Sabahattin Ali
Sabahattin Ali

Bazan birisinin bağrına girer,
Elma soymak için alınan çakı...

Nazan Bekiroğlu
Nazan Bekiroğlu

Aşk namazının sadece iki rekâti var, kişinin öz kanıyle alınan abdeste Bismillah!

Oğuz Atay
Oğuz Atay

Geleceği elinden alınan adamın geçmişi de elinden alınacak diye korkuyorduk.

Murat Menteş
Murat Menteş

.

MURAT MENTEŞ: Peki bu devirde bize kim feyiz verecek?

HACI BEKTAŞ - I VELİ: Feyiz verilen değil, alınan bir şeydir. Feyiz; sabır ve gayret gösteren, temiz kalpli ve zeki kişilere nasip olur.

.

Murat Menteş
Murat Menteş

Hapishane hastanesinde ameliyata alınan bir idam mahkumu gibi dehşet içindeydim.

Murat Menteş
Murat Menteş

.

Hapishane hastanesinde ameliyata alınan bir idam mahkumu gibi dehşet içindeydim.

.

Fuat Sezgin
Fuat Sezgin

1) İslâm’ın erken döneminde Araplar manevî uyanış havasına ve zaferlerden doğan güvenlerine paralel olarak güçlü bir bilgi susamışlığıyla doluydular; böylelikle öğrenmeye tutkun ve yabancı unsurları almaya hazır haldeydiler.
2) Bu şuuru yansıtan yeni din, bilimleri engellemediği gibi üstelik teşvik etti.
3) Emevi, Abbasi hanedanları ve diğer devlet

adamları bilimleri birçok yönden desteklediler.
4) Diğer dinlerin kültür taşıyıcılarına karşı, memleketlerinin fethedilmesi sonrasında Müslümanlar tarafından iyi davranıldı, değer verildi ve onların yeni topluma katılmasını sağladılar.
5) Daha birinci yüzyıldan itibaren İslâm toplumunda, Avrupa’nın Ortaçağ’da ve sonrasında malumu olmayan, eşi

görülmedik, verimli bir öğretmen öğrenci ilişkisi gelişti. Öğrenciler sadece kitaplardan değil, bunun yanı sıra doğrudan doğruya hocalar tarafından verilen dersler yoluyla bilgiler edindiler. Bu, öğrenme eylemini kolaylaştırıyor, böylece güvenilir bir bilginin garantisi
oluyordu.
6) Doğa bilimleri ve felsefe, filoloji ve edebiyat başlangıçtan beri, teolojik

değil, dünyevi bir anlayışla yapıldı ve sürdürüldü. Bilimlerle uğraşmak, sadece din adamları sınıfının imtiyazı değildi, bütün meslek gruplarına açıktı. Bu yüzdendir ki biyografik ve bibliyografik eserlerde Arap-İslâm kültür dairesinin
çoğu bilim adamının baş adları meslek nitelemeleridir, terzi, ekmekçi, marangoz, demirci, deve sürücüsü ve saatçi

gibi.
7) Daha 7. yüzyılda camilerde umuma açık ders faaliyeti başladı. 8. Yüzyılda önemli filologlar, edebiyatçılar ve tarihçiler büyük camilerde kendi eğitim kürsülerine (usṭuvāne) [sütun] sahiptiler. Bu eğitim öğretimde derslerin ve tartışmaların nasıl olduğuna ilişkin bize ulaşan haberler yüksek bir akademik stile tanıklık etmektedirler. Bu büyük

camiler, 5./11. yüzyılda devlet üniversiteleri kurulana kadar kendiliklerinden ilk üniversitelere dönüştüler.
8) Arap yazısının karakteri, Arapçanın kolay ve hızlı yazılmasına imkân tanıyordu ve böylelikle kitaplar çok geniş bir yayılma alanı bulabildi.
9) Hızlı ve köklü bir şekilde gelişen filoloji, bilginlere eserlerinin redaksiyonu ve yabancı dillerle

