fırlatmak (öyle farklılaşmış bir bedensel durumdur ki kendinden bile farklılaşır; karar-verilemez olan her bir şimdisinde, geçmişini birçok geleceğiyle birlikte korur; özgürlüğün sonsuz derecesinin keyfini süren her daim açık bir sistemdeki ikili-olmayan maddi diferansiyel olarak bedenin kendisi; girdaptaki

yaşam: yoğunluk). Deleuze ve Guattari için cinsel politikasının sonu cinsiyetin (ataerkilliğin altındaki molar cinsiyet organizasyonunun) paramparça edilmesidir–aynen, sınıf politikasının sonu olarak sınıfın (kapitalizmin altındaki molar iş organizasyonunun) paramparça edilmesi gibi. Amaç, herkesin kendisini cinsiyetsizleştirmesi, molarlaştırıcı-olmayan, cinsel

yaratıcılığı sınırlamak yerine onu destekleyen tarafsız bir sociusun yaratlımasıdır: üst-moleküler öz-icatların yerel-global bağıntılı yolakları dahilinde, farktan hiper-farklılaşmaya doğru.

Deleuze ve Guattari'nin "kadın-oluş" kavramına dair formulasyonu, işin doğrusu cinsiyetçidir. Değişimin sorumluluğu kadınlara yüklenmiştir, çünkü onları

farklı kılan onlara ait klişedir. Erkeksi kalıbı onun desteklendiği bir eşiğin ötesine itebilecek benzer bir devrimci erkek-oluşun (örneğin, "erkeksiliği" yapısökümcü bir aşırılığa taşımak amacıyla onu teatralleştiren gay ve lezbiyen sado-mazoşist topluluklar tarafından kullanılan stratejileri takip edenler) olasılığına inanmazlar. Normal erkeğin bu tarzda bir

erkek-oluşu imkansız olacaktır, çünkü bunu yaptığında zaten olduğu şeyden başkası olamaz, ama daha ziyade sadece daha çok zaman aynı kalır. Oluş, heteroseksüel erkek için acil bir seçenek değildir. Onlara ait bedenlerin ve arzuların neredeyse bütünüyle simbiyotik bir ilişki içinde olduğu Standart Erkek-biçimi, oluş-karşıtlığının kişileşmesidir. Molarlık,

doğası gereği oluşun-feshidir. "Önden gitmeye," yani öz yıkıma rıza göstermesi gerekenler, kendi biçimlerini esnetmesi gerekenler, "gerçek" erkeklerdir, molar erkeklerdir. Kendilerini biçimsizleştirmeleri gerekir. Şimdiye kadar onları tanımlamış olan, ve onlar adına ötekiler için tamamlayıcı tanımlar dayatan üst-kodlama aygıtından bedenlerini ve arzularını

ayrıştırmaları gerekir. Bu sadece, olmaya bir son verip oluşa muktedir olduklarnda mümkün olacaktır. Varolan toplumsal düzenin onlara uyarladığı ayrıcalıklar ele alındığında, molar erkeklerin bu öz-yıkım görevine ani bir şevkle sarılması ihtimal dahilinde değildir. İntihar etmelerine yardımcı olunmalıdır. Kadınlar ve cinsel azınlıklar önden gitmek “zorunda"

değillerdir–ama beklemek zorunda da değillerdir.

Nadia Fink
Nadia Fink

"Dünya böyle bir yer. Bir sürü insan. Bir sürü ateş denizi. Herkesin kendine özgü bir ışıltısı var. Hiç bir ateş diğeriyle aynı değil. Her renkten büyük küçük ateşler var. Bazı ateşler durgun, rüzgarı bile etki etmiyor. Bazıları çıldırmış gibi her yere kıvılcımlar saçıyor. Bazı ateşler tam bir budala yani ne aydınlatıyor ne de yakıyor. Ama bazıları

var ki; tüm gücüyle hayatı ateşe veriyor, kimse gözünü kısmadan bakamıyor ve yaklaşanlar yanıyor.

Özlem Deliduman Tosun
Özlem Deliduman Tosun

Asillik, ayrılığın ardından kalbi, yeni bir ilişkiye kapatarak, acısını en derinden yaşayıp, iyileştikten sonra geri gelip, ancak o zaman, yeni bir başlangıca yelken açmaktır. Birini yara bandı yapmak, “sevildiğini“ ispata çalışmaktır “kendine.“
Ve bu kendini sevmeyenin, kendine açtığı kör kuyulu yoldur. İçinde çok geçmeden diğeriyle boğulur.