2. Genelde tarih yazımı ve özelde milliyetçi tarih yazımı ancak politik bir sürecin parçası olduğunda anlam taşır. Belli bir söylemsel çerçeve içinde anlaşılır kılmayı amaçladığı politik bir sürecin sonucu olabilir; politik bir programı meşru kılmaya veya kılmamaya hizmet ederek, belirleyici bir unsur da olabilir. Tarih yazmayı bir topluluğun tasavvur edilmesinde
bir unsur olarak tanımlamak yerine,5 onu bir ‘alan’m inşasında zorunlu bir unsur olarak anlamak yararlı olabilir.6 Bu alan var olduğu ve verili sosyal ve politik bir faaliyetin parçası oldu alanı olur. Şimdiki koşullara anlam kazandırarak, onları kabul edilebilir veya değiştirilebilir kılarak, politik seferberliğin bir unsuru olur. Bu yüzden o bugünün ışığında
geçmişin bir yeniden yorumu yoluyla geleceğin bir izdüşümüne imkân veren, gerçekliğin sosyal yapılanmasının yollarından biridir.7 Başka bir deyişle, tarih yazımı sosyal bilimci için yalnız hayalin ötesine gittiği noktada, politik, ekonomik veya ideolojik çatışmalar ve kısıtlamaların parçası olduğunda bir ilgiye sahiptir: Hükmetme veya muhalefet, devlet baskısı
veya şiddet yoluyla tepki, otoritenin kurulması ve sosyal veya politik bir düzeni meşru kılma ya da kılmama meseleleriyle ilgili olduğunda.
Bilim için tek bir yöntem ya da kimin iyi bilimci olduğunu söyleyecek tek bir kriter yoktur.
Bilimsel bilgi üretmede amaç, doğayı, evreni tanımak, onun işleyiş kurallarını anlamaktır; çoğu zaman bilimcinin dürtüsü, sadece meraktır. Sonuçta bu evrende yaşadığımıza göre, onu daha iyi anlamak mutlaka eninde sonunda bir işe yarayacaktır, ama bilimci bu yararın (ya da kullanımın) ne olabileceğini çoğu zaman kestiremez. Maxwell bilgisayarı öngörebilir
miydi?..
İşte bu yüzden bilimsel bilgiden fayda talep etmek yersiz ve gereksizdir. Çünkü zaten doğa ile ilgili faydasız bilgi diye bir şey yoktur. Uygulamadan en uzak olduğu düşünülen matematik dalı olan -ki matematik bilimden çok bir dil sayılabilir- sayı kuramının bile bugün kriptoloji, yani şifreleme alanında uygulamaları var… Faydalı-faydasız bilgi ayrımı
yapmaya çalışmak, bilimin gelişimini kösteklemekten başka bir işe yaramaz.
kahramanları bulmakta zorlanıyorum...
...kahramanlar yok...
...başkalarının pencerelerine bakıyor, başkalarının merdivenlerini tırmanıyorum. ara sıra yabancı gülüşlerin peşinden, bir kelebeğin peşinden koşan doğa bilimci gibi hoplaya zıplaya koşuyorum! haykırmak istiyorum: "durun! o fundalık nasıl renkleniyor, gülüşünüzün dayanıksız ve düşüncesiz
pervanesi nereden uçup geldi? bu fundalık hangi duygudan? hüznünüzün pembe yabangülü mü yoksa sığ hırsınızın frenküzümü mü? durun! bana lazımsınız..."
Sanatın Gerekliliği ve Edebi Özne…
Edebiyat bilimci Horst Redeker’in şu sözü, biraz ilerlememizi sağlar belki: “Edebiyata ne yandan bakılırsa bakılsın, hangi sorunları ya da oluntuları ele alacak olursa olsun, önünde sonunda, edebiyatın kendi özgül içeriksel işlevine gelip dayanılır, buysa bir sanat türü olarak edebiyata ilişkin bir şey olup, tam kesin
olarak tanımlanması gerekir. O zaman, her yönden kendini doğrulayan şey şudur: Edebiyat, ortak topluluk ile birey arasındaki uygunluğun ölçüsünde toplumsal ilişkilerin değerlendirilişine yöneliktir, bu değerlendirmenin öznesi kadar, nesnesi de ancak somut tarihsel ve toplumsal bir biçimde ortaya çıkabilir, belli edebi öznenin de bağlı bulunduğu somut sınıfsal güçlerle
birlikte belirli bir çağın kendi koşulları içinde varolabilir ancak.”
Redeker’in bu görüşü, “sanatın gerçekliği”, “edebiyatın toplumsal etkiliği” belirli bir sınıfsal okumayı gerekli kılan eylem açısından makbul bir referans olmakla birlikte, biraz önce işaret ettiğim “kendi”yi edebi üretim ve sanatsal yansılama açısından karakterize etmede
yetersiz sanki. Hâlbuki haklıdır Rederek: Edebiyat önünde sonunda kendi özgül içeriksel işlevine gelip dayanır. Daha açık ve mübalağa tarif etmek gerekirse: Edebiyat, edebiyattır!
Murat Batmankaya - Geçmiş Zaman Tesellileri- Şule Yayınları