olan ilişkileri için sağlam bir temel sağladı.
10) Yabancı terminolojilerin alınması ve benimsenmesi, tam tanımlama ve bilimsel kesinlik için bakış açısını keskinleştirdi, kendine özgü Arapça terminolojinin ve bilimsel dillerin oluşturulmasına götürdü.
11) Yazılı aktarım, önce Hicretin ilk yüzyılından beri ilerletilen geleneksel papirus endüstrisi ile

daha sonra ise Çin’den alınan ve İslâm dünyasında yazı malzemesi olarak geniş bir yaygınlık kazanan kâğıdın üretimi için imalâthaneler kurulmasıyla da ciddî biçimde desteklendi.
12) 10. yüzyılda daha iyi ve daha uzun süre kalıcı mürekkebin, bir tür karışım olan isden mamul demir palamutu mürekkebinin (karışımda bulunan ögeler: demir sülfatı, meşe

palamutu ekstresi, gummi arabicum/arap zamkı ve su) geliştirilmesi siyah koyu bir yazıyı mümkün kıldı, böylece yazıların zaman içerisinde solmadan veya kahverengileşmeden daha uzun süreli kalıcılığı sağlandı.

Fuat Sezgin
Fuat Sezgin

Müslümanlar bilgiyi alırken bir komplekse kapılmadılar. Avrupalılar Müslümanlardan alırken “düşmanlarından” alma olarak görüyorlarken, Müslümanlar Yunanlılardan bilgiyi alırken onların ateist olduklarını hiç mesele etmediler. Müslümanlar kaynak gösterme hususuna çok dikkat ettiler. Kimden almışlarsa mesela Galen’den, Hipokrat’tan, isimlerini zikrettiler. Gerek

duyduklarında tenkit ettiler. Bunu yaparken de asla sıkılma duygusu taşımamışlardır. Fakat tenkitlerde insaflı kalmaya çalıştılar. Tenkit ve ilim böylelikle tabii bir yola girdi. Avrupa’ya gelince, Avrupa’da bilim, “düşmanlardan alınan bir bilim”di. Bilimi ilk alanlar da din adamlarıydı. Kilisenin, bugünkü Avrupa medeniyetinin doğmasındaki rolü çok büyüktür. Din

adamları, manastırlarda İslam bilim kitaplarını tercüme ettiler. Hatta Yahudi aracılara tercüme ettirip Latinceye çevirdiler. Buna başlarken çok zaman “düşmandan mal kaçırmak” anlayışıyla yaptılar. Onları Müslümanlara yönelik silah amaçlı kullanıyorlardı.

Zülfü Livaneli
Zülfü Livaneli

"Ve kültür yarım yamalak eğitim verilen okullardan alınan bir belge değil,bir halkın tarihini kapsayan ve o halkın insanlık tarihi içindeki yerini belirleyen varoluş biçimidir."

Priska Furrer
Priska Furrer

Kadının toplumdaki ve ailedeki yeri, Osmanlı-Türk roman literatürünün ilk zamanlarında sosyal reformist yazarlar tarafın­dan didaktik amaçla ele alınan konulardan biriydi. 1872'de ya­yınlanan Şemsettin Sami'nin romanı Taaşşuk-i Talat ve Fit­nat'ta, sevmediği bir adamla evlenmeye zorlanan genç bir kızın hazin kaderine acınılmaktadır. Namık Kemal ve Hüseyin Rahmi

Gürpınar görücü üsulü evlenmeyi, kadınların bir yerde kapalı tututmasını ve baskı altında bulundurulmalarını eleştirmişlerdir. Sosyal alanda aydınlatıcı olan bu iki önemli öncü, büyük amaç­lar ve tüm toplumun iyiliği açısından, kadınlar için de eğitim olanağını istediler, çünkü onlar cahil ve geri kafalı kalan anne­lerin toplumun yararlı uzuvları

olamayacağından hareket edi­yorlardı.