Anayasa, halkın genel iradesi adına hareket eden Ulusal Meclis tarafından seçilen Yasama Meclisi'nin otoritesine dayanıyordu. Yasama Meclisi idarede kral ile birlikte siyasal yetkileri paylaşacaktı. Görünüşte kralın Eski Rejim'de elinde bulundurduğu gücü elinden alınıyordu. Fakat kralın kendi bakanlarını seçme hakkını elinde bulundurması ve Yasama Meclisi'nin kralı
görevden alma yetkisinin olmaması gibi faktörler ihtilalciler arasında fikir ayrılıklarına yol açacaktı.
Bu fikir ayrılıklarının şiddetli bir siyasal mücadeleye dönüşmesi an meselesiydi ve 1792'deki Anayasal Kriz, ihtilalin kaçınılmaz biçimde radikalleşmesi sonucunu doğurdu. Anayasal Kriz, XVI. Louis şahsında tecessüm eden monarşik düzene olan kuşkuya
dayanmaktaydı. Monarşinin anayasal bir çerçeve içinde hareket edip etmeyeceği hususunda ihtilalcilerin radikal kanadı içinde ciddi şüpheler vardı.
Zaten gönülsüz bir biçimde Anayasal Monarşi kavramını benimsemek zorunda kalan radikallerin eline XVI. Louis ve eski düzen savunucularının yaptıkları politik taktik hatalar yeterince koz verdi. Artık açıkça
görünüyordu ki, 1792 krizi yeni bir devrim sürecinin, daha açık bir ifadeyle, radikal ve sert ikinci bir devrim dalgasının başlaması anlamına gelecekti.
Fransız Devrimi'nin ekonomik ve mali bir krizin sonucunda gerçekleştiğine yönelik tarihsel yorumlar en azından François Furet gibi önemli tarihçilerin yaptığı akademik çalışmalarla birlikte eski popülaritesini kaybetmiştir. Krizin devlet sisteminin kendini yenileyememesi sonucu ortaya çıktığı ve bunun reel politik sonuçlarının da devrimin gerçekleşmesine neden olduğu
iddia edilebilir. Çünkü Devrim öncesi Fransa'sının yaşadığı ekonomik problemler bütün erken modern dönem devletlerinin yaşayabileceği türden problemlerdi.
Miladi 7.Yüzyılın başlarında yaşanan çekişmeler insanlığın omuzlarında ağır bir yük haline gelmiş, hayata yıkım, anarşi ve köleleşmenin hakim olmasına yol açmıştı. Gün gibi oradaydı ki, "İnsanların kendi işledikleri sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştı.(Ayet Kerime) İnsanlığın tekrardan dengesini kazanması ve tekamülünü sürdürmesi için
yeni bir varoluş felsefesine, düşünce ve sistem üzerinde küresel bir devrim yapacak yeni bir yönteme ihtiyaç vardı.Bu yöntem, zaman ne kadar ilerlemiş olursa olsun insanoğluna yön gösterebilmeliydi.Artık sınırları aşan yeni bir çağrının gelmesi gerekiyordu.Küresel kutuplaşmaların çok üzerinde zamanı ve mekanı çepeçevre kuşatan bir çağrının.O çağın
dünyasına ait fikir, yöntem ve ruhu bütünüyle değiştirmeliydi.Yeni bir küresel inkılap uğruna insanlık pranga ve hudutlarından kurtulmalıydı.
Biz kadınlar eğer bir yere ulaşmak istiyorsak, devrim içinde devrim yapmamız gerekli.
1867'den 1896'ya kadar devam eden çalkantılar aslında bir devrim ve iç savaştı, ancak bu dönem yaygın literatürde daha ziyade Meiji Restorasyonu olarak biliniyor. Babasının ardından çok genç yaşta tahta çıkan (ve 1867den 1912'de kadar da tahtta kalan) İmparator Meiji, imparatora en iyi nasıl hizmet edilebileceği konusunda çekişip duran çok sayıda hizip arasındaki
mücadelenin ganimeti haline geldi. Bu çekişmenin pek çok tarafı vardı, fakat imparator desteklenmesin diyen kimse yoktu; kavganın konusu, hangi tarafın inançlarının imparatorun emirlerine veya her şeyi bilmesi durumunda emredebileceklerine daha uygun olduğuydu.
"Dünyanın mutlak tek gerçek olmadığı, bunun yerine Bir Başkasının aklından, ellerinden ve sözlerinden yeşermiş olduğu fikri, özellikle de günümüzde devrim niteliğinde bir fikirdir."